Ülkeye ve sisteme inancı kalmamış, heyecanı erken yaşlarda sönmüş tüm gençleri (hele ki bir hekim adayını) anlayabiliyorum. Hissettiklerim “kindar bir kavga” olmadığı gibi “ideolojik bir hesaplaşma” da değil. Enes ilk değil, son olması ise umudumuz. Çoğu insan gibi gözlerim dolarak, ağzıma geleni söylememek için dilimi ısırarak izledim Enes’in bıraktığı o son videosunu. Umutsuzluğu, bıkkınlığı ve yaşadığı derin yalnızlığı gördüm. Her cümlesi “ama”sız doğruydu. Çaresizliği de. Ortalama insan ömrü 70-80, kimilerince “şans” sayılan tıp fakültesi ile birlikte toplam eğitim süresi 18 yıl. En az 18 yıl eğitim sonrası kafasına neyle vurulacağı, hangi savcının keyfi gerekçesiyle gözaltına alınacağını bilememek genç bir hekim adayı için yeterince umut kırıcı. Bunun üzerine yaşıtlarıyla normal, özgür, birey olmasının engellenmediği bir ortamda barınamayışı da eklendi Enes’in acılarının üzerine. Annesine “fırın”, istemediği halde imam hatip lisesinde okumaya zorlanan kız kardeşine “özgür bir gelecek” diledi vasiyetinde… Enes’in intiharının ardından çok dindarından az dindarına kadar pek çok ağızdan ifade edilen “Tek sorunu cemaat evinde kalması değildi” cümlesi üzerine yazmaya karar verdim. Enes o malum yerde değil de “normal” olarak nitelenebilecek bir yurtta kalsaydı sonuç ne olurdu acaba? - Her şeyden önce “kendisi” olabilecekti. Belki ona benzeyen arkadaşları olacak, inançları ya da inançsızlığı oturup tartışabilecekti. - Günün 3 saatten fazlasını inanmadığı ibadetlere ve insan imzası taşıyan kitapları okuma seanslarına harcamak zorunda kalmadığından, derslerinde daha başarılı olabilecekti. - Bulabildiği birkaç saatlik boşlukta bir dizi izleyip, yeni bir şarkı keşfedebilecekti. - Belki bir kedi ya da köpek arkadaşı olacaktı, yurt bahçesinde mama yemesini, ona sevgi dolu gözlerle bakmasını izleyecekti uzun uzun. - Dost edinebilecekti en azından. Birisi halinden anlayacaktı belki, hayata karşı heyecansızlığını fark edecek, bir kahve ısmarlayacak, omuzuna dokunup “Sıkma canını oğlum” diyecek, güç verecekti. - Aile- cemaat ve insanlaşamamış toplum arasında sıkışmışlıktan kurtulabilecek cesareti bulacaktı belki de özünde. Videosunda söylediği gibi o yurttan çıkıp, belki bir iş bulup, yeniden üniversite sınavlarına hazırlanabilecekti. - Belki dayatmalar yerine ona rehberlik edebilecek biriyle karşılaşacaktı. İçinde bulunduğu ruh halinden anlayacak, profesyonel destek almaya teşvik edecekti. İntihar demek istemiyorum buna, bir cinayet engellenecekti böylece. Ülkeye ve sisteme inancı kalmamış, heyecanı erken yaşlarda sönmüş tüm gençleri (hele ki bir hekim adayını) anlayabiliyorum. Hissettiklerim “kindar bir kavga” olmadığı gibi “ideolojik bir hesaplaşma” da değil. Enes ilk değil, son olması ise umudumuz. Enes’in babasının “Devlet yurdunda başvuru yapmadık. Durumumuz iyi. Manevi olarak ahiretine faydası olsun istedim. Biz kimseden şikayetçi değiliz” açıklaması da nereye konsa durmayan, hangi gerekçeleri gizlemeye yaradığı anlaşılmayan sözler. Enes’in o evde/yurtta kalması KYK yurdu bulamayışından kaynaklı olmayabilir. Bu durum yüzlerce gencin bu mecburiyete mahkum olduğu, baskıya ve aslında İslam dininde olmayan zorlamalara maruz bırakıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Çocuğunun ahiretini yapmak isterken dünyadan kopmasına zemin hazırlayan ebeveynin “kimseden şikayetçi değiliz” demesini sadece suçluluk psikolojisi ile açıklayamayabiliriz. Benzer bir yurtta “Deccali vurdum” diye bağıran görevli tarafından kafası kesilerek katledilen üniversite öğrencisi Mehmet Sami Tuğrul’un babası da “Konakladığı eller, emin ellerdi. Biz bundan eminiz. Daha önce defaatle kardeşlerimizden, değişik kişilerden bu emanet yuvasına koyduklarımızdan hep randıman aldık” ifadesini kullanmıştı. Adına istersek “Acıyı reddetme” diyelim istersek “bireysel/toplumsal/kültürel çevreyi sarıp sarmalayan tarikat yapılanmalarının yarattığı düşünsel harabiyet”… Sonuç olarak genç bir hekim adayı intihar süsü verilmiş kasıtlı bir cinayete kurban gitti…