Gezi eylemlerinin 8. Yılını geride bırakıyoruz. Hatırlarsanız, dönemin İstanbul’un AKP’li Belediyesi, Gezi Parkı’na inşaat yapmak istemiş; çevrenin korunmasından başka hiç bir kaygıları olmayan gençler de, “inşaat ya….”dan gözleri dönmüş o muktedirleri engellemek için parka çadırlar kurup engel olmak istemişti. 29 Mayıs sabahı saat beşte parka baskın yapan polis, çadırları söküp inşaatın yeniden başlamasını sağlamıştı. O ana kadar Gezi Parkı’na yönelik düzenlemelere gösterilen tepkiler, herhangi bir şehirde herhangi bir belediye kararına gösterilen tepkiler kadardı. 29 Mayıs günü gerçekleştirilen polis baskını, vicdanları da kanatmış; bütün Türkiye’nin ayaklanmasına vesile olmuştu. Hatta CHP, Kadıköy’de yapacağı miting iptal ederek, herkesi Taksim’e çağırmış; Kılıçdaroğlu da Gezi Parkı’na gelerek, eylemcilere destek vermişti. “İKİ AĞAÇ”TAN ÖTESİ… Sonradan Gezi olarak adlandırılan eylemlerin mahalli nitelikten çıkıp hem şehir ölçeğinde kitleselleşmesi hem de meselenin “iki ağaç”tan öte olduğunu anlayıp ülke çapına yaygınlaşması da 29 Mayıs günü başlamıştı. 29 Mayıs, bilindiği üzere İstanbul’un “fethi”nin de yıldönümü! Çağ kapayıp çağ açan o günün yıldönümünde dönemin Başbakanı da İstanbul’a gelmişti. Gündelik siyasetini, tarihle ilişkilendiren dönemin Başbakanı Erdoğan, o gün, tarihe “Büyük Alevi Kırımı”nı gerçekleştiren Osmanlı Padişahı olarak geçen Yavuz’un adını verdiği köprünün temel atma töreni için İstanbul’a gelmişti. 30 Mart seçimlerine ilişkin stratejisinin ilk sinyalini de orada vermişti. Stratejisinin temelini gerilim üzerine kurmuş; “Taksim meydanında Gezi Parkı'nda şöyle olmuş böyle olmuş. Ne yaparsanız yapın. Biz kararımızı verdik” diyerek, eylemleri sakinleştirmek yerine daha da alevlendirmişti. Dönemin Başbakanının bu tavrı, Türkiye tarihinin belki de en doğal eylemlerinin başlamasına neden olmuştu.  Araştırmalara göre Bayburt ve Bingöl hariç bütün Türkiye’de Gezi eylemleri gerçekleşmişti. GEZİ’NİN TURNUSOL GÖREVİ! Eylemlere katılan göstericilere uygulanan şiddetin sonucunda Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, polis komiseri Mustafa Sarı, polis memuru Ahmet Küçüktağ, Ahmet Atakan ve Berkin Elvan yaşamlarını yitirmişlerdi. Hepsi hayatlarının baharındaydılar; Berkin Elvan ise sadece 14 yaşındaydı. Ekmek almak için çıktığı evinden gaz fişeğiyle vurdular Onu! Tam 269 gün yaşam mücadelesi verdi; ardından bırakıp gitti bu dünyayı. Berkin’i uğurlarken Burak Can Karamanoğlu da canından oldu. Kimlikleri, duruşları, kökenler farklı da olsa hepsi bizimdi; bizim kaybımız çoktu. Gezi, dönemin Başbakanının insicamını bozmuştu; çünkü gezi, herhangi bir gruba mal edilemeyecek ve kendiliğinden gelişip bütün Türkiye’yi sarmıştı. Kabataş’ta başörtülü bir kadına saldırıldığı; camide içki içildiği gibi tarihimizin ünlü yalanları da o eylemler sırasında söylenmişti. Gezi eylemleri, bize, “mücadele eden her zaman kazanamayabilir ama kazananlar, mücadele edenlerdir” gerçeğini bir kez doğruladı. Her eylemin bir sonu var; nitekim Gezi Direnişi de, doğal sonucuna varınca ortam sakinleşti. O sükunetin ardından aynayı yüzümüze tuttuğumuzda gördüğümüz Gezi ile mücadele hayatımıza giren gerçekliktir. O gerçekliğin bize gösterdiği şudur: “İktidarın giderek otoriterleştiği Türkiye’de demokratik ve özgürlükçü bir yönetim inşa etmek, halkın yaratıcı zekasına güvenen ve attığı her adımı halkla birlikte atma refleksini gösteren katılımcı bir muhalefetin örgütlenmesiyle gerçekleşebilir.” Nasıl mı? BİRLİK OLMANIN GÜCÜ! İyisi mi bir masalla bitirelim bu faslı. Artık son yolculuğuna hazırlanan ihtiyar biri çağırmış çocuklarını: “Deneyin bakalım; birbirine bağlı bu okları hanginiz kırabileceksiniz?” Üç çocuğun üçü de denemişler var güçleriyle ama kıramamışlar. “Pek de güçsüzmüşsünüz” demiş, ihtiyar; “verin de nasıl kırılırmış, size göstereyim”. Gülüşmüş çocukları; hatta, “bizim bu kuvvetimizle kıramadığımızı, bu ihtiyar halinle sen nasıl kıracaksın” diye de geçirmişler içlerinden. Okları eline alan ihtiyar, önce okları birbirine bağlayan ipi çözmüş; sonra da tek tek kırmış. Ardından da hepimize ders olacak şu sözünü söylemiş: “Gördünüz mü birlik olmanın gücünü?” Peki biz birlik olmanın gücünün simgesi olan Gezi’den ders çıkardık mı? 31 Mart, ders aldığımızın resmidir. Görünüşte birbirinin “panzehiri” olan güçler, birbirinin tamamlayanına dönüşünce Gezi örneğinde olduğu gibi talan edilmek istenen şehirlerimiz kurtulmuş oldu. Devamı neden gelmesin?