Türkiye'nin Avrupa içindeki konumunu güçlendirmenin, AB ile üyelik müzakerelerine yeniden ivme kazandırmanın ve Türkiye'yi Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliği gibi düşüncelerden uzaklaştırmanın yolu bellidir. Uluslararası dengelerin, kuruluşların, örgütlerin hızla değişmekte oldukları bir süreç içindeyiz. Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılması ile birlikte Avrupa dengelerinde yeni bir arayış içine girildi. AB kendi içinde belirebilecek yeni ayrılma ya da farklılaşma eğilimlerini caydırmak amacıyla bir süre için genişleme planlamalarını askıya almış gibi görünüyordu. Balkanlar'da hala üyelik için bekleyen ülkeler olması bir yana, elbette kapıdaki en büyük aday Türkiye idi. AB'nin genişlemeyi yavaşlatıp kendi içinde derinleşme ve bütünleşmeyi öne çıkarmasında Brexit kadar Türkiye gibi büyük bir aday ülkeyi hazmedebilme zorluğunun da rol oynadığını düşünmek abartılı olmaz. Rusya'nın Ukrayna'ya başlattığı askeri saldırganlık bu yaklaşımın da güncellenmesi ihtiyacını doğurdu. AB çevrelerinde Ukrayna, Moldova ve Gürcistan'ın hızla AB'ye entegrasyonunun gerekli olduğu görüşleri dillendirilmeye başlandı. Türkiye'den yine söz eden yoktu. Ancak, AB içinde yukarıda anılan üç ülkenin üyeliklerinin kolay olmayacağını düşünen çevreler de mevcuttu. Zira, bu üç ülkenin toprakları kısmen Rusya'nın kontrolü altında bulunduğundan, kendi toprak bütünlüklerine sahip olduklarını savunmak mümkün değildi ve onların üye olarak kabul edilmeleri AB ile Rusya'yı karşı karşıya getirecekti. O halde yaratıcı bir düşünceye ihtiyaç vardı. "Avrupa Siyasi Topluluğu" (AST) fikrinin ortaya atılmasının sebeplerinden biri, hatta belki de en önemlisi, budur. YENİ BİR FİKİR Mİ? AB'nin ötesinde, henüz AB üyesi olmayan Avrupa devletlerinin de içinde oldukları bir siyasi topluluk amacını güden bir fikir aslında çok da yeni değil. Daha önce 1989 yılında Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterand tarafından "Avrupa Konfederasyonu" adıyla dile getirilen düşüncenin tekrarı gibi. Bugün yeniden dolaştırılan "Avrupa Birleşik Devletleri" söylemi de bunu hatırlatıyor.
AST fikrini iyi incelemek, değerlendirmek gerekiyor. Bir yandan bu önerinin AB üzerindeki genişleme baskısını gidermek amacıyla ortaya atıldığı söyleniyor. Hal böyle olunca, AB'ye bir alternatif olup olmadığı tartışması ister istemez büyük bir soru işareti oluşturuyor.
Ancak bu fikir en güncel haliyle 9 Mayıs tarihinde Avrupa Günü'nde Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından yapılan konuşma sırasında dillendirilince AST olarak gündeme oturdu. Almanya Başbakanı Olaf Sholz ile İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella da AST fikrine ilgi beyan ettiler. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg'da da siyasi çevrelerin AST fikrine sıcak baktıkları belirtiliyor. Şimdi bu konu 6 Ekim tarihinde Prag'da AB zirvesi öncesinde yapılacak bir toplantıda ele alınacak. Toplantıya Türkiye de dahil olmak üzere AB üyesi olmayan 17 ülke davet edildi. MEVCUT YAPILARA ALTERNATİF Mİ? AST fikrini iyi incelemek, değerlendirmek gerekiyor. Bir yandan bu önerinin AB üzerindeki genişleme baskısını gidermek amacıyla ortaya atıldığı söyleniyor. Hal böyle olunca, AB'ye bir alternatif olup olmadığı tartışması ister istemez büyük bir soru işareti oluşturuyor. Alternatif olmadığı, aksine AB üyeliğine bir hazırlık olacağı ileri sürüldüğünde ise, bu sürecin AB üyelik müzakerelerinden ne gibi bir farkı olacağına net bir açıklık getirilemiyor. Sanki, AB üyesi olmasa da, Avrupa ülkelerinin bir grup halinde toplanmalarından ibaret bir fikir gibi, suni bir görüntü oluşturuyor. Tabii en büyük soru da, böyle bir grubun aslında halen mevcut olan ve AB'den çok eski bir örgüt olan Avrupa Konseyi'ne rakip olarak ortaya çıkma ihtimalinin nasıl ortadan kaldırılabileceği... TÜRKİYE İÇİN BİR KAZANÇ MI? 6 Ekim'de Prag'da yapılacak toplantıya davet edilen ülkeler Avrupa içinde her biri farklı özelliklere sahip ve AB ile farklı ilişkiler içinde olan ülkeler. Örneğin, İzlanda, Norveç, Lihtenştayn ve İsviçre Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) üyesi. İsviçre'nin AB ile ayrı düzenlemeleri mevcut, diğer üç EFTA üyesi ise AB üyeleriyle birlikte Avrupa Ekonomik Bölgesi içinde yer alıyorlar. Balkanlar'da Sırbistan ile Karadağ AB ile üyelik müzakerelerinde ilerlemiş durumdalar. Arnavutluk ile Kuzey Makedonya üyelik müzakerelerine başlamak üzereler. Bosna-Hersek ve Kosova ise henüz AB adaylıkları ilan edilmemiş ülkeler. Asıl konuyu oluşturan Ukrayna, Moldova ve Gürcistan'ın durumları ise malum.
Ülkemizin yeniden demokratik değerlere, temel hak ve özgürlüklere, insan haklarına, kuvvetler ayrımına dayalı sosyal bir hukuk devleti haline gelmesi bu yolun ardına kadar açılmasını sağlayacaktır. Bu olmadıkça, Avrupa Siyasi Topluluğu veya stratejik ortaklık gibi kavramlar hiçbir işe yaramayacaktır.
Elbette en farklı konumdaki iki ülke İngiltere ve Türkiye. İngiltere AB'den henüz yeni ayrılmış bir ülke. AB üyeliğine hazırlık amacıyla oluşturulacağı ileri sürülen AST içinde yer almakla neyi hedefleyeceği belli değil. Türkiye'nin, her ne kadar AB üyeliği adaylığımıza ve dolayısıyla üyelik müzakerelerimize bir alternatif olmayacağı ileri sürülse de, AST içinde yer almasının ne gibi bir yarar sağlayacağını bu aşamada kestirmek güç. Üstelik, üyelik adayı olduğu ve üyelik müzakerelerine başladığı halde, bugün Türkiye AB belgelerinde, örneğin bu yılın Mart ayında kabul edilen Stratejik Pusula'da, AB'ye üye adayı bir ülke olarak dahi anılmıyor, sadece işbirliği yapılacak bir üçüncü ülke olarak gösteriliyor. Türkiye'nin Avrupa içindeki konumunu güçlendirmenin, AB ile üyelik müzakerelerine yeniden ivme kazandırmanın ve Türkiye'yi Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliği gibi düşüncelerden uzaklaştırmanın yolu bellidir. Ülkemizin yeniden demokratik değerlere, temel hak ve özgürlüklere, insan haklarına, kuvvetler ayrımına dayalı sosyal bir hukuk devleti haline gelmesi bu yolun ardına kadar açılmasını sağlayacaktır. Bu olmadıkça, Avrupa Siyasi Topluluğu veya stratejik ortaklık gibi kavramlar hiçbir işe yaramayacaktır.