Helalleşme, barışma veya uzlaşma gibi ifadelere rağmen, sıklıkla dile gelen bir de “yargılanacaksınız” var. Helalleşme fikrinin gerisinde onarıcı adalet fikri varken, yargılanacaksınızın arkasında helalleşme gibi olumlu, diyalog içeren, anlaşma ve uzlaşma gibi bir amacın olmadığı açık. Türkiye’nin, Osmanlı’dan miras veya değil, acılarla dolu tarihi düşünülürse bir çok toplumsal kesimin devletle barışmaya ihtiyaç duyduğu açık. Diğer yandan, tüm dünyada iyice yayılan popüler otoriter siyaset, toplumsal kesimler arasındaki kutuplaşmaya ve kavgaya dayanıyor ve demokrasilerin gerilemesini artırıyor. Türkiye de Ak Parti iktidarı ile bundan yeterince nasibini aldı. Dolayısıyla tarihsel anlamda kavgalı bir toplum-devlet ilişkisine sahip olmanın ötesinde, toplumun öğelerinin de giderek artan şekilde birbirleriyle kavgalı, birbirine yüz çevirir olduğu açık. Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme adını verdiği kavramın bu kadar konuşulması, ilgi uyandırması bu barışma ihtiyacından kaynaklanıyor. Nitekim böyle bir helalleşmenin ne içereceği, böyle bir sürecin nasıl yürütüleceği ve sonunda nereye varılınca veya ne yapılınca helalleşmiş olunacağı gibi bir çok muğlaklık bulunuyor. Bu muğlaklık aslında umut veren bir yana sahip. Zira konuşarak, her bir kesimin ihtiyaçlarının neler olduğunu anlayarak bir yolu veya süreci birlikte keşfetmek mümkün olabilir. Dikkat edilirse bunun içinde devlet, resmiyet, prosedür veya bir yapı henüz bulunmuyor. Zaten her anlamda iktidar tarafından ele geçirilmiş devlet içi ve katı mekanizmalar yerine daha farklı şeylerden medet umma toplumun ihtiyacı olan diyalogu, uzlaşmayı ve anlaşarak barışmayı sağlamanın da bir yolu. Nitekim, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Elazığ ziyaretinde şehre asılmış kutuplaştırıcı afişlerin önüne gitmekten çekinmeksizin, önlerinde fotoğraf çektirmesi ve daha sonra sosyal medya hesabında “vallahi de billahi de barışacağız” ifadelerini kullanması aslında bu önerinin ne derece ciddi olduğunu da gösteriyor şeklinde düşünülebilir. Ancak helalleşme, barışma veya uzlaşma gibi ifadelere rağmen, sıklıkla dile gelen bir de “yargılanacaksınız” var. Helalleşme fikrinin gerisinde onarıcı adalet fikri varken, “yargılanacaksınız”ın arkasında helalleşme gibi olumlu, diyalog içeren, anlaşma ve uzlaşma gibi bir amacın olmadığı açık. Nitekim yakın zamanda Yıldıray Oğur “yargılanacaksız”ın bir tehdit olduğunu ifade etti ve bunun “hakkında iddialar olanların delillere göre mahkeme önüne çıkarılmasından değil, bir devrin, bir grubun bir fikrin topyekün yargılanmasından, tasfiyesinden bahsediliyor”[1] dedi. Bu yorumu yapmak mümkün elbette.
Onarıcı adalet, bir eylemden doğan zarar veya zarar riskini, o eylemden etkilenen tarafları bir araya getirerek, bu zarar veya yanlışın onarılmasını konuşmalarını sağlayarak, adalete ulaşmayı hedefler.
İçerdiği hukuki şekilci, sert prosedürler zaten “yargılanacaksınız” ifadesini helalleşeceğiz tarzı bir olumlu, umut veren bir şekle sokmuyor. Bunu söyleyenler daha intikamcı, “sizi süründüreceğiz” tarzı bir amaç peşinde oldukları yorumuna kapıyı sonuna kadar açıyor. Nitekim yargılamanın bizatihi kendisi, sonunda bir ceza alınmasa da bir ceza olabiliyor[2]. Bu adda kitabı bulunan Malcolm Feeley, aslında yargılamalardaki sürecin yorucu ve bezdirici yanına işaret ederken, kitabı dayandırdığı araştırmasını Türkiye gibi tarihi hoyrat siyasi yargılamalarla dolu bir ülkede yapmıyordu. Dolayısıyla hukukun veya yargılamanın zaten böyle bir yanı var. Bana öyle geliyor ki helalleşme ne kadar yıkmaya değil onarmaya odaklıysa, “yargılanacaksınız” da bir o kadar “cezanızı çekeceksiniz, intikamınız alınacak” tarzı bir yer. Ancak bu köşede daha önce defaten ele aldığım üzere, bu klasik anlamdaki cezalandırıcı adalet anlayışı, faillere odaklanmayı ve onlara bedel ödetmeyi seçerken ortada bulunduğu düşünülen suçların mağdurları ile ilgilenmiyor. Oysa bir toplumda bir onarım, bir düzeltme, bir barışma sözkonusu olacaksa, sadece bir tarafa “gününü göstermeye odaklı olunarak” bir sonuç elde edilmesi mümkün değil. Onarıcı adalet, bir eylemden doğan zarar veya zarar riskini, o eylemden etkilenen tarafları bir araya getirerek, bu zarar veya yanlışın onarılmasını konuşmalarını sağlayarak, adalete ulaşmayı hedefler. Bir başka deyişle, bu yaklaşımın ceza yargılamasından en büyük farkı, eylemdeki tüm sorumluluğu “suç işleyen”e atarak; ona bir ceza “keserek”; kanunun uygulanmasıyla adalet otomatikman yerine geliyormuş gibi bakmamaktır. Nitekim bir dönem gerekli temaslar sayesinde yapılabilecek işleri yapan bir çok kişi, tüm cezanın kendisine kesilmesine razı olmayacaktır. Geçiş dönemi filmleri veya dizileri aslında bunlarla doludur[3]. Bu anlamda en önemli hususlardan birisi de, ceza yargılamasının bir döneme dair toplu sorumluluk kurarak hesap verilecek bir yer olarak tasarlanmış bir mekanizma değil, daha çok bireysel sorumluluklar için kurulmuş bir mekanizma olmasıdır[4]. Bu hukuki mekanizmalardan uzaklaşıldığı müddetçe de zafer kazananların adaletine değinilir. Dolayısıyla bu ikisi bir arada nasıl bulunabilir? Zaman zaman yeni dönemde hesap sorulacak kişi ve durumlar olacağını, x veya z’nin eskisi gibi olmayacağının söylendiğini duyuyoruz. Yahut başkaları da “bu yapılanlar yanlarına kar mı kalsın?” diye sorabilir. Burada açıklamaya çalıştığım gibi, genel anlamda basit ve teknik bir ceza kanunu uygulama işinden bahsetmiyoruz. Belki de bu sayede suç ve ceza konularını artık toplumla da konuşulmasının vakti gelmiştir: hangi hareket suç olmalı, hangi suçun cezası ne olmalı, başka nasıl çözülmeli. Toplumun bugüne dek adalet adına gördüklerine bakınca, ceza hukuku hocaları ve Adalet Bakanlığı bürokratlarının yaptığından daha kötü bir iş yapacağını düşünmek zorunda değiliz. -- [1] “Muhalefetin öfke nöbetleri, iktidarın seçim kampanyasının en önemli parçası olacak” https://t24.com.tr/haber/yildiray-ogur-muhaliflerin-ofke-nobetleri-iktidarin-secim-kampanyasinin-en-onemli-parcasi-olacak,1056473. [2] Feeley Malcolm (1979) The Process is the punishment: Handling Cases in a Lower Criminal Court, Russell Sage: New York [3] Netflix tarafından yapılmış Kleo adlı Doğu Almanya’nın çöküşü ve aslında iki Almanya’nın bileşmesi sürecinde özelikle devlet güvenliği için çalışan eski unsurların ne yaptığına ve kendi rollerini nasıl gördüklerine dair dizi de ilginç bir bakış sunabilir: https://www.youtube.com/watch?v=Zd3k7BOlJpE. [4] Burada da değinmiştim: https://www.politikyol.com/yargiya-guvenmiyor-ama-yargida-hak-aramaya-devam-ediyoruz/