Deprem ve sel gibi felaketlerin kısa vadede aramızdaki kutuplaşmaları silikleştirerek bizi birleştirdiği noktada bu birlikteliğin daha uzun vadeli bir sürece yayılabilmesi için, kutuplaşmanın kökenine inmek ve uzun vadeli gerekli düzenlemeleri yapmak gerekmektedir. Bunları yapabilmek ve bir değişim sağlayabilmek için önemli bir tarihsel noktada duruyoruz.
Türkiye çok uzunca bir süredir siyasal iktidarın bilinçli tercihiyle aşırı kutuplaşmış bir toplum mühendisliği çabasının öznesi olagelmiştir. Siyasal iktidarı hesap verebilirlikten uzaklaştıran ve hikmetinden sual olunmaz bir devasa (heyula) güç haline getiren kutuplaşmanın olumsuz sonuçlarını hem siyasal hayatta hem de gündelik hayatta hep birlikte deneyimliyoruz.
Aşırı kutuplaşmanın siyasal alandaki en belirgin yansımalarından biri farklı partiler arasındaki iş birliğini zorlaştıran ortamdır. İzmir depreminin ardından İzmir’de, Kahramanmaraş depreminin ardından İstanbul’da bakanlıklar ve valilikler tarafından düzenlenen afet koordinasyon ve planlama toplantılarına her iki kentin büyükşehir belediye başkanlarının davet edilmemiş olması bu durumun iki acı örneğidir. Son 21 yıldır iktidar ve muhalefet liderlerini aynı masa etrafında Türkiye’nin sorunlarını tartışırken gören yoktur sanırım. Bugün 21 yaşında olanların iktidar ve muhalefet liderlerinin bir araya gelmemesini, büyük afetler ve felaketler karşısında bile iş birliği içinde olmamalarını doğal bir durum olarak gördüklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü böylesi bir ana hiç tanıklık etmediler.
Siyaseten aşırı kutuplaşmış toplumlarda siyasi partiler ve aktörler arasındaki anlaşmazlıkların bu derece keskinleşmesi etkin yönetişim mekanizmalarının kurulmasını engelleyecektir. Sonuçta ortaya çıkan durum sivil toplum alanında dahi gözlediğimiz kutuplaşmadır. İktidara yakın olan sivil toplum örgütleri ve/veya sivil toplum örgütü gibi davranan yapılar daha etkin ve karar alma mekanizmalarını etkileyebilme gücüne sahip iken muhalif olan sivil toplum yapılarının dışlanması söz konusudur.
Otoriter popülizmle taçlanan siyasal kutuplaşmanın bir başka sonucu, normal koşullarda seçim barajını aşamayacak aşırı uçlardaki marjinal partilerin iktidar üzerinde güç sahibi olacakları bir zeminin hazırlanmasıdır. İttifaklar içine dahil edilen, normal koşullarda seçmen tabanı %3’ü bulmayan, yani siyasal partilerle ilgili literatürde
etkin parti niteliğine bile sahip olamayacak aşırı uçtaki marjinal partiler toplumdaki demokratik değerlerin ve kurumların zarar görmesine yol açabilecektir.
Toplumdaki bireyler arasında güven ve dayanışmanın azalmasına yol açan aşırı kutuplaşma, toplumsal bölünmelerin derinleşmesi sonucunu getirir. Güven ve dayanışma güçlü bir sivil toplumun temel yapıtaşı olan sosyal sermayenin kendisidir. Sosyal sermayenin zayıflaması toplumsal gruplar arasındaki dayanışma ağlarının zayıflaması demektir. Son kertede birbirine güvenmeyen toplumsal gruplar arasındaki empati ve anlayışın azalması, toplumsal grupların birbirlerine karşı hoşgörüsüz ve düşmanca tavırlar almaları toplumsal/siyasal gruplar arasında siyasal şiddetin yaşanmasına ve toplumsal istikrarsızlığın artmasına neden olur.
Popülizmle aşırı kutuplaşmanın el ele yürüdüğü toplumlarda siyasal iktidarlar genellikle uzun vadeli ve sürdürülebilir politikalar yerine kısa vadeli ve popülist politikalarla seçmenlerin desteklerini alma yoluna gidebilir. Seçmen tercihlerini kendi yanına çekebilmek için kullandıkları sosyal yardımlar ve kısa vadeli politikaların bizi getirdiği nokta deprem ve sel gibi felaketlere dirençsiz şehirler olduğunu çok acı bir tecrübeyle öğrenmiş bulunmaktayız.
Deprem bölgesinde gözlediğimiz yardımlaşma ve dayanışmanın Millet olarak kendi gücümüzle yeniden tanışmaya vesile olduğu kesin. Önemli olan bu ruhun ve anlayışın uzun süreli yaşatılması.
40 gün önce bizi derinden yaralayan Kahramanmaraş ve Hatay depremleri ile ardından gelen sel felaketinin içinde bulunduğumuz siyasal kutuplaşmayı yumuşatacak bazı deneyimleri beraberinde getirdiği kanaatindeyim. Depremin ardından İstanbul, Ankara ve İzmir Büyükşehir Belediyelerinin var güçleriyle depremzede yurttaşlara yardım için bölgeye ulaşması, TİP ve Saadet Partisi gibi partilerin kurduğu yardım çadırları, Akut, Ahbap Derneği, Babala TV gibi ve hepsinin adını burada sayamayacağım birçok sivil toplum örgütünün, yapılanmasının, gönüllü platformunun olağanüstü çabaları bizi ayrıştıran politika karşısında birleştiren bir gücün timsali oldular.
Yaşanan felaket karşısında aksiyon almakta geciken iktidar kanadı ve bazı uygulamaları nedeniyle toplumsal eleştirinin odağı olan AFAD ve Kızılay her şeyin iktidarın merceğinden gösterildiği gibi parlak olmadığını gözler önüne serdi. Deyim yerindeyse iktidarın altın varaklı süslemeleri ve söylemsel üstünlüğü deprem bölgesinde enkaza dönüştü.
Hepimiz yaşadığımız bu ortak acılar ve deneyimler üzerinden bizi ayıran kutuplaştıran siyasete inat bir araya gelerek yardımlaşma ve dayanışma gücümüzü ve sosyal sermayemizi ortaya koyduk. Farklı siyasi düşüncelerden, sivil yapılardan, partilerden gelenler ortak amaçlar etrafında birleşerek siyasi farklılıkların geçici olarak askıya alınmasıyla sonuçlandı. Hep birlikte anladık ki, biz birbirimizin düşmanı değiliz, dayanışma ve ihtiyaç ekseninde birbirine bağlı yurttaşlarız.
Üç büyük depremin ardından bölgeyi vuran sel felaketinin fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileri devam ediyor. Enkazlardaki yaralı ve/veya hayatını kaybetmiş yurttaşlarımızın çıkarılmasını ve/veya çıkarılamamasını televizyonlardan ağlayarak izledik. Fiziksel olarak da psikolojik olarak da yaşadığımız travmayı kolay kolay atlatamayacağımız kesin. Depremin vurduğu kentlerin altyapıda aldığı hasarlar, yerel yönetimlerin altyapı konusunda kısa vadeli ve seçim sandığına endeksli popülist politikalarını da görünür kıldır.
Arka arkaya yaşadığımız felaketlerin ortak toplumsal bilincimizi bizi ayrıştıran ve kutuplaştıran politikalara “artık dur” diyeceğimiz bir noktaya taşıyıp taşımayacağını önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Korku ve endişe içindeyiz. Gelecekte İstanbul’u ve Kuzey Anadolu Fay hattı üzerindeki illeri etkileyecek bir felaketin yaşanması endişesini taşıyoruz. Bir gecede insanların yaşamlarının nasıl yıkıldığını görmenin psikolojik yükü içinde şimdi toplum olarak bir karar verme sürecindeyiz.
Deprem bölgesinde gözlediğimiz yardımlaşma ve dayanışmanın Millet olarak kendi gücümüzle yeniden tanışmaya vesile olduğu kesin. Önemli olan bu ruhun ve anlayışın uzun süreli yaşatılması.
Önümüzdeki seçimlerde iktidara gelecek lider ve/veya partilerin önündeki en önemli gündem maddeleri evlerini, şehirlerini, yuvalarını terk etmek zorunda kalan, yerlerinden olanların ihtiyaçlarına çözümler aramaktır. Öte yandan bu türden felaketler sonrasında gelecek üretim kaybı, işsizlik ve ekonomik durgunluk gibi sorunlardan çıkış yollarının bugünden üretilmesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle topyekûn yeniden yapılanma süreci olacaktır.
Toplumların yaşadığı felaketlerin kesin bir şekilde yaşanan siyasal/toplumsal kutuplaşmaları azaltacağını ileri sürmek çok mümkün değildir. Dünya tarihi felaketlerin toplumsal kutuplaşmaları azalttığı ve arttırdığı örneklerle doludur.
Toplumların yaşadığı büyük felaketlerin siyasal kutuplaşmaları azalttığına dair birkaç iyi örnek bulunmaktadır. Bunlardan ilki Türkiye’nin zorlu Kurtuluş Savaşı mücadelesinin ardından yeni bir devlet olarak ortaya çıkışı ve halkın tek yürek olarak bir araya gelmesidir. Hazinesi boşaltılmış bir halkın sıfır noktasından başlayarak verdiği mücadele iyi bir liderle neler yapabileceğimizin bir örneği olarak geçmişimizde durmaktadır. İkincisi olarak, deprem örneğinde Japonya’da 2011 yılında meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve tsunamiye değinebiliriz. Ülkenin kuzeydoğusunda meydana gelen deprem Japon halkının dayanışma ve birliktelik duygusunu pekiştirirken, farklı siyasal görüşlere sahip insanların ortak bir amaç etrafında birleşerek, afet sonrası toplumsal iyileşme sürecine katkı sağladığını gördük.
Felaketlerin toplumdaki siyasal kutuplaşmaları azaltamadığı hatta derinleştirdiği örnekler yok mu? Bu örneklerden biri ne yazık ki yine bizden. Yaşadığımız 1999 depremi bizi büyük bir yıkımla karşı karşıya bırakmıştı. Ancak afet sonrası toplumsal yardımlaşma ve birlik duygusu yaşadığımız siyasal kutuplaşmayı azaltmada yeterli olmadı ve felaket sonrası dönemde siyasi bölünmeler derinleşti. 1999 depreminden sonra iktidara gelen AKP iktidarının 21 yıllık süreci yine bir deprem felaketine denk gelmiş bulunuyor. Bu süreçte zaten keskin kutuplaşma içindeki toplumda iplerin gerilmesi ortak geleceğimiz açısından birçok sorunun habercisi gibi durmakta. Bizim bu noktada daha fazla gerilmeye değil, birleşmeye ve uzlaşmaya ihtiyacımız bulunmakta.
İkinci örnek 2010 Haiti depremidir. Haiti’de meydana gelen depremin yarattığı felaketin ardından, uluslararası yardımların koordinasyonu ve ülkenin toparlanma sürecindeki yolsuzluklar siyasal kutuplaşmayı derinleştirecek yönde etki yapmıştı. Haiti örneğinde kutuplaşmaların keskinleşmesinde felaket sonrası yetersiz müdahale, yolsuzluklar etkili olmuştu.
Bölge insanı kadar, bölgenin dışındaki Türkiye’nin geri kalanında yaşayanlar da artık 6 Şubat öncesindeki insanlar değiller.
Aşırı kutuplaşmış toplumlarda iktidarın kullandığı medya manipülasyonu yerine medya özgürlüğü ve sorumluluğu ilkesinin yerleştirilmesi önemlidir. Medya organlarının farklı siyasal görüşlere ve ideolojilere yer vermeleri, haber verirken az-çok tarafsız ve dengeli bir yayın politikası izlemeleri kutuplaşmaların azaltılmasında etkili olacaktır.
Hepimiz değiştik.
Değerlerimiz, önceliklerimiz ve beklentilerimiz değişti.
Bu değişimin özünde, aşırı kutuplaşmış bir toplumda dayanışmayı yeniden inşa etmemize katkıda bulunacak birlik, beraberlik, uzlaşma, müzakere gibi değerleri taşıdığını düşünüyorum.
Felaketlerin birleştirici gücü toplumda dayanışma ve birlik duygularının yeniden güçlenmesine katkı sağlayabilir veya sağlamayabilir. Ancak uzun vadede kutuplaşmayı tamamen ortadan kaldırmak için ortak acılar yaşamış olmamız tek başına yeterli olmayabilir. Hali hazırda yakaladığımız değişim rüzgarını yanımıza alarak bu kutuplaşmanın kök nedenlerine inmek ve bu nedenleri ortadan kaldırmak için daha geniş kapsamlı, sürdürülebilir çözümleri birlikte üretmemiz gerekiyor.
Nedir bu çözümler?
İletişim eksikliğinin yerine iletişim ve diyalogun getirilmesi. Bir araya gelmeyen, bir araya gelmekten kaçınan toplulukların ve kişilerin birbirlerinin düşünceleri, inançları, ideolojileri hakkındaki önyargıların ortadan kaldırılması için daha fazla bir araya gelmelerinin sağlanması. Bu amaçla kapsayıcı siyasal kültürel çerçevenin liderler ve partiler tarafından oluşturulması.
Kutuplaşmayı körükleyen toplumsal eşitsizliklerin azaltılması. Toplumda sosyo-ekonomik tabakalar arasındaki mesafenin açılması, sınıfsal uçurumun artması kutuplaşmaları derinleştirecektir. Bu nedenle eşitsizlikleri ortadan kaldıracak sosyal ve ekonomik reformların yapılması, yoksullukla mücadele edilmesi, sosyal refah programlarının geliştirilmesi gerekir.
Ülkemizdeki kutuplaşmanın büyük ölçüde kimlik siyaseti üzerinden inşa edildiğini düşündüğümüzde, belirli etnik-dinsel-mezhepsel-dilsel kimliklere dayalı olan kutuplaşmanın ortadan kaldırılması için, kimlik politikaları yerine evrensel politikaların konulması önerilir. Siyasal liderlerin ve partilerin insanların kimliklerine bağlı olmaksızın toplumun genel refahına ve ihtiyaçlarına yönelik politikalar oluşturması beklenir.
Aşırı kutuplaşmış toplumlarda iktidarın kullandığı medya manipülasyonu yerine medya özgürlüğü ve sorumluluğu ilkesinin yerleştirilmesi önemlidir. Medya organlarının farklı siyasal görüşlere ve ideolojilere yer vermeleri, haber verirken az-çok tarafsız ve dengeli bir yayın politikası izlemeleri kutuplaşmaların azaltılmasında etkili olacaktır.
Siyasal kutuplaşmanın kök nedenleriyle mücadele etmemizi sağlayacak bir başka konu eğitimdir. Eğitim sisteminin insanların farklı siyasal düşünceleri anlamalarına ve toplumsal birlikteliği arttırmalarına yardımcı olacak şekilde yeniden tasarlanması gerekir. Eğitim sürecinde her düzeydeki öğrencinin eleştirel düşünme, empati ve iletişim becerileri açısından geliştirilmesi siyasal kutuplaşmanın gelecekte azaltılmasına katkı sağlayacaktır.
Sonuç olarak deprem ve sel gibi felaketlerin kısa vadede aramızdaki kutuplaşmaları silikleştirerek bizi birleştirdiği noktada bu birlikteliğin daha uzun vadeli bir sürece yayılabilmesi için, kutuplaşmanın kökenine inmek ve uzun vadeli gerekli düzenlemeleri yapmak gerekmektedir. Bunları yapabilmek ve bir değişim sağlayabilmek için önemli bir tarihsel noktada duruyoruz.