Bu yüzden artık tam da devrimin en başat esası olan değişime uygun şekilde hareket etme zamanıdır. Artık geleceği düşünme zamanıdır. Artık daha önce yaptıklarımızla yola devam etmeme zamanıdır.  Çok uzun süre askıya alınan hakların ve çığırından çıkacak şekilde ertelenen kararların alınarak derhal yaşama geçirilmesini ifade eden devrim kavramı, aynı zamanda felsefi ve politik bir kriz anına da işaret eder. Anadolu Devrimi de böyle bir kriz anında ortaya çıkmıştır. Ve her devrimin olduğu gibi bu devrimin de kendine temel aldığı felsefi bir duruş noktası vardır. Anadolu Devrimi’nin bugününde en çok ıskalanan esas da budur: Devrimin felsefesi. Her devrim köklü bir değişimi ifade eder. Bu köklü değişim, bir arada yaşama kültürünün yeniden tesis edilmesi bakımından yaşamanın her alanına yönelik birçok unsuru taşır içinde. Böylesine geniş bir kapsayıcılığı olmasından dolayıdır ki, devrimlerin varlığını sürdürebilmesinin yolu varoluş gerekçesi olan bu değişime ilişkin esasların bilinmesi ve anlaşılabilmesinden geçer. Ki bunun için daima rasyonel bir düzlem üzerinde bulunulmalıdır. Bu noktada bilhassa Türkiye’de kendilerini “devrimci” olarak adlandırılan birçok kimsenin sıklıkla yaptığı gibi ikonik figürler üzerine kurulu anlatılar ile kutsanmış bir terminolojiyle dile getirilen söylemlerin aksine, devrimler asla toplumsal bir duyguyu ifade etmez! Çünkü hiçbir devrim bir duygunun ürünü değildir! Dahası politik ve ekonomik bir durumun düzeltilmesinden çok daha fazlasını ifade eden Anadolu Devrimi gibi devrimler, kullanımdan fiilen kaldırılmış ya da aşındırılmış temel haklar ile çağın gerekliliklerine uyan yeni hakların tanımlanması, tanınması ve kullanılmasına ilişkin bir dizi hukuksal unsurlarla birlikte ekonomik, sosyal, pedagojik, mimari ve kültürel boyutlarda da birçok unsuru içinde barındırır. İşte, bu denli kapsayıcı bir değişime neden olan bir şeyi, bir devrimi, bir toplumun üyelerinin ya da devrimi gerçekleştirenlerin duygu durumuyla açıklamaya kalkmak aptallıktan çok daha ötesidir! Çünkü duygusal yaklaşımlar sadece iyi bir şeylerin olmasını umut eder; akılsal yaklaşımlar ise mevcut olanaklara göre planlar yapıp yol almaya çalışır. Kısacası devrimler sadece ve sadece akılsallıkla kavranabilir, akılla var kalabilir ve akılla yol alabilir.
Esasen Türkiye özelinde politika ve düşünme arasındaki bağ on yıllar öncesinden beridir kopmuş durumda. Ve bu kritik zamanlarda bu ikilinin derhal yeniden bağlanması gerekiyor.
Şu hâlde Türkiye’nin düşünsel ikliminin tarihsel süreç içindeki evriminden hareketle mevcut gündem ve sorunların düşünsel yapılarını çözümlemek ve söz konusu sorunların içinden çıkabilme adına bir yol haritası oluşturabilmek için Anadolu Devrimi’nin bugününü süratle anlamak, bu sorunları süratle kavramsallaştırmak zorundayız artık. Çünkü bir yanda iktidarı elinde tutan karşı devrim odakları ile devrimin savunucusu olması beklenenler arasında sıkışmış üst politik yapının içinde devrimin kurucu ilke ve değerlerini temsil eden bir aktörle karşılaşmak her zamankinden daha da zorlaşıyor günümüzde. Bununla birlikte devrimin nihai güvencesi olan tabandaki aktörler ise her zamankinden daha güçlü durumda. Kuşkusuz ki, ülke olarak 2023 seçimlerine doğru Anadolu Devrimi’nin varlığını sürdürmesi adına çok kritik zamanlardan geçiyoruz. Bununla birlikte Türkiye entelijansiyanın uzunca bir süredir düşünme kriterlerinin aşındığı ve politik üst yapı aktörlerinin belirli bir kararı alabilecek ve yönetebilecek perspektiften yoksun kaldığı zamanları da yaşıyoruz. Esasen Türkiye özelinde politika ve düşünme arasındaki bağ on yıllar öncesinden beridir kopmuş durumda. Ve bu kritik zamanlarda bu ikilinin derhal yeniden bağlanması gerekiyor. Çünkü devrimler alt yapı aktörleri tarafından gerçekleştirilir, ancak onu koruması ve geliştirmesi gereken üst yapı aktörleridir. Çünkü politika bu yüzden önemlidir. Çünkü herkesin doğru kararı görmesi teorik bir olasılık olarak var olsa da pratikte asla mümkün değildir. Nitekim pratikte herkes doğru olanı görebilseydi politikanın hiçbir gereği kalmazdı. İşte bu yüzden politikanın gramerini ve bu gramerin devrimle olan ilişkisini hatırlamak gerekiyor derhal ya da bu grameri daha önceden hiç bilmeyenlerin derhal öğrenmesi gerekiyor. Nedir bu gramer? Gayet açık, devrimci gramer geleceği konuşur, karşı devrimci gramer ise geçmişi. Çünkü bir devrim söz konusu olduğunda devrimin başat esası olan değişim unsuru gereği bakmamız gereken yer geçmiş değil gelecektir. Geleceği görmemiz gereken yer geçmişte bulunmaz! Bunun aksine karşı devrimci gramer ise bizzat devrimle varlığına son verilen bir şeyin, bir kalıcı olanın kutsallığı üzerine konuşur daima, bu yüzden devrimi suçlar ve bu yüzden bir geriye dönüş talep eder ve bu yüzden gericilik diye adlandırılır.
Peki Anadolu Devrimi’nin bugününde bu devrim için geçmişten neredeyse hiçbir yardım alamazken ne yapabiliriz? Her şeyden önce geçmiş, bir yardımda bulunamıyorsa, bu yeni, yepyeni bir durumun içinde olduğumuzu gösterir.
İşte Anadolu Devrimi için en büyük sorunlardan biri de bu gramer hakkındaki cehaletten geliyor. Çünkü ülkemizde Anadolu Devrimini savunan insanların büyük çoğunluğu tam da bu karşı devrimci gramerle konuşuyor durmadan! Sözgelimi, devrime duyulan saygının devrimin ilk anlarının bir altın çağ söylemine oturtulmasıyla yer değiştirmesi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Bir başka örnek de devrimin mimarlarını kutsallıklarla örülü bir gramerin içine alarak anmaktır. Tıpkı bugün, 10 Kasım’da, Anadolu Devriminin baş mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anmak yerine, saygı ve özlemle anmak gibi. Bilindiği gibi saygı kavramı bir değer bildirir, özlem kavramı ise bir kişiyi bir daha görme ve ona kavuşma isteğini ifade eder; bununla birlikte ölen bir insanı bir daha göremezsiniz, ona kavuşamazsınız. Bu yüzden devrimin mimarlarını anarken, saygının yanına eklemlenen özlem kavramı saygının ifade ettiği değeri artırmaz, azaltır ‒hatta bu söylemde ısrar ederseniz yok bile edebilir! Dolayısıyla böyle bir gramer devrimin değil karşı devrimin grameridir! Esasen Türkiye’de Anadolu Devrimi’ni savunan kimselerin karşı devrim grameriyle konuşması o denli yaygındır ki, ilk çıktıkları andan itibaren apaçık bir şekilde karşı devrimci olan kesimlerin bir ara devrimci zannedilmesinin en önemli nedeni de budur. Ya da bir ara devrimci olup sonra karşı devrim saflarına geçenlerin bu denli çok olmasının nedeni de budur. Çünkü karşı devrim grameriyle devrimi savunan zihinler sadece ve sadece ikiyüzlülük topraklarında yaşamlarını sürdürebilir! Ki ülkemizde bu durumlara öylesine çok örnek verilebilir ki, burada birkaçını anmam bile yersiz kaçacaktır -ne de olsa hemen bugün, yarın yeni bir örnek eklemlenebilir tarihimize… *** Elbette geleceği konuşan devrim grameri geçmişten yardım alır. Çünkü devrimin var edildiği ilk anlar, devrimin bugününü koruma altına alıp devrimin geleceğini var etme olanakları sunan devrim yasaları ve devrim kurumlarını bırakır geriye. Yardım bizzat bu yasa ve kurumlardan alınır. Ancak devrimlerin tarihinde öylesine kırılma noktaları vardır ki, bazen bu yardım alınamaz hale gelir. Yardım alınamaz, çünkü karşı devrim güçleri öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, devrim yasaları hukuken olmasa bile fiilen tümüyle ortadan kalkmıştır ve devrim kurumları da tümüyle karşı devrimin kontrolü altına girmiştir. Peki ne olur böyle bir durumda? Yanıt: tam da bugünün Türkiye’si gibi bir şey olur! Nitekim Anadolu Devrimi’nin bugünü de tam da budur. Peki Anadolu Devrimi’nin bugününde bu devrim için geçmişten neredeyse hiçbir yardım alamazken ne yapabiliriz? Her şeyden önce geçmiş, bir yardımda bulunamıyorsa, bu yeni, yepyeni bir durumun içinde olduğumuzu gösterir. Ki aşılması gereken bir eşik durumudur bu. Artık devrim varlığını sürdürebilmek için ya bu eşiği aşacak ya da karşı devrim tarafından tümüyle olmasa bile büyük ölçüde yok edilecektir. Şu hâlde derhal şunu kavramalıyız artık: Anadolu Devrimi’nin 100. yılına doğru giderken bu devrimin yeni bir eşiği aşması gerektiği günler, geçmişte ya da gelecekte değil bizzat içinde yaşadığımız günlerdir! Ve artık bu eşiği aşmak için geçmişten bugüne değil, gelecekten bugüne gelmeyi başarmak zorundayız. Eşik anı, kritik bir andır ve kritik anlarda yanlış kararlar alma lüksümüz yoktur. Karar vermede güçlükler çekme lüksümüz ise hiç yoktur! Elbette bir yönetim değişimiyle her şey yerli yerine oturmayacaktır, ancak söz konusu yönetim değişmezse her şeyin olmasa bile çok çok fazla şeyin yok olup gideceği apaçıktır! Kuşkusuz Türkiye özelinde bir yönetim değişimiyle her şeyin yerli yerine oturacağını sanan seçmenlerin yerini Gezi eylemleriyle birlikte elini bizzat taşın altına koyan seçmenler almıştır çoktan. Bu yüzden devrimin nihai güvencesi olan tabandaki aktörler her zamankinden daha güçlü durumdadır artık. Fakat üst politik yapı aktörlerinin bundan halen haberi yoktur ‒hiç olmazsa yeterince haberi yoktur diyelim. Sözgelimi son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok büyükşehirde karşı devrim odaklarına karşı seçimlerde elde edilen başarıyı, kendilerinin bir başarısıymış gibi göstermeye çalışan aktörlerin, oylara nasıl sahip çıkılması gerektiğini sadece birkaç genç insanın girişimiyle var edilmiş sivil toplum örgütlerinden öğrendiklerini unutmaları trajiktir. Ki, karşı devrimin en güçlü olduğu günlerde (kuşkusuz bugünümüz o günlerin bir devamıdır halen) kendi varlığını büyük bir mobilize güç olarak ortaya koyup Gezi kültürünü var eden alt politik yapı aktörlerinin elde ettiği başarı sonrasında, bu başarıyı adeta sönümlemek için devrimin kurucu ilke ve değerlerini askıya almaya kadar varan bir seçim stratejisiyle Ekmeleddin İhsanoğlu’nu bir aday olarak sunanların özeleştirisini yaptığına yönelik gerekli işaretler halen yeterince görünmüyor! Nitekim bugünlerde kullanılan söylemler bu özeleştirinin yapılmadığına ilişkin çok haklı şüpheler uyandırıyor. Evet şunu asla unutmamak gerekir: devrimler, karşı devrimlerin aksine yurttaşların bir kısmı için değil, her bir yurttaş içindir. Ve Anadolu Devrimi de tam da böyle bir devrimdir. Bununla birlikte karşı devrim mücadelesi verenlerin suistimal etmesine çok açık olan bu esasın sırf varlığını koruması için sadece bu suistimal düzeyinde kullanılır olmasıyla yetinmek asla kabul edilemez bir stratejidir. Daha basit ifadeyle dile getirmek gerekirse; karşı devrimcilere ödün vererek devrim savunulamaz, devrim korunamaz, devrimci olunamaz! Başka bir şeye başlamanın aciliyetine işaret eden bugünümüz için artık bir bütün olarak devrimin tüm esaslarına uygun şekilde davranma zamanıdır. Çok daha açık bir şekilde ifade edelim: artık laikliğin, demokrasinin, özgürlüğün savunulma zamanıdır; yani artık durmaksızın sağ kültüre ödün vererek bir şeyleri toparlamaya çalışmanın değil, artık insanlık tarihinde devrimlerin var edicisi olan sol kültür içinde cesurca hareket etme zamanıdır. Ya da tüm bunları yapmayacak bir üst politik yapı aktörüyseniz şayet bulunduğunuz konumu terk edip gitme zamanıdır ‒ne de olsa devrimin nihai güvencesi olan tabandaki aktörler her zamankinden daha güçlüdür artık.