Muhalefet partilerinin kıta Avrupası içerisindeki kendi grupları haricinde uluslararası bir teması yok. ABD, Britanya, Avrupa Birliği, NATO, İsrail, Körfez ülkeleri ya da Afrika’ya dair ne düşündükleri de bilinmiyor ve bu büyük bir eksik. Başlıktaki soruya çok düşünmeden iki basit cevap vermek mümkün. Bunlardan birincisi sanıyorum şöyle olabilirdi; ‘Küresel bir bağlantıya ya da görünürlüğe ne gerek var, Altılı Masa Türkiye’de halkın teveccühü ile iktidar olacak’. İkinci cevap ise sanıyorum AKP rejiminin küresel olan her şeyi yıllar içerisindeki kötü ve uzak durulması gereken bir şey olarak sunması ile alakalı olarak şöyle olabilir; ‘küresel bir bağa gerek yok. Öyle olur ise kökü dışarıda derler, Batı’nın piyonu derler ve de yerli milli görüntüden çıkılır. Bu da zarar verir’. Aslında bu iki olası cevabı da anlıyorum ama hak veremiyorum. Zira, dünyanın geldiği küre-yerel konumda Türkiye gibi bir yerde öncelikle iktidara gelmek, sonrasında ise iktidarda kalmak için iktidara alternatif ya da talip olanların ne olursa olsun farklı seviyelerde küresel ilişkilerinin ve de görünürlüklerinin olması gerekiyor. Bu gerçeği kabul ederken de sanıyorum yapılması gereken en önemli şey ne yazık ki bir ata-sporuna dönüşen ‘komploculuğu’ bir kenara bırakmak olmalı. Çünkü her meselede ‘büyük resmi’ görmek çok da imanlı olmayabilir, çünkü aslında o kadar da büyük bir resim yoktur.
İddiamın temel nedeni AKP’nin iktidara gelmeden önce nasıl bir küresel aktör olmayı başardığı ile alakalıyken, Altılı Masa aktörlerinin Kapıkule’nin batısında bilinmiyor olduklarının farkında olmaması…
Bu yazı aslında geçenlerde bir meslektaşımın benimle paylaştığı bir sosyal medya iletisi sonucunda aklıma geldi. İleti üç aşağı beş yukarı şunu diyordu; ‘muhalefet partilerinin kıta Avrupası içerisindeki kendi grupları haricinde uluslararası bir teması yok. Bununla beraber ABD, Britanya, Avrupa Birliği, NATO, İsrail, Körfez ülkeleri ya da Afrika’ya dair ne düşündükleri de bilinmiyor ve bu büyük bir eksik’. Ben bu iletinin altına çok da fazla bir şey eklemeden imzamı kolaylıkla atarım. Dahası bu eksikliğin çok da kolay giderilemeyeceğini ve olası bir iktidar sürecinde büyük zorluklar çıkarabileceğini de kolaylıkla iddia edebilirim. Bu iddiamın en temel nedenlerinden birisi AKP’nin iktidara gelmeden önce nasıl bir küresel aktör olmayı başardığı ile alakalıyken, bir diğeri de Altılı Masa aktörlerinin her şeye karşın hala Kapıkule’nin batısında bilinmiyor olduklarının farkında olmaması… Ya da bilinmediklerini biliyor olmam ile alakalı. ERDOĞAN İKTİDARDAN GİTSE BİLE YURT DIŞINDA GÖRÜNÜR KALABİLİR 2016 yılında Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’ta alan çalışması yaparken bölgenin ileri gelenleri Erdoğan’ı belediye başkanlığından beri tanıdıklarını defalarca dile getirmişlerdi. Bu tanışma sadece onu haberlerden bilmek ile alakalı da değil. Erdoğan o bölgeda bir şekilde kardeş şehirler projeleri, doğrudan ve de dolaylı yatırımlar ile görünür olmaya başlamıştı. Aynı şeyi Kuzey Afrika ve Körfez ülkeleri içinde söylemek mümkün. Misal Somali, Irak ve de Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen hemen hemen büyük öğrencilerim babalarının Erdoğan’ı yaklaşık otuz yıldır takip ettiklerini söylüyor. Benzer bir durum İsveç’teki Balkan göçmeleri, İngiltere’deki Müslüman göçmen grupları içinde geçerli. Onlarda Erdoğan’ı Milli Görüş yıllarından beri biliyorlar ve hatta bilmenin ötesinde bir şekilde Erdoğan’ın yakın ya da uzak çevresi ile ilişki halindeler. Misal darbe girişiminden hemen sonra 2016 sonbaharında Fransa’nın Metz kentinde sohbet ettiğim bir Kosovalı ‘Erdoğan’ın ayağına taş değse hemen Türkiye’de oluruz’ demişti. Bu ne kadar gerçekçi bir iddia elbette bilmek çok zor ama psikolojik olarak bir etkisinin olduğu tartışılmaz.
Erdoğan hala derin bağlarla dünyadaki güç odaklarına bağlı. Gülen Hareketi’yle kurduğu ortaklık onu küresel dünyada bilinir yaptı. Diyanet, TİKA vb. kuruluşlarla Avrupa’nın Müslüman mahallesinde görünür oldu. Peki ya muhalefet?
Erdoğan’ın geçmişten gelen bilinirliliği iktidarı ile daha da arttı. Elbette bu bilinirlik olumlu bir havadan oldukça pejoratif bir hale dönüştü ama hala Erdoğan derin bağlar ile dünya güç odaklarına ve de farklı kitlelere sahip. Öncelikle iktidarının başındaki ‘gelişmeci’ tavrı, sonra Gülen Hareketi ile kurduğu çıkar ve güç odaklı gayr-i resmi ilişki ağı onu küresel dünyada bilinir yaptı. Bu bağlamda Türkiye’nin daha önce çok az ilişki kurduğu Afrika’nın ücra köşelerine kadar belirli bir etki yarattı. Bununla beraber Erdoğan daha önce hiçbir Türkiyeli lidere nasip olmayacak şekilde Avrupa’nın Müslüman mahallesinde görünür bir etkiye sahip oldu. Kuşkusuz bu etki Diyanet, Yunus Emre Enstitüleri, TIKA ve YTB gibi kurumları kendine yakın dernek ve de kuruluşlar ile beraber en azında 2016 yılına kadar etkin ve de faydalı kullanması ile de alakalı. Sanıyorum Erdoğan günden güne önümüzdeki seçimlerde sandıktan çıkabilme ihtimalini kendi elleri ile düşürüyor. Hoş bu daha öncede söylediğim gibi iktidarını kaybedeceği ya da iktidardan bir anda ‘sökülüp alınacağı’ anlamına gelmiyor. En azından şimdilik durum böyle. Fakat iktidardan gitse bile Türkiye’nin dışında hala belirgin bir aktör olarak o, onun yaptıkları ve de düşünceleri kalabilir. Zira mevcut muhalefet dünya sadece Türkiye’den ibaretmiş gibi davranmaya devam ediyor. ALTILI MASA DÜNYAYI, DÜNYA ALTILI MASA’YI NE KADAR BİLİYOR? Buradan yani İngiltere’den bakınca ve de Erdoğan’ın geçmiş ya da gelecek etkisine bakılınca yukarıdaki ara başlığın cevabı ya yazık ki ‘neredeyse hiç’. Her ne kadar bir yandan Altılı Masa iktidarı devralacak kadar güçlü görünse de masada oturan liderlin adı çok da bilinmiyor. Belki sadece dış işleri eski bakanı ve de başbakan olması nedeniyle Ahmet Davutoğlu. Ama Kemal Kılıçdaroğlu siyasi bir aktör olarak değil oturduğu koltuğun adı ile anılıyor. Buna karşın misal Ekrem İmamoğlu Erdoğan’ın belki de birçok şeye başladığı İstanbul’u iki defa kazanmasından dolayı biliniyor. Dünyadaki kendisi ile benzer makamlarda bulunanlar ile bir şekilde ilişki kuruyor. Dahası Altılı masa ile ilgili iki soru daha var. Bilinmemek elbette önemli bir sorun ama ben Türkiye’nin yurt dışı yansımalarını tam olarak bilmediklerini de düşünüyorum. Örneğin 80’in üzerinde ülkede resmi olarak varlık gösteren Diyanet’tin çoğu yerde yasal sınırlarını aşan faaliyetleri hakkında ne düşünüyorlar? İktidara gelince bu kurumu nasıl düzenleyecekler ya da düzelecekler mi? Bununla beraber yaklaşık 20 yıldır Erdoğan iktidarından maddi ve manevi destek bulan ve de bunun karşılığında bir şekilde araçsallaştırılan Müslüman göçmenler ile ilgili neler yapılacak? Ne yazık ki bunlar ‘önce iktidara gelelim, sonra bakarız meseleleri’ değil, zira en az iç politika kadar karışık, birbiri ile çatışan çok aktörün olduğu konular. Bu alanda her zaman için süren bir soğuk savaş var ki, bu iktidara gelince anlaşılacak türden değil.
Batı’da bilinmemek önemli bir sorun ama ben muhalefetin Türkiye’nin yurt dışı yansımalarını da tam olarak bilmediğini düşünüyorum. Örneğin Diyanet’in 80’in üzerinde ülkede yasal sınırlarını aşan faaliyetleri hakkında ne düşünüyorlar?
İkinci soru ise şu. Türkiye’nin kendince değerli ama aslında irrasyonel ve de zorlu yalnızlığı ile ilgili neler yapacaklar. Pek muhtemelen, eğer muhalefet iktidara gelirse Batı dünyasının yeni Euro-Atlantik güvenlik haritasına adapte olmak zorunda kalacak ki kalmalı ama bunun ne olduğunu Türkiye’ye nasıl yükümlülükler getireceğini biliyorlar mı? Ya da bu süreç için diğer aktörler ile iş birliği içindeler mi? Ya da daha temel bir soru bu sürecin hangi aktörler ile neden ve de nasıl yapıldığını biliyorlar mı? Sanıyorum bu soruları taraflara sorsanız kesin bir evet cevabı alırsınız ama gerçekte bu soruların cevabı kocaman bir belirsizlik. Ne yazık ki de belirsizlik çok olumlu bir şey değil ve sonu sıkıntılı da olabilir. Kısacası altılı masanın bir şekilde belirsizliklerini küresel ölçekte çözmesi gerekli. Yoksa o da AKP gibi bir yerde günün sonunda Antalya Diplomasi Forumu gibi komikliklere maruz kalır ki, bu Türkiye ölçeğindeki bir aktörün hiç de hak etmediği bir durum.