Almanya’ya 2 bin işçi lazım. Yine Türkiye’nin kapısı çalındı. Fakat toplumun aşırı sağcı söylemlerle zehirlenmiş kesiminin tepkisini üzerlerine çekmemek için Alman politikacılar çıkıp doğrudan "Bize yabancı işçi lazım" diyemiyorlar.
Almanya'nın, özellikle havalimanlarındaki emekçi eksikliği nedeniyle ortaya çıkan yoğunluk üzerine işçi talep etmesi, ekonomik krizin boğduğu Türkiye'de heyecana neden oldu. Medyada yer alan haberlere göre, Alman Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu, havalimanlarında yaşanan personel sıkıntısı nedeniyle Türkiye'den geçici olarak 2 bin işçinin alınmasına yeşil ışık yaktı.
Meselenin görünen yüzü yukarıda ifade ettiğim gibi. Yani Almanya'ya emekçi lazım ve yine Türkiye'nin kapısı çalındı. Alman İş Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü de (IAB) zaman zaman iş gücü ihtiyacına ilişkin raporlar yayımlıyor. Son raporda, Almanya’da demografik nedenlerle iş gücü arzındaki düşüşün ancak yılda yaklaşık 400 bin kişilik bir net göç olması durumunda telafi edilebileceği bildirildi. Raporda ayrıca, Almanya’da nüfusta yaşam süresinin uzaması ve ileri yaşlarda olanların artan nispi oranı nedeniyle, iş gücü arzının 2035 yılına kadar 7 milyon 200 bin kişi kadar azalacağı tespitine de yer verildi. Bu, olayın somut boyutu. Bir de içeride daha derinde aslında politik zeminde devam eden bir mücadeleden söz etmek gerekiyor.
Aslında "Almanya'nın her yıl 400 bin göçmen emekçiye ihtiyacı var" cümlesini siyasetçilerin ağzından duymak gerekiyor ama bu olmuyor. Burada bazı nedenler devreye giriyor. Bana göre bu nedenlerin en baskın olanı bir süredir ülke siyasetini kuşatmış olan aşırı sağ diskur. Özellikle 2015 yılındaki Suriye orijinli göçten sonra palazlanan aşırı sağcılar, parlamentoya gönderdikleri Almanya için Alternatif (AfD) adlı parti aracılığıyla emekçiler üzerinde etki alanlarını genişletiyorlar. Örneğin, AfD'li politikacı Jürgen Pohl bir konuşmasında, "Almanya için Alternatif emekçilerin yeni partisidir" ifadesini kullandı. Sermaye beslemesi faşist bir partinin üyesinin cesurca bu sözleri sarf etmesinde, bir türlü toparlanamayan sol/sosyalist siyasetin büyük emeği olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Avrupalı faşistler kendilerini emekçilerin "yeni temsilcileri" olarak sunuyorlar. Mesela İtalya'da Salvini, "İşçileri çiftçileri artık Lig Partisi temsil ediyor" ya da Fransa'da Le Pen, "Göçe karşı çıkarak Fransız işçileri koruyorum” diyor.
Bununla birlikte Avrupalı diğer neofaşist partilerde de bu yaklaşımı görüyoruz. Sermayenin kanatları altında gelişen, herhangi aksi bir durumda piyasaya sürmek için el altında bekletilen faşistler, kendilerini emeğin, emekçilerin "yeni temsilcileri" olarak sunuyorlar. Mesela, İtalya'nın yeni Mussolinisi Lig Partisi lideri Matteo Salvini, "Fabrikalar, işçiler, öğretmenler, çiftçiler ve zanaatkârları artık Lig (Lig Partisi) temsil ediyor", Fransa'nın neonazisi Marine Le Pen, "Göçe karşı çıkarak [Fransız işçileri] koruyorum. [Komünist lider] Georges Marchais, bugün benim söylediklerimi söylerdi" ifadelerini sık sık kullanıyorlar. Aslında mesele tam da Le Pen'in ifade ettiği düzemle alakalı. Yani "Fransız işçiler", "Alman işçiler" ya da "İtalyan işçiler" perspektifi... Ancak özü itibarıyla yeni faşistlerin savundukları ekonomik modeller bir bütün olarak, kamu hizmetlerini kesintiye uğratacak ve işçi haklarını ortadan kaldıracak nitelikte. Oysa işçilere ve emekçilere enternasyonalist bugün her zamankinden daha çok gerekli.
Konumuza yani Almanya'nın Türkiye'den işçi talebi meselesine geri dönersek, toplumun aşırı sağcı söylemlerle zehirlenmiş kesiminin tepkisini üzerlerine çekmemek için Alman politikacılar çıkıp direkt olarak, "Bize yabancı işçi lazım" diyemiyorlar. Mesela bu son meselede, önce medyaya bolca yaptırılan haberlerle insanları (Almanları) zihinsel olarak buna hazırlama yolunu seçtiler ki bunun başarılı olduğunu gördük. Bu bağlamda, çok sayıda Alman youtuber, kuyrukların yüzlerce metre uzadığı havalimanlarından yayın yapıyor ve sorunun acil olarak çözümlenmesi çağrısında bulunuyor. Bir süre sonra toplumun mental olarak hazır olduğunu hissettiklerinde politikacıların da bu meseleyi dillendirmeye başlayacaklarını göreceğiz.
ÇALIŞMA YAŞAMINDA GÜÇLÜ MÜCADELE ÖNEMLİ
Öte yandan, göçmen işçi arzına yönelik taleplere bakıldığında, "Almanya'da işsiz yok mu" sorusu geliyor insanın aklına. Elbette var. Statista'nın son verileri ülkede 2 milyon 360 bin işsiz olduğunu gösteriyor. Peki bu işsizler neden ihtiyaç bulunan alanlara yönlendirilemiyor? Bu bir paradoks... Bu bize Almanya'nın insan emeğini doğru bie şekilde örgütleyemediğini de gösteriyor. Ama her hâlde Almanya'nın canlı ekonomisi ve demografik sorunları nedeniyle göçmen iş gücüne sürekli ihtiyaç duyacağı ortada. En sağcı parti bile iktidara gelse ülkenin mevcut nüfus yapısıyla iş gücü sorununu çözmesi mümkün değil. Ekonomi göçmen emek gücüne başvurmadan varlığını sürdüremez durumda.
Sol/sosyalist politikaların boşalttığı alana taarruz eden aşırı sağcıların, yerli emekçilerin güvensizliklerini ve korkularını popülist bir retorikle yağmaladıkları görülüyor. Bu çok tehlikeli, çünkü…
Sorun esasında merkez siyasetin aşırı sağ söylemlere direnç gücünü kaybetmiş olması bana göre. Bu söylemlerin etki alanı giderek genişlerken bir şekilde "vatan haini" olarak damgalanmak istemeyen merkez siyaset politikacıların ilk elden kendilerini ortaya atmaktan çekindiklerini görüyoruz. Ne de olsa bu "vatan haini" ifadesi Türkiye'deki gibi ağızlara sakız edilip henüz ağırlığını yitirmiş değil. Ciddiye alınıyor yani. Buradan hareketle çalışma yaşamında, sol/sosyalist politikaların boşalttığı alana taarruz eden aşırı sağcıların, yerli emekçilerin güvensizliklerini ve korkularını popülist bir retorikle yağmaladıkları görülüyor. Bu çok tehlikeli. Çünkü aşırı sağ partiler, emekçi sınıfa sızarak iş gücü piyasasına etki ediyorlar ve bu alandaki transformasyonları sermaye lehine dizayn gücüne kavuşuyorlar.
Bu nedenle aşırı sağın karşısındaki politik güçlerin en kararlı şekilde savaşmaları gereken alan çalışma hayatıdır. Bu kapsamda, yukarıda da vurguladığım gibi aşırı sağ partiler kendilerini emekçilerin temsilcisi gibi sunmanın avantajlarından çokça faydalanabilirler. Avrupa solunun içerisinde bulunduğu kriz de bununla birlikte değerlendirildiğinde faşistlere ne kadar verimli bir alan sunulduğu daha iyi anlaşılabilir.
Sonuç olarak, işsizlik küresel bir sorun ancak ülkeler elbette göçmen işçi talep edebilirler ama asıl mesele işsizlerin çalışma hayatına kazandırılabilmesidir. Bu nedenle işsizlere yönelik çalışmaların doğru ve verimli bir şekilde koordine edilmesi gerekiyor. Ağızlarını doldura doldura "küreselleşen dünyada" diye nutuklar atanların işsizliğin salt ekonomik bir problem olmaktan çıkarak küresel bir sosyal probleme dönüştüğünü görmeleri gerekiyor.
Ezcümle emeğin doğru yöntemlerle örgütlenmesi ve çalışma hayatına kanalize edilmesi ekonominin olduğu kadar insanlık onurunun muhafazası açısından da önemlidir ve/fakat bunları neofaşistlerin yıkıcı söylemlerinden çekinmeden ve cesurca bilimsel doğrular üzerinden şekillendirme iradesini ortaya koymak daha önemlidir.