Sosyal medyadaki algoritmik gözetimin bizi çeviren duvarları, bir kısırdöngü halinde büyüyen toplumsal kutuplaşmalar, insanları karşıt fikirlerden ve sahiplerinden rahatsız olan ve izole edilmeye oldukça istekli bireyler haline getirdi.  Hayatımızın her anında, isteyerek ya da istemeyerek, bir gözetim kültürünün içinde yaşıyoruz. Sıradan bir vatandaş olmak dahi hiçbirimizi bu gözetimden azade kılmıyor. Yüzyıllardır devam eden bu gözetim, zaman içinde şekil değiştirerek farklı formlara bürünüyor. Bugün geldiğimiz noktada, fiziki olarak maruz kalmadığımız, bir nevi örtülü gözetime tabiyiz; zira o, elindeki gücü somutlaştırana kadar varlığını hissetmiyoruz. Örtülü gözetimin en ilginç özelliklerinden biri, gücünü bizlerden alıyor olması. Kendi duvarlarımızı kendimiz inşa ediyoruz. Duvarların tuğlaları, gönüllü olarak teslim ettiğimiz verilerimiz. 21. Yüzyıl gözetimi hem örtük, hem her yerde; hem katılımcı, hem de dışlayıcı… Sosyal medya uygulamaları ve bu uygulamaların geliştiricisi olan şirketler için tüm kullanıcı verilerini takip etmek ve bu verilere dayalı deneyimleri kişiselleştirmek için kullanılan “algoritmik gözetim” kullanımı, artık normatif bir hale geldi. Göze görünmeyen ve günlük hayatımızda bize kendisini hissettirmeyen bu algoritmalar, bu örtüklük nedeniyle kendilerine karşı bir tutum geliştirmemizi de ustaca önlüyorlar. Sosyal medyadaki algoritmik gözetimin bizi çeviren duvarları, filtre balonları olarak ortaya çıktı ve bizlerin bu balonların farkına varmamız dahi epey uzunca bir zaman aldı. Filtre balonları ve bir kısırdöngü halinde büyüyen toplumsal kutuplaşmalar, insanları karşıt fikirlerden ve sahiplerinden rahatsız olan ve izole edilmeye oldukça istekli bireyler haline getirdi.  Bunca can sıkıcı olay arasında, can sıkıcı fikirlere maruz kalmaktan kaçıyor, filtre balonumuzun içinde yalnızca görmek istediğimiz içeriklere, fikirlere ve kişilere kulak vererek, konforumuzu bozmadan yaşamak istiyoruz.  Bu dinamiğin hem yeşerticisi hem de katalizörü olan internet dünyasında, web siteleri, arama motorları ve sosyal medya platformları,  kullandıkları algoritmalar aracılığıyla önceki tıklama davranışı, tarama geçmişi ve konum gibi bilgilere dayanarak kullanıcılara yalnızca görmek isteyecekleri bilgileri ve içerikleri gösteriyorlar. Birçok yönden, tükettiğimiz fikirler ve bilgiler, bilgiye erişimimizi sınırlayan ve kontrolümüzü kısıtlayan algoritmalar tarafından bize dikte ediliyor. Algoritmik gözetim tarafından küratörlüğü yapılan filtre balonları bizim için bir “dijital kimlik” tanımı yapıyor. Bu dijital kimlik, bireyin kendisi için tanımladığı kimlikten farklı olabilmekle birlikte, kişi kendisi için yapılan kimlik tanımının içine sıkışarak zaman içinde algoritma tarafından tanımlanan dijital kimliğine de yakınsayabiliyor. Algoritmanın, kimlik öğelerini bana benzettiği kişilerle birlikte bir balonun içine sıkışıyorum ve dış dünyayla kopan bağım bir süre sonra beni balonun içindekilere daha da benzer hale getiriyor. Aslında var olmayan, yaratılmış bir evrenin içinde kendi konforlu alanımda, bana benzeyen insanların bana benzeyen dünya görüşlerini dinleyerek yankı odalarının gönüllü kiracısı haline geliyorum. Çelişkili bakış açılarıyla temas etmeyen, entelektüel olarak tamamen izole bir uçan balonun konforu ve rahatlığı, balonun patlamasına ve gerçek dünyayla yüzleşmeme kadar devam ediyor.
Algoritmanın, kimlik öğelerini bana benzettiği kişilerle birlikte bir balonun içine sıkışıyorum ve dış dünyayla kopan bağım bir süre sonra beni balonun içindekilere daha da benzer hale getiriyor.
Sorunun tanımı pek çok defa yapılmış olmasına karşın, olası çözümleri hakkında ise pek konuşmuyoruz. Bu durum, gün geçtikçe gözetimin içselleştirilmesi ve kutuplaşmanın artması ile sonuçlanıyor. Acil olarak alınması gereken tedbirler, gözetimin örtük yapısı nedeniyle somut olaylar patlak verene değin erteleniyor; olayların yarattığı etki dalgası geçtiğinde de unutuluyor. Bireylerin dikkatini sosyal medyadaki kendi filtre baloncuklarına çevirmek ve farkındalık yaratmak işin ilk aşaması. Bunu başarmanın yolu ise uzun süredir konuşmakta olduğumuz dijital okuryazarlığın yanına “eleştirel dijital okuryazarlığın” getirilmesi. Kimliklerimizin ve düşüncelerimizin algoritmik olarak nasıl denetlendiklerine ve şekillendirildiklerine yönelik ortaklaşa ve eleştirel bir dikkate ihtiyacımız var. Bunun için kullanılabilecek yöntemlerden biri, tüketici (ya da tüketilen) koltuğundan kalkarak, geçici olarak sosyal medya platformu yöneticisi koltuğuna oturmak, yani işin mutfağına girmek. Çevrimiçi olduğumuzda bıraktığımız ayak izleri nelerdir? Hangi aktivitem ile nasıl veriler oluşturuyor, kendim hakkında hangi bilgileri algoritmaya sunmuş oluyorum? Filtre balonlarının küratörleri, bu bilgileri nasıl kullanıyor ve bana atfedilen kimliği nasıl oluşturuyorlar? Bu soruların cevaplarıyla birlikte gelişecek olan farkındalık, nasıl bir örtülü gözetim kültürü içinde yaşadığımızı gözler önüne sermenin yanında, algoritmayı delmenin yollarını da bize göstermiş oluyor. Öte yandan, bu farkındalıklı çabaya eşlik etmek üzere üretilen hizmetlerin ve teknolojilerin sayısı ve başarılı uygulamaları da giderek artıyor. Başarılı örneklerden biri, 2012 yılında kurulan bir teknoloji girişimi olan AllSides. Farklı düşünceler arasındaki duvarları yıkmak ve diyalogu başlatmak üzere yola çıkan Allsides, filtre balonlarının en yıkıcı etkileri olan bağnazlık ve toleranssızlık düzeylerini düşürmek amacını taşıyor. Medya yanlılığını ölçmek üzere geliştirdikleri algoritma sayesinde farklı fikirlerin savunuculuğunu yapan platformlardaki içerikleri karşıtlık derecelerine göre düzenleyerek kullanıcılarına sunuyorlar. Bu sayede çok çeşitli bilgi kaynaklarından teyit edilmiş bilgilere, farklı görüşlere sahip yorumcuların perspektiflerine, olayların farklı kayıtlarına ve yorumlarına erişebilmek mümkün oluyor. “Dengeli arama motoru” adını verdikleri arama aracı sayesinde kullanıcılar yalnızca geçmiş aramaları ve tercihleri baz alınarak hazırlanan arama sonuçlarına değil, çok daha geniş bir yelpaze arasından seçilmiş içeriklere ulaşma şansına erişebiliyorlar. Kurulmuş olan örtülü gözetim kültürünün birkaç uygulama aracılığıyla ortadan kaldırılması elbette mümkün değil. Bireylerin hem bilgi alırken, hem de veri paylaşırken sürekli bir farkındalık içinde hareket etmeleri de pratikte bir karşılık bulamayabiliyor. Bana göre bu çabaların üzerine inşa edileceği zeminin temeli ise az önce bahsi geçen “eleştirel dijital okuryazarlık”. Bu yöndeki bilgi ve pratiklerin bir an önce ve mümkün olan en erken yaşta eğitim içeriklerine dahil edilmesi büyük önem taşıyor.