Malum her şeyin satılabildiği ve satın alınabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Erdemler de nasibini alıyor elbette bu tüketim kültüründen. Bütün güzel kokacak çiçeklere ve tüm iyi gözükecek erdemlere “sahip olmak” istiyoruz. “Ahlakımızla” baştan çıkarmak, ahlak ile cezalandırmak ve onunla kin kusmayı deniyoruz. İş; “olmaktan çıkıp sahip olmaya” salınınca, erdemler de erdem olmaktan imaj olmaya doğru evriliyor.  Erdem putları devşiriyoruz. Böylece görüntüsüne sahip olmak için tabiatına ihanet ettiğimiz kavramlara dönüşüyorlar. Samimi gözükmek için poz verebiliyor, dürüst gözükmek için yalan söyleyebiliyoruz. Görüntü verme kültüründe benliğimizin pozisyonu, erdemli olmaktan “erdemlere sahip olma” eksenine doğru bir kayma yaşıyor. Sahip olunan diğer bütün şeyler gibi erdemlerimizi de kullanılan, araç edilen ve sömürülen bir malzemeye dönüşürken buluyoruz. “Erdemlerinizi öldürün” derken, Nietzsche, erdem kılığına giren putlarımızdan bahsetmiş olmalı. Puta dönüşen her şey, temsil ettiği şeyin kendisi de dahil olmak üzere öğütmeye, imha etmeye ve savunduğu şeyden zıtlık damıtmaya muktedir oluyor. Bakalım çevremize… ! Dürüst gözükmek için yapılan sahtekarlıklar, güven kazanmak için çevrilen dolaplar, temize çıkmak için kirlenmiş eller bulmamak içten bile değil.  Ruhumuzun kabukları güzelleşirken damarları boşalıyor.. Savunduğumuz şey gerçekten koşulsuz şartsız adalet, hakkaniyet, dürüstlük, sevgi, saygı, insanlık mı!?  Yoksa A’ ya karşı B bağlamında yapılmasını istediğimiz fakat C’ ye karşı D koşullarında geçerli akçe olmayabilecek “araçsal değerler” silsilesi mi? Bir aşılanabilsek “kötü” olmaya…! Belki o “kötülük” içinde daha ahlaklı olabileceğiz. Nietzsche’nin dediği gibi -mış gibi erdemlerimizi öldürüp gerçek olanlara kavuşacağız.  Aksi takdirde “kötü” olmamak için susup, “kötü” olmamak için kötü olmaktayız. Etiketlerimizden olmamak için erdemlerimizden olma kavşağındayız. Ahlaklı desinler diye yalancılaşan, öteki demesinler diye yabancılaşan, inançlı desinler diye hurafelere inanan, sapkın demesinler diye gerçeklerden vazgeçen insanların “ahlakı”. Akıllının işi, delisi olmaktır bazen ortamın, Hakperestin işi, inkarcısı olmaktır batılın Sapkını olmaktır yanlış yolun Dinsizi olmaktır hurafenin İnananı olmaktır uydurma denilenin… Hepimizin içinde her iklimin tohumundan var.. Hepimizin masumu, kötüsü, iyisi, zalimi var… İnsanın kendi sınırlarını, kutuplarını, uç noktalarını bilmesi önemli. Zorlanabileceği eşikleri,  pes edeceği köşeleri, kıvırtacağı durumları görebilmesi önemli.. Şeytanlarının huyunu suyunu, nerede kendisini ve diğerlerini “iyilik” ile kandıracağını bilmesi önemli. Kötü parçalarını tanımayan, ona karşı panzehir üretme şansından mahrum kalır..  Sadece “iyi” yönleri ile temas halinde olan ve salt ondan ibaret olduğunu hissetme arzusuyla kötülük potansiyelinden bihaber yaşayan insan, düşman hücrelere antikor üretemeyen kan gibidir. Zihnimiz ustadır. İyiliği, erdemleri, değerleri, “kötülük” için bir kılıf olarak kullanır. Erdemleri politik bir aygıta dönüştürür. Üzerinden güç iktidar devşireceği bir jenaratöre çevirir. Bir rasyonel bulur, bir gerekçeye sarılır, bir kör noktayı yakalar …  "Kötü olma hakki",  “zarar verme ehliyeti",  "muaf olma gerekçeleri" ve  “günah keçileri" yaratır. İçi boşalmış ve politik anlamda araçsallaşmış değerlerin yerine, bir güç aygıtı olarak kullanılan ve gerçek bir ahlakın düşmanı olan ahlakçılığın yerine başka bir “erdem” zihniyeti yaratabilmek için… Bazen “kötü kadın”, bazen de “hain adam” olabilmek bazen de “ahlaksız” olmayı göze almak gerekir.