Türkiye birkaç haftadan beri doğal afetlerle başa çıkmaya çalışıyor. Afetlerin nedeni ne olursa olsun, sonuçlarının ortaya çıkardığı yalın gerçek; siyasal sistem ve kamu yönetim sistemimizin sorunların gerekçelerini üretmede mahir, karşılaşılan sorunları çözmede ise maharetsiz olduğudur. Manavgat yangınıyla başlayıp, Bozkurt’ta yaşanan HES’e bağlı felakete kadar uzanan afetlerde açıkça görüldü ki, sorun ortaya çıktığında, sorunları çözmeyi bırakın, sorunları tanımlama konusunda dahi çağdaş bir siyasal, yönetsel sistemden beklenen fonksiyonların icra edilemediğidir. Felaketlere tekil olarak müdahale ve zararı en aza indirgeme anlamında merkezi otoritenin  kimi başarılı uygulamaları olsa dahi, sistemin bütünü anlamında düşündüğümüzde, çağdaş dünya örnekleriyle karşılaştırıldığında, çağın gerisinde kalmış bir sistem ve anlayışın mevcut olduğunu söylemek yanlış olmaz. SİYASAL VE YÖNETSEL SİSTEMİN ZAAFIYETLERİ Siyasal ve yönetsel sistemdeki zaafiyetlerin yol açtığı bu durum büyük ölçüde devlet aklının meritokrasi ve yönetişim odaklı yapılanmamasından kaynaklanmaktadır. Yönetsel sistemin ve bürokratik örgütlenmenin siyasi rejimin tekçi yürütme anlayışı ve yapılanmasından dolayı sorun çözme kapasitesinin zayıflaması, neredeyse yok olması, yönetsel yapı içindeki bürokratik aktörlerin liyakat yerine politik referanslı istihdamları, yerel yönetimlerle yetki paylaşımını iktidar kaybı olarak algılayan bir siyaset anlayışı ülkede her türlü sorunu çözme adresinin “Bizden Olanlar”a havale edildiği bir siyasal ve yönetsel akıl tutulmasına yol açmıştır. Doğal afetlere müdahale konusunda dahi, muhalefet partili yerel yönetimlerle yetki paylaşmaktan uzak duran, sürece müdahale konusunda neredeyse sadece “Majestelerinin Sivil Toplum Kuruluşları”nı yetkili kılmak isteyen bir anlayış, ister istemez son günlerde yaşanan afetlere beklendiği ölçüde müdahale etme, önleme anlamında yetersiz kalmıştır. Türkiye’de bugün halen 3. Dünya ülkelerine özgü bir kamu bürokrasisi anlayışı ve sistemi içinde, bürokrasinin insiyatif alma, çözüm odaklı strateji geliştirme, bunları hayata geçirme konusunda kağıt üzerinde ibaret kalan bir organizasyonel yapısı mevcut. Bunun nedeni, yapı içinde sınırlı karar alıcıların niteliksizlikleri, liyakatsızlıkları yanında, bunlara insiyatif vermeyen ya da insiyatif alma sürecini hiyerarşik olarak en tepeden başlatan siyasal sistemin bizatihi kendisidir. Yürütmeye ait tüm yetkilerin tek elde toplanıp, buradan aşağıya doğru sorun ortaya çıktığı zaman ve ancak gerekli görüldüğü ölçüde dağıtılması esnek sorun çözme kapasitesine engel olmakta, sorun ortaya çıktığında çözmeye yönelik proaktif kararlar alınamamakta, tutum sergilenememektedir. İşin ilginci; mevcut iktidar partisi daha kuruluş aşamasından başkanlık sisteminin tanıtım sürecine kadar tüm dönemlerde partisinin yönetim anlayışını bürokrasinin azaltıldığı, etkin yönetimin hedeflendiği bir yönetim modeli olarak takdim etmiştir. En büyük yanılgı: başkanı seçmenin halkı yönetime katma olarak algılanması, kamu yönetimi sisteminin işleyişinde kağıdı kaldırıp on-line yönetime geçmenin etkin, verimli, yurttaş odaklı bir yönetime evrileceğinin düşünülmesiydi. Siyasal ve yönetsel zihniyetin bürokratik, otoriter, vesayetçi, tek merkezli kalmaya devam ettiği bir sistemde devlet kısmen e-devlete evrilse de, yurttaş odaklı, yönetilen tüm tarafları siyasal, yönetsel süreçlere dahil etme kapasitesi yaratılamadı.  Bu kapasiteyi yaratma konusunda zamanın ruhu çağdaş sistemlerde yönetişimle beslenmektedir. YEREL YÖNETİMLER, ESNEK ŞEHİR VE AFETLERLE MÜCADELE Yönetişim olgusuna belirli çevreler ideolojik temelli, özellikle neo-liberalizm eleştirisi üzerinden yüklenseler de, bugün gelinen noktada yönetilenler cenahındaki tüm taraflar yönetişimle sistemsel, siyasal ve yönetsel boyutlarda bir araya gelerek, ortaklaşa yönetim sürecine önemli ölçüde dahil olmaktadır. Sistemsel boyutta siyasal ve yönetsel sistemin güç ve yetkileri yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör gibi aktörler arasında dağıtılıp birlikte kullanılırken, siyasal boyutta yurttaşın yönetsel ve siyasal nitelikli kararların alınmasına her süreçte katılımı, bu suretle meşruiyetin ve demokratikliğin pekişmesi söz konusu iken, yönetsel boyutta etkin, bağımsız, şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilen kurum ve hizmetler söz konusudur[1]. Bugün çağdaş siyasal ve yönetsel sistemler üst yönetimlerin paydaşlarına hesap verebilir olma, yöneticilere üretim stratejilerini geliştirirken ihtiyaç duydukları özerklik ve teşvik yöntemleri temelli kurumsal yönetişim[2] temelli kafa yorarken, bizde örneğin merkezi otorite taşrada muhalefet belediyelerinin doğal afetlere müdahalesine yeri geldiğinde müdahale etme, bundan bile siyasi rant devşirme derdindedir. Hal böyle olunca, doğal afetlerle mücadelede bütüncül bir yaklaşım geliştirilememektedir. Bizim dışımızda bu konularda neler yapılıyor diye baktığımızda,  daha 2010’da “Kentleri Esnek Hale Getirmek-Benim Kentimi Hazırlamak” temalı BM-ISDR kampanyası başlatılmıştır. Kentleri “Esnek Şehir” e dönüştürerek,   yerel yönetimleri  afet riskinin azaltılmasına (ARA) katma ihtiyacı ve tartışmaları dünyada artmaktadır Gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde yerel yönetimlere doğal afetler karşısında çok fazla rol ve sorumluluk verilmezken, gelişmiş ülkelerde afet yönetimi konusunda yerel yönetimlerde teknik personel, insan ve mali kaynaklar, fonksiyonel işbölümü yanında, “… teknik kapasitesinin güçlendirilmesinde önemli faktörler etkin bir lojistik yönetim sistemi, yeterli bir teknoloji bilgi sistemi ve sağlıklı işleyen kurumlar, topluluk ve medya temsilcileri arasındaki iletişim ağıdır. Liderlik kapasitesine yerel düzeyde katkıda bulunan önemli bir faktör, belediye başkanlarının yerel halkın güvenini güçlendirmek için gerektiğinde hızlı ve uygun kararlar vermesidir” [3]. Bu yapılar doğaldır ki şehirlerin esnek şehirlere dönüşmesinde de olmazsa olmazlardır. TOPLUM ESNEKLİĞİ VE YÖNETİŞİM Son günlerde yaşanan afetlerde yerel halkın ve sivil toplum örgütlerinin özveri ve çabaları, afetle mücadelede toplum esnekliğinin bir hayli yüksek olduğunu kanıtladı. “Geniş anlamda toplum esnekliği, yerelleşmiş (genellikle coğrafi olarak tanımlanmış alanların) ortak eylemler yoluyla değişime, başa çıkmaya ve değişime uyum sağlama yeteneği” olup,[4] özellikle muhalefet belediyeleri bu süreçteki afetlerle mücadele çalışmalarıyla toplum esnekliğinin artmasına katkı yapmıştır. Maalesef bu yetmemekte, konu bütüncül bir yaklaşımla, yönetişim ilkeleri temelinde kurgulanmak zorundadır. Bunun anlamı; yönetsel sistemi ilgilendiren tüm alanlarda olduğu gibi, afet yönetimi alanında da katılımcı, şeffaf, hesap verebilir, stratejik vizyon temelli, hukukun üstünlüğünü veri alan, etkin ve eşitlikçi bir yönetim anlayışına ihtiyaç olmasıdır. Sözkonusu ilkeler temelinde bugüne kadar yapılanmayan siyasal ve yönetsel sistemimizin ürettiği negative çıktılar ortada. Orman yangınlarıyla mücadelede THK uçaklarının dahi kullanılmaması aynı çıktıların nelere mal olduğunu göstermesi açısından ibret vericidir. Umudumuz odur ki yaşanan afetler sistemin insan ve çevre odaklı yeniden yapılandırılması için düşündürücü ve ders alıcı olmuştur.  Tabii ki keşke hiç yaşanmasaydı. ---- [1] Gerry Stoker; “Governance as theory: five propositions”, International Social Science Journal, C:50, S:155, s.17-28. [2] Christine A.Mallin, “Corporate Governance”, www.global.oup.com. [3]Ali Yeşildal; “Doğal Afetlerle Mücadelede Yerel Yönetimlerin Rolü ve Kapasite Sorunları: Esnek Şehir Uygulaması”, Fırat Üniversitesi İİBF İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C.4, S:1, 2020, s.95. [4] Berkes, Ross, a.g.m, s.9’dan aktaran Yeşildal, a.g.m., s.101.