2018 felaketinden alınması gereken tek ders İnce gibi güçsüz ve kutuplaştırıcı bir adayla seçim kazanılamayacağı değil. Aynı zamanda mesajı net bir kampanyayı kurgulamanın da birkaç haftada yapılabilecek bir iş olmadığıdır.
Türkiye’de güncel siyaseti bir gün takip etmeyen de bir yıl boyunca haberlere bakmayan da pek bir şey kaçırmaz.
Zira bir yıl önce de her Allah’ın köşe yazarı ‘muhalefetin adayı’na dair kulis ‘bilgileri’ yazıyordu.
Her Allah’ın haber programında da bu konu tartışılıyordu.
Her Allah’ın parti-fonlu araştırma şirketi aynı anketleri yapıp duruyordu.
Medyayı geçtim, geçen sene bayram kahvaltısında bile geniş aileler aynı şeyleri konuşuyordu.
Üstelik akademisyeninden teyze çocuğuna kadar herkesin tekrar ettikleri de birbirinin aynısı:
- Neymiş efendim, ‘kazanabilecek kişi aday olmalı’ymış;
- Neymiş efendim, ‘İmamoğlu Karadeniz’de de Diyarbakır’da da heyecan yaratıyor’muş;
- Neymiş efendim, ‘Kılıçdaroğlu iyi adammış da seçim kazanamaz’mış;
- Neymiş efendim, ‘Mansur Yavaş Kürtlerden oy alamaz’mış… Falan filan…
Bir milletin ezberlediği araştırmalar, argümanlar, analizler, dedikodular…
Bu kadar zamanda bir tane orijinal argüman, bir tane yaratıcı araştırma çıkmaz mı?
Çıkmıyor işte.
GÜRÜLTÜDE KAYBOLMAMAK LAZIM
Ama bol bol gürültü çıkıyor.
Oysa zamanını ve kaynaklarını bu dedikodular yumağında kendine köşe kapmakla uğraşmak yerine muhalif partilerin seçime kadar ellerinde olan zamanı iyi değerlendirmesi gerekiyor.
Söz konusu adayın vizyonunu anlatmak için 3 ayı olacak. Yani adayın bir manifestosu, programı ya da politikaları olmayacak. Zira aday, belki aday olacağını henüz bilmediği için, böyle bir hazırlık da yapamayacak.
Önümüzde büyük ihtimalle 1 yıl, düşük ihtimalle 5 ay var.
Hatta Altılı Masa’nın adayın kim olduğunu seçim kampanyası başlayınca duyuracağını göz önüne getirirsek, o adayın Türkiye’ye dair vizyonunu anlatacak yaklaşık 3 ayı olacak.
Ve altı partinin ortak adayı olacak bir aday da -doğal olarak- kendi şahsi ajandasıyla değil, o masanın oluşturacağı siyasi platform ile seçime girecek.
Yani adayın bir manifestosu, programı ya da politikaları olmayacak.
Zira aday, aday olacağını henüz bilmediği için, böyle bir hazırlık da yapamayacak.
ADAYLARIN DEĞİL POLİTİKALARIN POPÜLARİTESİNİ ÖLÇÜN
Dolayısıyla adayın kişiliği kadar, kampanyasında kullanacağı politikalar da propagandasına öne çıkaracağı konular da önemli.
Üstelik adayın ismini topluma öğretmek kolay ama vaat edilen politikaları anlatmak çok daha uzun zaman alacak.
2018 seçimlerini düşünün…
- Seçime haftalar kala adaylığı ilan edilen Muharrem İnce’nin savunduğu politikaları hatırlayan var mı?
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o seçimi çay-kek-bahçe vaatleriyle kazandığını unutabilen var mı?
2018 felaketinden alınması gereken tek ders İnce gibi güçsüz ve kutuplaştırıcı bir adayla seçim kazanılamayacağı değil.
Aynı zamanda öncelikleri ve mesajı net bir kampanyayı kurgulamanın da birkaç haftada yapılabilecek bir iş olmadığı…
Bu yüzden muhalefetin şu anda adayların olası oy oranlarını tartışmak yerine aday kim olursa olsun savunacağı hangi politikaların popüler olduğunu anlamaya zaman ayırması gerekiyor.
Örneğin İyi Parti’nin ihtiyacı olan her çocuğa okulda ücretsiz yemek sağlanacağını vaat ettiği Rüzgargülü Projesi, bunun bir örneği.
Ama çok daha karmaşık meselelere çözüm üretilmesi gerektiği açık.
Örneğin…
- Sokaklarda suç kol geziyor; suçla mücadelede aday -kim olursa olsun- ne söyleyecek?
- Ülkenin her gelir grubunun uyuşturucu sorunu var. Üstelik kullanım yaşı çocuklara kadar inmiş. Nasıl temizlenecek?
- Ekonomide istihdam nasıl, kim tarafından üretilecek?
- Üniversite mezunu sayısıyla beraber yüksek maaş beklentisi de arttı. Gençlere yüksek katma değerli iş nasıl sağlanacak?
- Erdoğan’ın ekonomik modeli Türkiye’yi ucuz iş gücüne hapsetmek; karşısına gelen alternatifin temelinde ne yatacak?
Sorun çok olduğu için de örnekler uzayıp gider.
Aday kim olursa olsun, bu temel sorunlara cevap üretmek zorunda kalacak.
Oysa bugün herhangi bir muhalif parti bu sorulara net cevaplar vermiyor.
MUHALEFETİN EKONOMİ YÖNETİMİNE NEDEN GÜVENELİM?
Bu yüzden toplumun muhalefetin ekonomiyi daha iyi yöneteceğine dair güven duymamasına şaşırmamak lazım.
Metropoll’ün Aralık 2021’de yaptığı ankete göre ekonomiyi ‘muhalefet daha iyi yönetir’ diyenlerle iktidarın yönetimine güvenenler hemen hemen birbirine eşit. Yüzde 35 ve yüzde 36…
Veri güncel değil ama neticede kronikleşen ekonomik krizin ortasından. Yani tarihi geçmiş de değil.
Böyle derin bir krize rağmen muhalefet toplumun güvenini kazanamıyor. Sebebi belirsizlik. Anlaması kolay. Araştırma şirketleri gelecek ay ‘’CHP’nin ekonomi programından haberdar mısınız?’’ diye sorsun, görün sonuçları…
Muhalefetin yapılmamış kampanyaların sonucunu tahmin etmeye çalışan, araştırmanın niteliğinden çok Youtube’daki
tık sayısı önemsenerek yapılmış anketlerin sonuçlarıyla değil; bu trajik veriyle kafayı bozması gerekiyor.
Türkiye, tarihinin en derin krizlerinden birini açıkça hükümetin aldığı kararlar yüzünden yaşıyor. Buna rağmen toplumun güvenini muhalefet kazanamıyor.
Sebebi belirsizlik…
Bunu anlamak da çok kolay.
Araştırma şirketleri gelecek ay ‘’CHP’nin ekonomi programından haberdar mısınız?’’ diye sorsun, görün sonuçları…
Haberi olmadığı şeye güven duyan insan partizandır.
2018’den alacağımız bir diğer ders ise partizan seçmenlerle seçim kazanılamayacağıdır.
Günün sonunda mitinginize katılan insan sayısı aldığınız oyla kafa kafaya kalır…
SADECE ADAYLAR DEĞİL, POPÜLER POLİTİKALAR DA SEÇİM KAZANDIRIR
Kampanyayı popüler politikalar üzerine kurmak önemli çünkü 90 günde ülkeyi nasıl yöneteceğini topluma anlatması gereken bir adayın öncelikleriyle ikna etmesi gereken seçmenin önceliklerinin birbiriyle örtüşmeli.
Yani kampanya ‘Yüzüklerin Efendisi’ şakalarıyla, ‘apoletlerini sökerim’ hıncıyla değil; bugün kendini ‘kararsız’ olarak tanımlayan 3’te 1’lik seçmenin gündemiyle ilerlemeli.
Örneğin geçtiğimiz günlerde Avustralya’da seçimleri kazanan İşçi Partisi, kampanyasını tamamen yaşlı ve çocukların bakımı ya da kamusal sağlık hizmetleri üzerine kurmuştu. Bunlar, partinin Meclis’te çoğunluğa ulaşması için ikna etmesi gereken şehirli ve iyi eğitimli seçmenin gündemiydi. Aynı zamanda da İşçi Partisi’nin popüler politikalarıydı.
Benzer bir örnek Britanya Başbakanı Boris Johnson’ın liderliğinde Muhafazakârlar’ın kazandığı 2019 seçimleri için de geçerli.
Johnson, partisinin en çok güvenildiği ‘güvenlik’ konusuna doğrudan odaklanarak ve kronikleşen Brexit meselesini ‘halletmeyi’ vaat ederek seçimi kazandı. Onun ikna etmesi gereken eğitimli ve şehirli seçmenler değil; güvenlik meselesinde sert tutumu olan ve Brexit’e oy vermiş işçi sınıfıydı.
KAMPANYANIN TEMELLERİNİ ATMAK İÇİN BEKLEMEYE GEREK YOK
Dolayısıyla muhalefetin adayı beklememesi lazım.
Aday zaten Altılı Masa’nın yetkili temsilcisi olacak. Kendi siyasi ajandasıyla sahaya inmeyecek.
Bu yüzden de o masanın ayda bir A4 kâğıt üretmek yerine, spesifik alanlarda toplumun gündemine girecek somut politika adımlarını anlatması gerekiyor.
Anlatacaklar ki kısa bir zaman sonra başlayacak seçim kampanyasında ‘aday’ ne konuşarak kazanabileceğini bilsin.
Gürültüde kaybolmamak lazım…