ABD Dünya Üzerindeki Hegemonyasını Neden Kaybediyor ve Avrupa Kış Uykusundan Uyanıyor mu?
Politikyol
Amerika, kendisini 200 yıldır farklı ve güçlü yapan değerlerden kopmakta. Siyasi gündemini takip ederseniz ülkenin nasıl da kutuplaştığını ve ekstremlerin kontrolü altına girdiğini görebilirsiniz.
1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından dünya üzerinde tek süper güç kalan ABD, özellikle 2000'li yıllarda yaşadığı krizler ve yaptığı stratejik hatalar yüzünden hegemonyasını kaybetmeye başlayan bir dev olarak gözüküyor. ABD’nin karşısında ise gittikçe güç kazanan Çin Halk Cumhuriyeti var. Peki ABD’nin dünyada tek süper güç olarak kalmasını zorlayan faktörler nelerdir?
Amerikan Toplumunun Kutuplaşması Yüzünden Yaşanan Politik Düzensizlik
ABD’deki siyasi gündemi takip ederseniz ülkenin nasıl bir kutuplaşmaya gittiğini ve iki tarafın da fanatikler ve ekstremlerin kontrolü altına girdiğini çok rahat bir şekilde görebilirsiniz. Gelecekteki dünya dengelerini tahmin etmek istersek; ABD’nin kendisini son 200 yıldır farklı ve güçlü yapan değerlerden koptuğunu ve özellikle kamuoyunun büyük çoğunluğunun dünya görüşünün gerçeklikten uzaklaştığı faktörünü düşünmemiz gerekmektedir.
Son zamanlarda Amerika'da büyük gerginliklere sebep olan ‘Social Justice’ hareketi aslında iyi amaçları olmasına rağmen destekleyenlerin bilgisizliği ve vizyonsuzluğu yüzünden sisteme karşı olan anarşiktik/plansız ve toplum tarafından dışlanan topluluklara destek vermek yerine; tam tersine zarar veren bir harekete dönüştü. ABD Martin Luther King Jr., Abraham Lincoln, James Madison gibi insan haklarını ve eşitliğini savunan toplum figürleri tarafından her yüzyılda daha da ileriye giderken günümüzde kendi özgürlükleri ve sistemini yok edebileceği bir döneme girmiş ve belki de tarihte hiç olmadığı kadar toplumsal gücünü kaybetmenin eşiğine gelmiş durumdadır. Eğer ABD’deki toplumsal gündemi takip etmiyorsanız anlattıklarım size abartılı gelebilir ama özellikle Amerikan medyasını takip ederseniz ve tartıştıkları konulara bakarsanız ne kadar ileri gittiklerini rahatça görebilirsiniz. Bu sorunlar sadece toplumsal boyutlarda kalmayıp federal hükümetin işleyişine zarar vermeye başladı.
Çin’in Dünya Sahnesine Çıkması
ABD’nin dünya sahnesinde gücünü kaybetmesinin bir diğer sebebi de karşısında tarih boyunca belki de ilk defa ekonomik olarak kendisi ile rekabet edebilecek olan Çin’in yükselmesidir. Çin 1978'de başlattığı kapitalist ekonomik reformlar ile çok kısa bir sürede inanılmaz bir başarı yakaladı, sadece 40 yılda 800 milyon insanın açlık sınırından çıkmasını sağlayıp her yıl ortalama yüzde on büyüme oranı yakaladı.
Çin, izlediği yayılmacı politikalar ve daha önceki süper güçlerin yaptığı hatalardan kaçınarak kalıcı bir süper güç olmayı şimdiden başarmış gibi gözüküyor. Çünkü Çin Sovyetler Birliği'nin aksine gücünü sadece askeri ve teknolojik olarak sağlamıyor. Çin'in henüz gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelere yaptığı yatırımlara bakarsanız, ticaret ve küreselleşme yoluyla ABD ve İngiltere'nin son 200 yıldır elde ettiği başarımları yakalamaya başlayıp hatta geçtiğini görebilirsiniz. Çin'in süper güç olmak için gereken ekonomik ve askeri güce şimdiden sahip olması ABD’nin dünya hegemonyasını kaybedemeye başlamasını açıklıyor.
Putin’in İşgali Avrupa’yı Kış Uykusundan Uyandırdı mı?
Eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Urho Kekkonen’in ilkeleri izinde Helsinki’de başlayan ve neredeyse 50 yıldır Avrupa’yı tarihinin en barışçıl ve pasif dönemine sokan bu düzen Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası çok büyük bir değişime girmek üzere.
Öncelikle Avrupa’nın neden son 50 yılda kendini bu kadar pasif hale getirip en ufak bir çatışmaya girmekten kaçtığını anlamamız gerekiyor.
Avrupalılar kendi kıtalarında yaşadıkları iki dünya savaşı sonrasında kendi aralarında savaşmanın sonuçlarını o kadar ağır öğrendiler ki Finlandiya Cumhurbaşkanı Kekkonen hem NATO hem de Varşova paktına yeni bir dünya savaşından kaçış imkânı sunduğunda tüm taraflar bu fırsata tüm imkanlarıyla destek verdi ve ekonomik iş birliği Avrupa Birliğinin kuruluşuna kadar devam etti.
Avrupalı ülkeler özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında kendilerini savunma gereksinimlerini korumaktan tehdit olmamasından dolayı vazgeçmiş ve tüm kıtayı ABD’nin koruması altına vererek sadece ekonomik ve kültür konularına ağırlık vermiştir.
Hatta Almanya o kadar ileri gitmişti ki ABD’ye kendisini koruması için ödeme yaparak savunma masrafına girmekten bile kaçınıyordu. Avrupa’da kalan son küresel güçler olan Fransa ve İngiltere ise Almanya’nın kendi sınırları dışında olan olaylara ekonomik çıkarlarına müdahale etmediği sürece hiçbir müdahale etmemesinden dolayı çok rahatsız olmasının yanında ve özellikle son 2-3 yıldır NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ve Avrupa’nın eskisi gibi kendi başının çaresine bakması gerektiğini savunuyordu. Almanya ise bu çağrılara kulak asmayarak 70 yıldır devam ettirdiği politikasının arkasından devam ediyordu. Özellikle enerji konusunda müttefikleri ile yaşadığı fikir ayrılıklarına rağmen verdiği hatalı kararlar ile 1970 yılında Arap ülkelerinin boykotu sonrası yaşanan enerji krizinde çektiği acılar sonrası ekonomisini Orta Doğu’nun enerjisinden bağımsız hale getirmek isterken kendini Rusya’ya bağımlı hale getirdi. Bunun yanında enerjide dışa bağımlığını azaltmak yerine nükleer santrallerini kapatarak enerji konusunda fosil kaynaklara muhtaç durumuna düştü.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında yaşananlardan konuşmak gerekirse ilk olarak Avrupa ülkeleri çok uzun zaman sonra bir konuda anlaşmaya vardı ve jeopolitik güvenlik açısından ne kadar savunmasız olduklarını fark ettiler. Bunu yanında uzun zamandır batı ve doğu arasında tarafsız olan İsveç ve Finlandiya ilk defa taraf seçti, son savaşına 1536 yılında giren ve o zamandan beri tarafsızlığını hiçbir zaman bozmayan İsviçre Avrupa Birliği yaptırımlarına katıldı ve belki de en önemlisi Almanya 70 yıldır uyguladığı politikasından vazgeçerek ordusunu tekrar kurmaya karar verdi ve askeri bütçesini 100 milyar dolara çıkararak dünyadaki en yüksek savunma bütçesine sahip üçüncü ülke oldu. Hatırlarsınız ki Rusya Ukrayna’ya saldırmadan önce önemli NATO ülkeleri Ukrayna’ya silah yardımı yaparken Almanya sadece 10000 kask yollamayı kabul etmişti ve bu karar dünya kamuoyunda büyük yer bulmuştu. Almanya’nın bu kadar hızlı şekilde politika değişmesinde Ukrayna’nın savaşın başlamasından itibaren hükümete yapılan kamuoyu baskısı ile özellikle sosyal medyada topladığı sempati ve Rusya’ya karşı kazandığı medya savaşının çok büyük bir etkisi var.
Tüm bunları değerlendirdiğimizde Putin’in NATO’nun yaşadığı fikir ayrılıkları ve sorunları fırsat bilerek Doğu Avrupa’da gücü tekrar ele geçirmek için Ukrayna’ya saldırması Avrupa ve NATO’yu birleştirdiğini ve bir süredir dünya zirvesinden düşen Avrupa’nın ekonomik gücünün de yardımıyla tekrardan çok önemli bir küresel süper güce dönüşmesinin olası olduğunu görebiliriz.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi