Erdoğan’ın AB üyeliği hedefinin gerçeğe dönüşmesi ancak iç ve dış politikada köklü siyaset değişikliği ile mümkün olabilir. Bu açıklaması gerçekçi bir hedeften ziyade iç politika için bir tartışma malzemesi olmaktan öte anlam taşımaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO’ya üye olmak isteyen İsveç’in adaylığını görüşüleceği NATO Zirve’si yolunda, onay şartını, Türkiye’nin AB üyelik yolunun açılması şartına bağladı.
Hoş aradan geçen 6-7 saat sonra, AB üyelik yolu açılmadan, İsveç’in NATO yolu yine Erdoğan tarafından açıldı. İktidara yakın medyanın yazdığı gibi Erdoğan’ın değil ABD’nin dedikleri oldu. Güç, oyunu bozdu, hayal değil gerçek gelip geldi.
Peki Türkiye’nin AB üyelik yolunun yeninde açılması mevcut koşullarda ne kadar mümkün?
Bu gerçekçi bir hedef mi?
Erdoğan’ın bu talebine İsveç ve ABD’den destek gelse de, AB yetkilileri gerçekçi açıklamalarla iki sürecin birbirinden bağımız ve farklı olduğunu ifade ederek, bunun şimdilik zor olduğunu ima etmiş oldular.
Bugün AB ya da bir başka ülke ile ilişkilerde bir iyileşme olacaksa bu ancak Türkiye’nin daha fazla taviz vermesi ile mümkün olacak. Çünkü artık masaya eşit şartlarda değil daha zayıf olarak oturmak durumunda kalıyoruz.
DIŞ POLİTİKA DEĞİŞİYOR MU?
28 Mayıs seçimleri sonrasında Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan görünen o ki dış politikada yeni hareket alanları açmak istiyor. Bu bağlamda son dönemde dış politikada rotanın yeniden Batı ve ABD’ye kaydığı açık açık görülüyor.
Bunun pek çok nedeni var.
Kuşkusuz ilk neden ekonomik. Her şey rağmen Türkiye ekonomisi büyük ölçüde Batı’ya entegre. Ve ülkenin içinde olduğu ekonomik zorlukları aşmada dışardan gelecek doğrudan yatırımlar çok önemli hatta olmazsa olmazlar arasındadır.
Peki Erdoğan’ın üyelik hedefi mevcut koşullarda gerçekçi bir talep midir?
Türkiye’nin yerinin ve yönünün değerler bağlamında Batı olması gerektiğini savunan biri olarak, mevcut koşullarda üyeliğin gerçekçi bir hedef olmadığını düşünüyorum.
Bu hedefin gerçeğe dönüşmesi ancak Erdoğan’ın iç ve dış politikada köklü siyaset değişikliği ile mümkün olabilir.
Erdoğan’ın bu açıklaması gerçekçi bir hedeften ziyade iç politika için bir tartışma malzemesi olmaktan öte anlam taşımaz.
Ki, çok uzağa gitmeden Erdoğan’ın AB konusundaki aşağıda anacağım iki açıklaması bu hedefin neden gerçekçi olmadığını göstermektedir.
Erdoğan, 2020 yılında Doğu Akdeniz’de yaşanan krizi üzerine AB’ye yönelik olarak; “
Tartışmalarda Akdeniz'de adil bir tutum takınmazlar ise bu durum AB'nin sonunun geldiğinin resmen ilanı olacak” ifadelerini kullanmıştı. Bir anlamda AB için bir son tariflemişti.
Yine aynı yıl 26 Ekim 2020 tarihindeki bir konuşmasında da Avrupa’ya; “
Siz gerçek manada faşistsiniz. Siz gerçek manada Nazi’nin zincir halkalarısınız” diyerek seslenmişti.
Bu ve çoğaltılacak örnekler esas olarak Erdoğan’ın zihnen AB’ye ve Batı’ya bakışını ortaya koymak açısından önemlidir.
Dahası bunlar siyasi konjonktürden bağımsız olarak Erdoğan’ın resmi görüşlerinden ziyade öz fikirleridir.
Türkiye AB üyeliği konusunda 2008 yılına kadar hayli mesafe aldı. Buna karşı AB, özellikle 2008-2010 döneminde Türkiye’yi yeni fasıllar açarak teşvik etmek yerine çıkardığı zorluklarla üyelik yolunu büyük ölçüde kapalı tuttu.
AB’NİN HATALARININ BÜGÜNDE PAYI VAR
Diğer yandan Türkiye’nin AB üyelik hedefi siyaseten de gerçekçi görünmemektedir. Sonuç olarak AB ile ilişkilerimiz, 2016 yılından itibaren kesilmiş olması gerçeği önümüzde durmaktadır.
2015-2016 yılında gündeme gelen vize serbestisi AB’nin şart koştuğu Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılmayan bir değişiklik nedeniyle gerçeklemedi.
O dönem Erdoğan ve AKP’den AB’ye yönelik gelen eleştirinin temelinde; “AB’nin yolu ayrı, bizim yolumuz ayrı” mealinde oldu.
Kaldı ki bu süreç içinde yenilenmesi gereken Gümrük Birliği Anlaşması da henüz yenilenebilmiş değil. Üyelik müzakereleri fiili olarak kesilmiş durumda.
Kopan ilişkilerin bir nedeni AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması, ikinci nedeni de 2017 referandum ile kabul edilen ve 2018’de hayata geçirilen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi’dir.
Çünkü o dönem AB’nin pek çok alt kurumu bu referandumla hayata geçirilecek anayasanın AB değerlerine, anlayışına başta hukuki olarak uymayacağını açıkladı.
Oysa Türkiye AB üyeliği konusunda 2008 yılına kadar hayli mesafe aldı. Buna karşı AB, özellikle 2008-2010 döneminde Türkiye’yi yeni fasıllar açarak teşvik etmek yerine çıkardığı zorluklarla üyelik yolunu büyük ölçüde kapalı tuttu.
Bu süreçte, AB, üyelik konusunda daha teşvik edici olsaydı, başka bir tarih yazmak mümkün olabilirdi.
AB’nin Türkiye’ye mesafe aldığı bu dönemde, 2010 sonunda Tunus’ta başlayan ve Arap Baharı anılan süreç, AK Parti için başka bir siyasallaşmanın yolunu açtı.
O dönem Arap Sokağı’nda güçlü bir figür olan Erdoğan, bu güç de dahil olmak üzere, Müslüman Kardeşler ile kurduğu ideolojik bağ üzerinden Yeni Osmanlıcılık hayaline kapıldı. Ve bu tarihten itibaren AKP ve Erdoğan, sadece AB ile değil ABD ile de ulus-devlet Türkiye olarak değil kendine biçtiği İslam Dünyası lideri rolü ile ilişki kurmaya çalıştı.
Ancak bu temelsiz bir liderlik hayali idi ve önce Suriye, sonra da Mısır’da çöktü. Ama bu hayalin Türkiye’ye maliyeti ağır oldu. Son olarak Mısır ile ilişkiler normale döndü ama Geride kalan ve siyasi maliyeti olan bir 10 yıl var.
2013 Gezi sonrası süreçte başta hukuk ve demokrasi alanında yaşana geri dönüşler ve son olarak yeni yönetim sistemi AB ile süreç tamamen kesildi.
Eğer bugün AB ya da bir başka ülke ile ilişkilerde bir iyileşme olacaksa bu ancak Türkiye’
nin daha fazla taviz vermesi ile mümkün olacak. Çünkü artık masaya eşit şartlarda değil daha zayıf olarak oturmak durumunda kalıyoruz
AĞIR MALİYETLİ DÖNÜŞ
Bütün bunlar ortadayken Erdoğan’ın AB üyelik hedefi açıkça samimiyeti sorgulamaktan öte gerçekleşmesi imkansız bir hedef gibi durmaktadır.
Sonuç olarak, uluslararası ilişkilerde büyük ölçüde realist pozisyonlar geçerli. Eğer bugün AB ya da bir başka ülke ile ilişkilerde bir iyileşme olacaksa bu ancak Türkiye’nin daha fazla taviz vermesi ile mümkün olacak. Çünkü artık masaya eşit şartlarda değil daha zayıf olarak oturmak durumunda kalıyoruz.
Ama şu bir gerçek bu yönetim anlayışı ve bu sistemle AB üyelik hedefi de, ekonominin iyileşmesi de zor.