ü
Ekonomi politikasında kademeli olarak geleneksele dönüşü ifade eden normalleşme ve sadeleşme yönündeki tercihler 2023’ün ikinci yarısında bir ölçüde etkili oldu. %40’ı aşan politika faizi ve buna paralel olarak kredi-mevduat faizlerinde %50’ler etrafında şekillenen oranlar, kanaatimizce henüz yeterli düzeyde olmasa da, parasal aktarım mekanizmasına yeniden işlerlik kazandırdı.
TCMB’nin parasal sıkılaşma olarak tarif ettiği, faiz artışı, miktarsal sıkılaşma ve selektif kredi araçlarını içeren para politikasının doğası gereği gecikme ve belirsizlikler içermesi nedeniyle önümüzdeki süreçte hangi ölçüde talep ve finansman üzerinde baskı oluşacağını göreceğiz. 2023’ün ikinci yarısında atılan adımların ağırlıkla 2024’ün ilk yarısında etki doğuracağını belirtebiliriz.
Ancak mevcut faiz oranlarının talep üzerinde arzu edilen baskıyı oluşturamayacağını düşünmekteyim. Bunun ana sebebi ise gerçekleşen ve beklenen enflasyona göre mevcut faiz oranlarının yetersiz kalmasıdır. Yılın ilk yarısında %70 etrafında şekilleneceği öngörülen bir enflasyon ve piyasanın %45’ler dolayında umduğu yıl sonu enflasyona göre mevcut faizler yetersizdir. Ekonomi yönetiminin kredibilitesinin zayıf olduğu dönemlerde beklenen enflasyon kavramı oldukça muallaktır; ülkemizde ağırlıklı olarak gerçekleşen enflasyon, hatta yaşanan enflasyon fiyatlama davranışlarına yön vermektedir. Bu nedenle politika faizinde standart Taylor Kuralı değil, bu kurala gerçekleşen enflasyonun da enjekte edildiği bir denklem Türkiye gerçeğine daha uygundur.
TCMB’nin parasal sıkılaşma adımlarında sona gelindiğine dönük açıklamasını zamanlaması doğru olmayan bir niyet beyanı olarak görebiliriz. Esasında farklı bir dil ile bir süre gelişmelerin gözlemleneceği belirtilerek faiz artışında bir duraksamaya işaret edilebilirdi. Çünkü henüz enflasyondaki katılık ya da yapışkanlığın derecesini doğru şekilde gözlemlemek için yeterli zaman geçmemiştir. Seçim öncesi ve sonrası muhtemel eko-politik adımlardan kaynaklı riskler dikkate alınarak bu tür bir açıklama için en erken Nisan ayı beklenebilirdi.
TCMB’nin tahvil piyasasına yabancı sermayeyi çekmek amacıyla bu tür bir açıklama yapmış olması muhtemeldir. Ancak TCMB’nin yoğunlaşması gereken ilk nokta kredibilitesini muhafaza etmektir. Enflasyonda beklenmeyen gelişmeler karşısında beyanlarının aksine bir politika izlediğinde TCMB’nin uğrayacağı kayıp ve hedeften şaşma çok daha büyük olacaktır. Enflasyonda öngörülen düzeyde düşüşün yaşanmaması, yabancı sermaye girişinde arzulanan büyüklüğün yakalanamaması ve bu durumla bağlantılı olarak döviz kurunda muhtemel yukarı yönlü bir hareket yakın vade için risklerdir. Bu riskleri göz ardı ederek şifahi yönlendirmelerle piyasanın yönünü tayin etmeyi beklemek maalesef TCMB’nin gücünü ve kredibilitesini aşan bir yaklaşımdır. Sözlü yönlendirme (Forward Guidance) ve Taylor Kuralı fiiliyatta FED ve ECB gibi kurumlara ve Türkiye gerçeğini bir kenara koyarak Batı standartlarında para politikası dersleri veren üniversitelere uygun kitabi kavramlardır.
ENFLASYONLA MÜCADELEDE BAŞARIÜzerinde durulması gereken nokta; enflasyonun gerilemeye başlayacağı oran değil, başlayacak gerilemenin duracağı ya da direnç sergileyeceği orandır. Zaten baz etkisiyle ve atılan sıkılaştırıcı adımların katkısıyla 2024’ün ikinci yarısında enflasyonun düşmeye başlaması olağandır. Örneğin, 2022 yılı ortalarında %85’e ulaşan TÜFE, seçime gidilen süreçte enflasyonu besleyen genişletici maliye ve para politikası izlenmesine rağmen, büyük bedeller karşılığında enflasyonla mücadelede sadece döviz kurunun baskılanmasıyla 2023 Mayıs ayında %39’a gerilemiştir.
Dolayısıyla çok yakın bir geçmişte, kuru baskılamak dışında enflasyonla mücadeleye yer vermeyen bir politika döneminde dahi enflasyon belirli bir oranda düşmüştür. Ancak baskılanan kurun gerçek durumu yansıtmaması ve sürdürülemezliği nedeniyle Mayıs seçimleri sonrasında döviz kuru 19 TL’den 27 TL’ye süratle çıkarken, aylık enflasyon %10’a, yıllık enflasyon %62’ye ulaşmıştır.
İçinden geçmekte olduğumuz sürecin yakın geçmişteki tecrübeden farkı ise döviz kurunun bir ölçüde sınırlı artışına izin verilmesi ve enflasyonla mücadelede daha net tutum sergilenmesidir. Öngörüm; cari faiz oranları ve parasal sıkılık düzeyinin enflasyonda %40’lara doğru gerilemeye izin vermesi ve daha sonra enflasyon ataleti, katılaşmış beklentiler ve dirençle karşılaşılmasıdır. Bu nedenle enflasyonla asıl mücadele ve başarı, enflasyonun kalıcı şekilde ilk etapta %30’un altına, daha sonrasında ise %10-20 aralığına kadar çekilmesi ile gerçekleşecektir. Tüm uzmanların da ifade ettiği üzere enflasyonu %40’a düşürmek, %40’daki enflasyonu %20’ye düşürmekten ve %20’deki enflasyonu %10’a düşürmekten çok daha kolaydır. Bu nedenle enflasyonu %40’a düşürmek başarı değil, hazırlık antremanıdır.
ÜRETİMDerin bir yoksullaşma yaşanmasına karşın, beklenen ve yaşanan enflasyonun yüksekliği ve parasal sıkılaşmanın yetersizliği nedeniyle henüz talep, arz ve kredi tarafında yeterli dengelenme meydana gelmemiştir. Ayrıca iç talebin sönümlenmesi ve dış talebin belirsiz seyrine bağlı olarak mevcut enflasyon-yoksulluk-bölüşüm krizinin bir üretim krizine evrilme olasılığı da güçlü şekilde mevcuttur. Özellikle sanayinin her dalının desteklenmesi ve sanayi ile diğer sektörler arasındaki kredi maliyetini farklılaştıracak adımların atılması yararlı olacaktır.
Örneğin, sanayi dışı sektörlerin kredi faizleri üzerinden hesaplanacak ilave bir verginin sanayi sektörü kredilerinin maliyetinin düşürülmesi için kullanılması ve bankaların sermaye yeterliliğinde kullanılan risk ağırlıklarının sektör bazında çok daha keskin şekilde farklılaştırılarak bankaların kendi tercihleriyle belirli sektörlere yönelmesi sağlanmalıdır.
2021 sonrasında öngörülebilirlik, yatırım ve sermaye bakımından kayıplar yaşasa da ciro ve kârlılık anlamında bir ölçüde güçlenen reel sektörün kaçınılmaz olarak iç-dış talep daralmasından dolayı bir fatura ödeyeceği açıktır. Mesele finansman maliyeti değil, talebin gidişatıdır. Ancak mevcut politikaların ve küresel görünümün talebi baskıladığı düşünülürse, belirli sektörlere en azından finansman tarafında daha fazla destek sunulabilir.
DÖVİZ KURU VE YABANCI SERMAYE Döviz kurunda yukarı yönlü bir düzeltme beklentisi, yabancı sermaye girişine dönük kırılgan öngörüler ve dış politika kaynaklı riskler iktisadi aktörleri her daim uyanık ve tedirgin tutmaktadır. Türkiye’nin mevcut güvensiz ortamı ve siyasi sistemin kapalı devre çalışması nedeniyle tedirginlik yaratan tüm bu olumsuz koşulları kısa vadede olumlu yöne çevirebilecek tek bir değişken mevcuttur: yabancı sermaye girişi.Çünkü yabancı sermaye girişi, hem döviz kurundaki yukarı yönlü atak ihtimaline ve ekonomi yönetimine duyulan güvensizliğe, hem de dış politika kaynaklı risklerin hangi ölçüde mevcut olduğu yönündeki soru işaretlerine ciddi bir cevap niteliğindedir. Yurt içi kurum ve politikalar öylesine aşınmıştır ki beklenti yönetme kabiliyetleri çok zayıflamıştır. Bu durum en azından döviz kurundaki istikrarın enflasyona katkısı bakımından dahi anlamlıdır. Hâlihazırda TL’nin %20 dolayında değerli olduğunu ve bunun kur atağı potansiyelini beslediğini düşünmekteyim.
Hâlihazırdaki görece sıkı para politikasının sebebiyet verdiği maliyet ile bu krizi aşabilmek zordur. Eğer yabancı sermaye girişi sağlanamazsa yukarıda işaret ettiğimiz %40’ların altına doğru bir enflasyon gerilemesinde katlanılacak maliyet çok daha yüksek olacaktır. Çünkü iktisadi birimler nezdinde her an aksi yönde değişebilecek tutum ve duygu kırılmaları ve dalgalı beklentiler egemendir. Sadece ekonomik açıdan değil, fikri ve düşünsel bakımdan da denge söz konusu değildir.
Yabancı sermaye girişinin sağlanamaması ve döviz kurunda bu tür yüksek bir artışın gerçekleşmesi hâlinde mevcut politikanın ve hedeflerin büyük bir darbe yiyeceği de açıktır. Bu nedenle ekonomi yönetimi hem ihtiyaç, hem de kendi itibarı ve politikalarındaki tutarlılık adına yoğun şekilde sermaye arayışındadır. Oysa son birkaç ayda kur artışına biraz daha izin verilseydi şu anda bu tür bir stres bulunmayacaktı. Daha yüksek kur enflasyonu belki sınırlı olarak yukarı çekebilirdi ama ekonomi yönetimine çok daha geniş bir alan tanır ve mevcut baskıyı azaltır; hâlihazırda kur artışını bekleyen kesimlerin bu beklentisine son vererek TL’ye geçişi hızlandırabilirdi.
Tahminimce, yerel seçimin hemen sonrasına kadarki süreçte (Nisan-Mayıs aylarına kadar) yeterli sermaye girişi sağlanamazsa döviz kurlarında bir artışla yabancı sermaye girişi teşvik edilmeye çalışılacaktır. Kur artışının bu şekilde meydana gelmesi yürütülen politikalara darbe niteliğinde olsa da sermaye girişinin bozulmayı telafi edebileceği düşünülecektir.
Diğer yandan son dönemde rezervlerin artığı, TCMB’nin müdahale alanının genişlediği ve kurun kontrol edilebileceği yönündeki yaklaşım ise pratikte geçerli değildir. Çünkü TCMB döviz kuruna müdahale etmeyeceğini ve rezervleri artıracağını ısrarla taahhüt etmektedir. Döviz kuruna müdahale amacıyla sebebiyet verilebilecek rezerv erimesi doğrudan izlenen politikaların inandırıcılığını zedeleyecek ve beklentiler bozulacaktır.
Geleneksel politikalara dönüş bir rasyonalite ve hazır reçete içermektedir. Reçetelerden biri kurun piyasada saptanması, diğeri ise rezervlerin artırılmasıdır. Swap sonrası rezervlerin negatif olduğu bir ortamda brüt ve net rezervlerin de gerilemeye başlaması zaten yeniden geleneksel politikadan sapma anlamına gelecektir ki bu durum sınırlı ölçüde inşa edilen güveni tamamen ortadan kaldıracaktır.
Bu değerlendirmelerimiz kısa vadeli gelişmelere dönük olup, orta-uzun vadede belirleyici olan faktör ise, 2023 seçimleriyle farklı bir aşamaya geçmiş olan ve kapalı devre çalışan siyasi sistemin hareketleri, yönelimleri ve kendi içindeki sarsıntılardır.
EKO-POLİTİKEkonomiye dönük beklentileri politik gelişmelerden ayrı olarak düşünmek mümkün değildir. İktidarın ekonomi politikasına yön verecek en önemli muhtemel gelişmelerden biri de çaptan düşmüş muhalefetin iktidarı zorlayabilme kapasitesine yeniden kavuşabilmesidir.
2023 seçimleri muhalefet adına ağır bir yenilgi ile sonuçlanmıştır. Çok sayıda itiraz ve çekincesi bulunan kesimler iktidar değişikliğine duydukları özlemle başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’na destek vermiştir. İttifak kurulmasına geniş kesimler olur verirken, ittifakın yürütülüş tarzı ve çok küçük partilerin ittifaka konum ve yön tayin etmesi büyük rahatsızlıklara yol açmış, ancak değişim özlemi yeterli tepkinin gösterilmesini engellemiştir. (Seçime dair analizimi 4 Haziran 2023 tarihli “2023 Seçimi, Cumhuriyet ve CHP” başlıklı yazımda ifade ettim.)
Cumhuriyet ve CHP değerlerine çok uzak bir kadro, partinin kurullarını, ilkelerini ve değerlerini ıskartaya çıkararak, son derece bilinçli ve sistematik şekilde ‘ittifak ve daha fazla oy kazanma’ maskesi altında partinin kaynaklarını diğer partilere aktarmış ve seçim sonuçlarının bu şekilde oluşmasına katkı sunmuştur. CHP üzerinden yaratılan tahribatın karşılığı önümüzdeki süreçte anayasa değişikliği oylamalarında ödenecektir.
2023 seçiminin tarihi anlamını ve sonucunun ülke adına yarattığı kaybı gayet doğru idrak eden (idrak edemeyen değil), ağır mağlubiyeti farklı şekilde sunan, %48’lik oyu CHP’nin oyu gibi pazarlayan ve ‘seçimdir; kazanılır da, kaybedilir de, esas olan birliktir’ gibi son derece iğreti açıklamalarla toplumla dalga geçen eski parti yönetimi, partinin kaynaklarını diğer partilere bilinçli olarak aktardıktan sonra siyaset ve toplumun geniş kesimleri arasındaki bağı kopararak ülkeyi muhalefetsiz bırakmaya yeltenme aşamasında parti tabanından kırmızı kart görmüştür.
Ama bazı şeyler için çok geç kalınmıştır. Artık muhalefetin çok daha dar bir alanı mevcuttur ve kendisine düşen ana görev olabildiğince tutarlı, kucaklayıcı ve disiplinli şekilde çalışmak ve rakibinin hatalarını beklemektir. İktidar, ekonominin daha da dip noktalara gitmesine sebebiyet vermek ya da dış dünyadan kopmak türünden ciddi hatalar yapmazsa, yerel seçimler haricinde muhalefetin genel seçimlerde kazanma ihtimali sıfırdır. Çünkü sistem artık değişmiştir. Ancak kapalı devre çalışan her sistem muhakkak hata ve arıza yapar.
Hâlihazırda dağınık muhalefet karşısında iktidar net bir moral üstünlüğe sahiptir, ancak genel seçimlerde iktidarı desteklemesine karşın izlenen politikalardan ve ekonomik gidişattan rahatsızlık duyan kesimlerin tepkisini yerel seçimler üzerinden göstermesi de muhtemeldir. 2019 seçimlerinde muhalefetin asıl başarı kaynağı bu husustur. Bu nedenle başabaş bir seçim olacağı belirtilebilir.
Yerel seçim önemlidir; ama iktidar için asıl mesele yeni anayasadır. Bugüne kadar tecrübe ettiğimiz üzere, siyasi sistemin katılaştığı bir ortamda ekonomik sistem tam rekabet koşullarına uygun bir serbestleşme rotasında ilerleyemez.