Irak işgalinin üzerinden 20 yıl geçti. Geride kalan 20 yılın ortaya çıkardığı tabloyu ve bölgede yaşanan gelişmeleri İslam Özkan yazdı Irak işgalinin 20. Yıldönümünde, işgalin yol açtığı yıkım ve tahribat unutulmuş görünüyor. Bugün bölgede yaşanan sorunların en azından bir bölümünün Irak işgaliyle birlikte ortaya çıkan kaos ve istikrarsızlığın ürünü olduğunu söylemek mümkün. İşgal, aslında uluslararası hukukun özellikle bir süper güç söz konusu olduğunda kurmacadan ibaret olduğunu net bir şekilde bizlere gösterdi. O dönemde gerek BM Genel Kurulu gerekse Güvenlik Konseyi’nde yaşanan tartışmaları şöyle bir hatırlarsak, önleyici saldırı adı altında işgalin nasıl meşrulaştırıldığını, bu hukuksuz eylemi kabul ettirmek için dünyaya kitle imha silahlar yalanının nasıl pazarlandığını görürüz. ABD, işgali kabule istekli olmayan Batılı olanları da dâhil birçok ülkenin itirazına rağmen bu işgali, BM’ye ve uluslararası topluma dayatmıştır. Her işgal ya da haksız eylem, kendisini mutlak iyinin temsilcisi, karşıtını da mutlak şer ya da şeytanın müttefiki olarak gösterme eğilimindedir. Bu işte uzman ve filmlerinin çoğunu bu ikilem üzerine kuran Holywood, ABD’ye bu anlamda ilham kaynağı olmuş görünüyor. Ya da Holywood’un mevcut eğilime sadece ayna tutma gibi bir işlev gördüğü de söylenebilir. Nitekim Irak işgal edilmeden önce ABD, kitle imha silahları ve el Kaide başta olmak üzere birçok yalana başvurarak dünya kamuoyunu Irak ve Saddam’ın ekarte edilmesi gereken bir şeytan olduğu fikrine iyice hazırlamak için elinden geleni yapmış, kısmen de başarılı olmuştu. Kimse işgalin bugün Ortadoğu’da yaşanan kaosta payı olmadığını söyleyemez. Irak’ın işgalinin siyasi, güvenlik, hukuki, toplumsal ve ekonomik sonuçlarıyla bugün başa çıkmaya çalışıyoruz. Irak'ın işgali, ABD'nin küresel büyük stratejisi, ABD'nin Ortadoğu'daki stratejik çıkarları ve Bush'ta mücessem hale gelen neo-con iktidar koalisyonunun çıkarları düzeyinde analizlerle daha iyi anlaşılabilir. Irak işgali, işbaşındaki neoconların ABD'nin küresel hegemonyasını silah ve işgal yoluyla yeniden tesis etmeyi hedefleyen büyük bir stratejiye dayanmaktaydı. “Yeni Amerikan Yüzyılı” Projesi bunun için kurgulanmıştı.
ABD’nin “yaratıcı kaos” olarak nitelediği bu stratejisi nedeniyledir ki Irak hala kendine gelememiş, otoriter yönetimden kurtulan Irak halkı, can güvenliğinin olmadığı bir coğrafyada kaos içerisinde sağa sola savrulmak zorunda kalmıştır.
2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi adıyla kamuoyuna sunulan Bush doktrini, bir taraftan bölgede tam bir hegemonya inşa etmeyi amaçlarken öte yandan da savaşı bir üst aşamaya taşıyarak önleyici saldırılarla düşmana darbeler vurmak, onu daha harekete geçmeden yok etmek gibi bir strateji geliştiriyordu. Dünya öylesine bir dayatmayla karşı karşıyaydı ki terörizme karşı savaşta ABD'nin yanında olmayan devletlerin düşman konsepti içerisinde değerlendirileceği vurgulandı. Küresel mücadele stratejisinin bir parçası olarak mücadele, savaş alanından entelektüel alanda da taşınarak tek meşru modelin liberal ABD modeli olduğu iddiası dayatılmaya çalışıldı. Gücü bütünüyle dış politikasının eksenine yerleştiren Bush doktrini ve neo-concu tasavvur, küresel hâkimiyeti sağlamak için çok boyutlu bir savaş konseptine sığınmaktaydı. Arap Baharı sonrası çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkan selefi aşırılık ve IŞİD tarzı yapılanmaların Irak işgalinin doğrudan sonucu olduğunu söylemek bile zait. Irak’ta Amerikan güçlerine karşı mücadele veren el Kaide ve türevleri, Arap Baharı patlak verdiğinde kendilerini yeniden üretebilecekleri velud bir alan buldular, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta İngiltere büyüklüğünde toprak parçasını ele geçirmesi bu sayede mümkün oldu. Kısacası işgalin faturası ağır olmuş ve sadece Irak değil diğer bölge ülkeleri de bu işgalin faturasını ağır bir şekilde ödemek zorunda kalmıştır. ABD’nin işlediği en büyük yanlış, Irak’ta kurumların yok edilmesiydi. ABD, sadece Irak ordusunu yok edip yeniden yapılandırmakla kalmadı aynı zamanda diğer vergi dairesi, nüfus müdürlüğü gibi sivil kurumları da yıkıp devleti yeniden inşa etme gibi akla mantığa sığmayacak bir hedef belirledi. ABD’nin “yaratıcı kaos” olarak nitelediği bu stratejisi nedeniyledir ki Irak hala kendine gelememiş, otoriter yönetimden kurtulan Irak halkı, can güvenliğinin olmadığı bir coğrafyada kaos içerisinde sağa sola savrulmak zorunda kalmıştır. Kaosu bölgede derinleştiren bir başka unsur ise mezhepçiliğin yaygınlaşması oldu. Lübnan’daki taifeci sistemin aynısının Irak’ta hayata geçirilmesi, ülkenin kimyasını bozdu, yüzyıllar boyu kardeşçe yaşayan topluluklar, birbirlerine düşman oldular. Irak’ta mezhepçiliğin alevlenen yalazı, bütün bir bölgeyi sardı, kadim medeniyetlere beşiklik eden bu ülkeleri yakıp kül etti.