İstiklal Caddesi, İstanbul’a yolu düşen herkes için buluşma noktası. Son yıllarda o eski halinin olmayışından haklı olarak şikayet etsek de İstiklal var olmaya devam ediyor. Buna katkı sağlayanlardan biri de sergi alanları. Ben de bu alanlardan birini, Vehbi Koç Vakfı kuruluşu olan Mehşer’i ziyaret ettim ve tecrübelerimi paylaşmak istedim. 1905 tarihli haritada “Friedmann Apartmanı”, 1932 tarihli haritada “Meymaret Han” ve Cumhuriyet döneminde ise “Meymenet Han” olarak bilinen bina 2019 yılından beri Osmanlı Türkçesinde “sergi mekanı” anlamına Meşher adında bir sanat alanı. Bu bina daha önce bu köşede konuştuğumuz Arter’di.[1] Şimdi ise yeni adıyla “Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar” adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın üstlendiği bu sergi Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan eserlerden oluşuyor ve 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan beş yüzyılın İstanbul’una yer veriyor. Sergide yer alan 100den fazla eserin hepsi Batılı sanatçılara ait. Serginin amacı ise Batılıların gözünden İstanbul’u anlatmak. Daha doğrusu, Batıların İstanbul’u nasıl gördüğünü göstermek. Üç kata yayılan bu sergide yağlı boya tablolarından suluboya defterlerine, nadir kitaplardan albümlere, panoramik fotoğraflardan haritalara, İstanbul yadigarlarından afişlere kadar birçok eser yer alıyor. İstanbul’un farklı bölgelerinden boğaz manzaralarını, gündüzü, günbatımı bazense gecesini, Pera yangınlarını, yeşillikler veya karlar altındaki İstanbul’u görebildiğiniz bu sergi isminin hakkını veriyor. Sergi ilk olma özelliğine sahip birçok esere de sahip. Barker’ın 1800 yılında Galata Kulesi’nin tepesinden çizdiği eskizlerle oluşturulan bilinen en eski İstanbul panoramasını da, İstanbul’un ilk fotoğraf stüdyolarında çekilen fotoğrafları da görebilirsiniz. Peepshow denilen izleme kutularından ise İstanbul hayatını izleyebilirsiniz. Sergide yer alan eserler çok farklı kişilere ait. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir adlı eserinden tanıyabileceğiniz Melling’in eserlerini görebildiğiniz gibi hiç tanımadığınız bir gemi kaptanının seyir defterini de görebilirsiniz. Benim en ilgimi çeken şey ise bazı sanatçıların İstanbul’u hiç görmeden resimleri çizmiş olması. Topografik olarak mümkün olmadığı söylenen çizimler bu sanatçıları ele veriyor. Sergide öğrenmekten keyif aldığım şeylerden biri ise bazı sanatçıların eserlerine imza atmak yerine tabloların bir köşesine kendilerini çizmesi. Kim olduklarını söylemiyorum, gidince siz bulmaya çalışırsınız! Sergide sevdiğim şeylerden biri ise İstanbul’un uyandırdığı meraka şahit olmak. Görmedikleri bir şehri çizme çabalarının yanı sıra, Alman Konsolosluğu’nun İstanbul’a gelişinde hemen İstanbul resmi çizdirmesi, tabaklar veya tepsilerde İstanbul’a yer verilerek “taşınabilir İstanbul”un yaratılması ve Avrupa’ya pazarlanan İstanbul yadigarlarının çokluğu bunun göstergeleri. Bunları fark edince de, her şeye rağmen, bu şehrin bir parçası olduğum için kendimi mutlu hissettim. Serginin sevdiğim bir başka özelliği de eserlerin detaylarına yer veren ve 15 saniyede bir değişen ekranların bulunması. Sergiyi gezerken tüm eserleri tam anlamıyla inceleyemeseniz de bu ekranları izlerseniz fark etmediğiniz detayları görebilirsiniz. Meşher’in duvarlarında ayrıca İstanbul’a ilişkin yazılanları da okuyabilirsiniz. Namık Kemal’in İntibah romanından ya da Şükufe Nihal’in Yangın şiirinden alıntılar bunlardan bazıları. Yolunuz İstiklal’e düştüğünde Meşher’e uğramanızı ve ücretsiz olan bu sergiyi bir saatinizi ayırıp gezmenizi tavsiye ederim. İstanbul hayranı olarak ben çok beğendim. Bu yazıyı da sergide yer alan İstanbul’u en iyi anlattığını düşündüğüm alıntılardan biriyle bitiriyorum: “İstanbul bir Babil, bir dünya, bir kaos. - Peki güzel mi? - Fevkalâde. - Çirkin mi? -Korkunç derecede. - Beğendin mi? - Büyülendim. - Kalacak mısın? - Nereden bileyim! Başka bir gezegende ne kadar kalacağını kim söyleyebilir?” (Edmondo de Amicis, Constantinople, 1877) Bir sonraki tecrübede görüşmek üzere. [1] https://www.politikyol.com/arterde-bir-gun/