Ülkenin bürokratik bir güvenlik devletine dönüşmemesi mahallenin iknasında geçmekte. Bu seçmenin-mahallenin iknası ve dönüşümünün öncelik sorumluluğu ise reformcu demokratik sağ siyasette. Geçen yazımızda her seçim öncesi “Erdoğan neden kazandı” yazısının cepte olmasının gerektiğine dair bir ironi yapmıştık. Aynı ironiyi her seçim öncesi “Muhalefet neden kaybetti” üzerine de yapmak mümkündür. Bu yazıyı da muhalif sağ siyasetin muhafazakâr mahalleyi fıkradaki Karadenizli Temel’in dediği gibi gram ikna edememesinin nedenine dair ironiyle devam ettireceğiz. Altılı Masa düşüncesi ve bunun hayata geçirilmesi ekseri aydınlarımız tarafından siyasal tarihimiz açısından umut verici ve heyecanlandırıcı bulunmuştu. Masa Osmanlı ve Türk modernleşmesinin farklı eğilimlerini bir araya getiriyordu. Sosyal bir kontrat özelliğini de taşıyordu. Oldukça teknik detayları da içeren bir yol haritasını da vazediyordu. Özellikle ekonomi kadrosu uluslararası çaptaydı. Bir veçhesiyle de dönemin yıpranmamış nitelikli siyasetçi ve bürokratlarını da bünyesinde bulunduruyordu. Ancak seçim sonuçları bu vizyona mahallenin hiçbir şekilde ikna olmadığı ve bunu içten bulmadığını bizlere gösteriyordu. Mahallenin gerçek rasyonel ticari burjuvazisi, aydınları ve sağduyuluları ise son yıllarda uygulanan politikaların özellikle ekonomi, ulusalcılık ve kutuplaştırma boyutlarından oldukça rahatsızdılar. Kendilerince makul ve onurlu bir çıkışın gösterilmesini bekliyorlardı. Bu çıkışın sinyali 2018’de Sayın Abdullah Gül’ün adaylık çıkışı ile verilebilirdi. O zamanki iktidar telaşını bundan da anlayabilirdik. Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan’ın Gül’ün onursal başkanlığında tek bir siyasal oluşumu gerçekleştirebilmeleri de ilkesel başka bir şans olabilirdi. Mahalleli bu tür birlikteliklerinin gerçekleşmemesini kişisel nedenler olarak değerlendiriyor, yeterince içten bulmuyordu. Sorun belki de AK Parti’den kaçmak isteyen seçmene nasıl güvenli bir çıkış yolu gösterileceği sorununun çözülememesinden kaynaklanıyordu. Seçim sonuçlarına baktığınızda AK Parti’nin oylarında (%35) ciddi bir düşüş mevcuttu. Muhtemelen bu %35’in içinde %10'luk gönülsüz oy da mevcut. Bir diğer konu AKP’den giden oyların toplumsal sözleşmeyi savunan Millet İttifakı’na değil de daha çok bölünme ve dış güçler kaygısı üzerine ideolojik siyaset üreten YRP ve MHP gibi partilere gitmesinde.
Otoriter yönetim tarzının ülkeyi Ortadoğu veya Orta Asyalaşmaya sürüklediği önceden konuşulmaktaydı. Şimdi de Rusya gibi seçimlerin rutinleştiği ve anlamı kalmadığı bir güvenlik bürokrasi devletine ülkemizin sürüklendiği iddia edilmekte.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun tüm çabasına karşın sağ seçmende derin CHP ve mezhep fobisi orta vadede aşılamayacak gibi gözükmekte. Bu fobinin arka planı sadece Kemalist devrimlerin sert uygulayıcısı CHP’ye değil daha çok CHP’nin bir düzeni kurabilecek ve yönetebilecek yetenekten yoksun olduğuna ilişkin tespitlere-önyargıya dair. Önceki konuya ilişkin yazımızda belirttiğim gibi sağ seçmen için birlik, yabancılık algısı ve düzenden kaynaklı güven duygusu ön plandadır. GP ve Deva’nın yola ayrı başlamaları ve devam etmeleri, CHP MV listesi spekülasyonları, AK Parti’den ilkesel kopuş gerekçelerinin özeleştiri verilmeden anlaşılamaması, aday seçim sürecindeki Kemal bey dışında alternatifsizlik, AK Parti’nin gayrimemnun seçmeni için yeni partilere bir çıkış yolu oluşturamadı. Bir başka sorun da özellikle GP ve Deva’nın kendi potansiyel seçmenine ulaşamamasıydı. İlgili partilerin siyasetçileri bu şansı mahallelinin hiç seyretmediği muhalif TV kanalları, kısa videolar ve CHP-İYİ parti seçmeninin çoğunluk katıldığı mitinglerde zorladılar. Belki burada ağırlık bunlar yerine sokakta, evlerde yüz yüze temasa ve iknaya verilmeliydi. Mahalleli yeni partileri kişisellik ve CHP birlikteliği ilkesizliği önyargısıyla suçlamakta. Yeni partilere düşen her türlü fedakârlığı göstererek tek çatı altında siyasete devam etmeleri. Antidemokratik perdelemelerin zorluğuna karşın yeni oluşumlar, sağ seçmene kutuplaşmaya karşı sosyal kontratın ve uzlaşmanın önemini dokunarak, dolaşarak anlatabilmeli. Otoriter yönetim tarzının ülkeyi Ortadoğu veya Orta Asyalaşmaya sürüklediği önceden konuşulmaktaydı. Şimdi de Rusya gibi seçimlerin rutinleştiği ve anlamı kalmadığı bir güvenlik bürokrasi devletine ülkemizin sürüklendiği iddia edilmekte. Ülkemizde ise doğrusu ve yanlışı ile 200 yıllık bir Anayasa ve seçim geleneği var. Ülkemizin yarısına yakını seküler zihniyete yatkın olmayan kalkınmacı sağ seçmenden oluşmakta. Ülkenin bürokratik bir güvenlik devletine dönüşmemesi mahallenin iknasında geçmekte. Bu seçmenin-mahallenin iknası ve dönüşümünün öncelik sorumluluğu ise reformcu demokratik sağ siyasette. Yeni partiler eski hikayelerden ve geçmişten kurtulabilmeli yeni bir hikâyeyi ve geleceği tüm sahiciliği ile üretebilmeli. Sahicilik ve samimiyet ile yeni bir demokratik düzen kuruculuğa muhafazakâr seçmen iknaa neden olmasın ki?