Önce kelime olarak bir netleştirme yapmak gerek. Zorba ile Tiran aynı şey değildir. Netflix muhtemelen Türkiye’de sansür göreceği endişesi ile “Tiran olmanın yolu” belgeselini “zorba” diye sulandırmayı tercih etmiş. Tiranlığın el kitabı belgeselinde Saddam ve İdi Amin bölümlerini özellikle dikkatle izlemenizi tavsiye ederim çünkü her iki lider de kerhen Batı’nın onayı ile yıllarca koltuklarını korudular. Her ikisi de Batı ile epeyce iş yaptılar. Batı da onları korudu ve kolladı. Her iki ülkedeki kısmi İngiliz etkisini de bir kenara yazarak bakalım resme. Özellikle İdi Amin belgeseli Asyalı göçmenleri şeytanlaştırma, sahte komplolar kurdurma, kabilecilikle kendine bağlı ama savaşma bilgisi kısıtlı bir ordu kurma, halkını önce fakirleştirip sonra savaşa sürme gibi faktörler açısından müthiş öğretici. Saddam’daki “gizli tetikçiler grubu” da Sedat Peker’in son dönem ifşaatları ile birleşince neredeyse bir “uygulama kalıbı” ya da gerçekten “El kitabı” var diyeceği geliyor insanın. Geçen haftanın sıcak gündemi olan göç ve göçmenlerin toplumdaki yeri belli ki Türkiye siyasetinde seçimlere kadar yerini koruyacak. TV100 yayınına katılan Araştırmacı Murat Sarı da  siyaset iletişimcisi Şeyda Taluk da bu konunun sandıkta belirleyici olacağına dikkat çekiyor. Suriyeli göçmenlerin kalıcılığı, sosyal hayattaki yerlerini daha dikkatli ve sağlıklı konuşmaya başlasak iyi olur. Çünkü Türkiye’nin AB Başkentlerindeki algısı şöyle şekilleniyor: “Parayı veriyoruz, onlar da mültecileri tutuyor. Canım şeffaf kullanmamışlar, yarısını yemişler, bir kısmını yandaşlarına dağıtmışlar bize ne? Bodrum katındaki o görmek istemediğimiz o tablo yukarı çıkmasın da bu bize yeter. Türkiye zaten 15 milyon Arap’la herhalde AB üyesi olmayı hayal etmiyordu. Ak Parti’nin de işine geliyor. 30 sene sonra Türkiye kalmamış bize ne, kime ne?” AB Türkiye Temsilcilerinin son beş yıldır tek bir Türk STK’sı ya da politikasıyla ilgilenmeyip her hafta Gaziantep, Hatay, Urfa ziyareti yapması, her hafta ama her hafta verilen paranın kamplardaki kullanımının izini sürmesi boşuna mı? Adını koyalım: Türkiye Avrupa’nın mülteci deposudur ve sağlıklı olmayan depolar çöplüğe dönüşür ve patlar. Bunu yapan AK Parti’dir ve bundan da çok memnundur. AB’nin anlamadığı, para vererek, iktidarı destekleyerek sınırlarında oluşacak bir Cihadistan ya da Peşaver’i bir yere kadar engellerler. Bir noktadan sonra artık o derin obruk onları da yutacaktır. Saadet Partili önemli bir yönetici yıllar önce Lütfü Elvan ile aralarındaki görüşmeyi anlatmıştı. “AB müzakerelerinde tarımdaki nüfusu %25’den %8’e indirme sözü verdik” diyen kişi şu anda Ekonomi ve Hazine Bakanı’dır. Toprakları kuraklıktan, çiftçileri ise borçtan kırılmaktadır. AB ile hangi siyasetçi hapse atılacak pazarlığı yapabilen AK Parti, müktesebatın tarım politikasına itiraz bile etmemiştir. Çünkü bundan memnundur. Baştaki “Tiran’ın El Kitabına” geri dönelim. Belgeseldeki eksik isim Beşar Esad’ın ülkesinden ilk kaçanlardan genç bir erkek National Geographic’de şöyle anlatmıştı: “Önce kuraklık oldu. Su bitti. Topraklarımızı ekemedik. Sonra mecburen büyük kasabalara ve şehre göç ettik. Çok dar alanlarda kalabalık yaşamlar başladı. İnsanların işi aşı azaldı. Gerginlik başladı ve sonunda iç savaş çıktı” Ekemediğiniz toprağı savunamazsınız, onun için savaşmazsınız. Film burada biter.