Yaşam kendisini bize hiçbir disiplinle sınırlandırmadan, kategorize etmeden, sterillikten uzak bir şekilde boca eder. Her şey, her şeyin içerisine sızmıştır; yaşamın mimari, güzel sanatlar, doğa bilimleri gibi bir ayrımı yoktur, o tümel bir varoluştur. Her şey üzerimize yağar. Yaşamın özneleri olarak, onu hem algılamaya çalışırız hem de onun içerisinde var oluruz. Kişinin kendini ve dünyayı kavramaya çalışması bu nedenle, yeterince uzaktan bakıldığında aynı şey gibidir. Fakat kusurlu zihinlerimiz, dünyayı hali hazırda olduğu şekliyle, bir bütün olarak algılayıp anlamlandırmak için yetersizdir. Bizim kavrayışımız nereye odaklanırsa, ona dair düşünce ve idrak geliştirebilen fakat dar odağının dışında kalan her yere flulaşan güçsüz bir mekanizmadır. Bu yüzden yaşamı olduğu gibi değil, kendi tasarımımız olarak kavrarız. Algıladığımız dış dünya, duyularımıza çarpan ham ve muğlak sinyalleri biçimlendirdiğimiz geçmiş deneyimlerimiz ve gelecek beklentilerimizden ibarettir. Gördüğümüz haliyle dünya, her birimizin yıllar içerisinde ağır ağır inşa ettiği bir yapıdan başkası değildir. Dünyayı olduğu karmaşık haliyle zihnine atamayan bizler, zorunlu olarak onu zihnimizde yeniden inşa ederiz ve dolayısıyla onu aşırı indirgeriz, çarpıtırız, karikatürize ederiz. Bizim dünyayı algılama çabamız, daha en başından zorunlu olarak yenik bir tasarıdır. Yaşamı zihinde yeniden inşa etme süreci, başı boş bırakıldığında, zihnin çevreden çektiği verileri kategorize etmeden zihnin içerisine savurduğu bir ilkel sürece geriler. Bunu tüm kıyafetlerini, kıyafet odasına katlamadan, kategorize etmeden, eline geçtiği gibi odaya fırlatmak olarak düşünebilirsiniz. Verilerden bir zihin sarayı inşa etmeyecekseniz, o verileri içeriye hiçbir düzen üretmeden savurursunuz. Ve böyle olunca bir daha onları birbirleriyle ilişkili kategorilerle eşleyemezsiniz, örüntüleri gözleyemezsiniz, hangi verinin, hangi algılara ve bilişsel yeteneklere dair olduğunu kavrayamazsınız. Odanın her yeri üst üste yığılmış çamaşırlarla dolmuştur. Artık orada ne aradığınız bir pantolonunuzu, ne gereksinim duyduğunuz bir gömleğinizi bulabilirsiniz. Dahası, bir süre sonra odada hangi kıyafetleriniz olduğunu dahi unutursunuz. Zihne, yaşamı yeniden inşa edecek verileri çekerken de işte bu dağınıklıkla çekim yapıp da, tüm verileri zihninize rastgele saçarsanız, bir daha o verileri ne zihninizde bulabilirsiniz, ne de onları ait oldukları kategorilerle eşleyebilirsiniz. Onlar böylece örüntüleri gözden kaçan, kavramsallaştırmaya yaklaşamayan tikel deneyimler olarak kalırlar ve hiçleşirler. Sanki hiç zihne girmemişlerdir. Kategorize edilmemiş her veri, zihinde yok hükmündedir. Zihne veri alırken, onları bir kütüphaneci gibi sınıflandırmak, benzer olanları yan yana dizmek, verileri anlamlandırabilecek kuramlarla ilişkiye sokmak ve kurduğunuz kategoriler arasında her zaman çoklu ilişkiler tesis etmeyi gözetmek gerekir. Böylece gömlekler renklerine ve modellerine göre bir tarafa, kravatlar modellerine ve kumaşlarına göre bir yana, tişörtler kullanım amaçlarına göre farklı çekmecelere yerleşmiş olurlar. Artık neye gereksinim duyarsanız, neyi nerede arayacağınızı biliyor olursunuz. Zihin veriler ona rastgele atıldıktan sonra inşa edilebilecek bir saray değildir, her veri çekildiği an belli kategorileştirilmiş alanların hizmetine sunulmalıdır. Sonradan bu zihin sarayı içerisinde o veri pek çok ödeve koşulabilir, fakat o verinin varlığını anımsayabilmeniz için, onun kaydedildiği anda nereye zimmetlendiğinin bilincinde olmalısınız. Verilerle dış dünyayı bir kez inşa etmeye giriştiniz mi, o verilerin ne kadar eksik olduğunu daha önce hiç fark etmediğiniz kadar derinden anlarsınız. Bu da size zihin sarayı inşa etmenize izin vermeyen bir engel çıkarmış olur. Onu aşmak için yeni veriler çekmek zorunda kalırsınız, böylece veri peşine düşersiniz. Bu veriler bazen anlamsızlaşmaya başlayabilir, o zaman da şunu düşünürsünüz, verileri işlemek için elimdeki kuramsal araçlar eksik kaldı. İşte o zaman kendi işletim sisteminizi yeni kuramlar üretmek için zorlamış olursunuz. O da bir süre zorlanır ardından görevini yerine getirir. Böylece zihin sarayınız giderek komplikeleşir, rafineleşir. Dışarının kusursuz bir temsilini vermekten yine çok uzaktır ancak bir zihin sarayı bağlamında oldukça güçlenebilir, etkileyicileşebilir. Bir bütün olan ve kategorilerden oluşmayan yaşamı, zihnin onu ancak parçalayarak algılayabilen kusurlu yapısı yüzünden parçalar ve kategorize eder. Böylece giderek kendi sarayını berraklaştırır. Bu berraklık az veriyle gerçekleştiğinde ortaya bir saray değil, ilkel kulübe çıkar. Ne kadar veriyle, ne kadar fazla bağlantıyla ve ne kadar farklı kuramlarla inşa edilmişse, saray o kadar yüceleşir. Ancak yine altını çizmekte yarar var; zihin sarayı ne kadar yüce olursa olsun, kendi dışını da, kişinin içini de hiçbir zaman isabetle temsil edemez. Sadece isabetsizliğindeki oran azalabilir.