Bir ‘rakı, balık, Ayvalık’ dizisi çekmek istemişler ama gündüz kuşağı yaz aşkı dizilerinden olmaması için de ‘ne satar abi’ diye düşünmüşler ve Netflix külliyatını incelemişler. Aaa o da ne, eşcinsellik ve psikoloji tutuyor!
Murat Aksoy beni Politikyol’a davet ederken dizi ve film analizlerimi (psikiyatrik açıdan) sevdiğini ve sitede olmasını istediğini söylemişti. 14 yıldır tanıdığım ve sevdiğim Murat abiyi tüm ‘konvansiyonel medya’ya mesafeme ve yazılarımı kendime saklama çabama rağmen kabul ettim. Bu girişin 2 amacı var; gecikmiş bir teşekkür ve bugünkü yazıyla alakalı ‘raydan çıkma’ girişimime ön alma.
Zeytin Ağacı dizisini 2637848262 kişinin önerisi, talebi hatta bazen da emri ile izledim.
Dizinin oyuncuları başlı başına çok iyi isimler. Hele sayın ve muhterem Tuba Büyüküstün hanımefendi varken eleştiri yazmak beni zorlayacak bir miktar. Yapımcı, senarist ve yönetmen bir ‘rakı, balık, Ayvalık’ dizisi çekmek istemiş ama gündüz kuşağında yayınlanan yaz aşkı dizilerinden olmaması için de ‘ne satar abi’ diye düşünmüşler ve Netflix külliyatını incelemişler. Aaa o da ne, eşcinsellik ve psikoloji tutuyor. E Rtük’ün ve ‘Anadolu irfanının’ kılıcı üzerimizde salınmasın, biz psikolojiye girelim demişler. Psikoloji bilimine girebilmişler mi peki? Bakacağız bu yazıda ona.
Tuba Büyüküstün, Rıza Kocaoğlu ve Seda Bakan’ı ayrı tutuyorum ama gerçekten kariyerlerinin en kötü oyunculuklarını ortaya koymuş olabilirler. Mesela Fırat Tanış, ‘ulan nereye düştük biz’ demiştir.
Önce oyunculuklar; Sayın Tuba Büyüküstün Hanımefendi, Rıza Kocaoğlu ve kısmen Seda Bakan’ı ayrı tutuyorum ama gerçekten kariyerlerinin en kötü oyunculuklarını ortaya koymuş olabilirler. Mesela Fırat Tanış, bence Zaman beyi oynarken içinden ‘ulan nereye düştük biz’ demiştir. Füsun Demirel, Muko o muydu yani? Yaşadığı derin hüznü kızına çaktırmamaya çalışan anneyi siz ziyadesiyle içselleştirebilirdiniz, geçmiş kariyeriniz buna şahit. Murat Boz evladımız ise ‘bakmayın benim eski göbeki fotolarıma, çok değiştim’ mesajını biscolata reklamlarında oynayan manken çocuklara nazire yaparcasına sergilemek konusunda çok cömertti, ortada bir oyunculuk yoktu zaten.
Klişelere boğulmuştu dizi; bohem bir serseriye aşık düzgün kadın, kocasını Brüksel’e gitmeye ikna etmek için jartiyer giyip zürafa sokak efektinden faydalanmaya çalışan kadın, üçkağıtçı kocasına toplumsal rollerle inanan instagirl salak bir kadın, cool takılan guru (izleyici zülfü Livaneli romanlarındaki basitliğe ve sığlığa alışmıştır, biz guruya geçmişe de götürdüğü için Zaman adını verdik mesajını gözümüze sokmuşlar) ve ailesine kızıp sahil kasabasına yerleşmiş bir meyhaneci (o da sancho pancho).
Bölüm başlarındaki flash-back’ler sinema bilimi açısından çok akıllıca ancak yapımcı oyunculara fazla para ödeyince 100 yıl, 50 yıl önce geçmiş olaylar sinematografik açıdan sanki dün olmuş gibi çekilmiş. Dengeyi Kuzey Ege’nin eşsiz doğasıyla sağlamaya çalışmışlar ama onu da yetersiz buldum.
Buradan sonra normalde Ada’yı anlamaya çalışır, Selim neden ezik, gerçekten aşık mıydı diye sorardım? Kanser hastaları ve psikoonkolojiye girerdim ama izninizle ana tema olan Aile Dizimi konusuna girmek istiyorum. Yerim dar, sözlerim ise geniş. Bakalım ne kadar başarabileceğiz.
AİLE DİZİMİ NEDİR?
İsmi Hellinger Terapisi veya Aile Konstelasyonu olarak da bilinen ‘yöntem’ 90’lı yılların ikinci yarısında Hellinger ve arkadaşları tarafından ortaya atılmış.
‘’Aile dizimi temel olarak ailenin nesiller boyunca, birbirlerine görünmez bir bağ ile bağlı olduğu anlayışına dayanmaktadır. Aile bir bütün olarak bir ruha sahiptir. Bireyi, içine doğduğu ailenin şekillendirdiğini benimseyen bu anlayış, ailenin bir sistem oluşturduğunu ileri sürmektedir. Aile sistemindeki bir kişi kadersel olarak diğer bir aile üyesine bağlıdır. Ruhsal tekâmül sürecinde; ruhun bedenlendiği ailedeki her birey birbirini seçerek gelmişlerdir. Bu yolculukta, bir arada olan tüm aile üyelerinin birbirlerinden öğrenecekleri şeyler vardır. Hellinger, psikolojik rahatsızlıkların büyük –belki de çoğu- bir kısmına, kök ailede yaşanmış sorunların sebep olduğunu söylemektedir.’’
Şimdi neresinden başlayalım. Öncelikle seçtikleri ve kullanmayı çok sevdikleri Aile dizimi (
family constellation) terimi ilk olarak Alfred Adler tarafından aile sistemindeki her üyenin görevini tanımlamak için bir yapı olarak kullanılmıştır. Adler, aile takımyıldızının ebeveynlerden, çocuklardan ve geniş aile üyelerinden oluştuğunu belirtmişti. Kendilerini bilime izafe eden her hareket mutlaka afili sözcükler seçer; psikoastroloji, kuantum bilinçdışı, nöral format, astral seyahat, suyun sırrı, kadim bilgelik, illuminati, biyoenerji ve kuantum sıçrama gibi. Dışarıdan bakınca bir bilim olsa gerek diye düşünmemek elde değil.
Yani kendilerini yamamaya çalıştıkları Adler asla ama asla onların kastettiği manada bir aile konstellasyonundan söz etmemekteydi. Sakın psikodrama da demeyin, psikodramada (ona da bireysel olarak mesafeliyim, ayrı) kişinin görmediği, duymadığı, heberinin olmadığı 250 yıl önceki dedeyle falan bağ kurulmaz. Moreno 20. Yüzyılın başında tiyatroyu kullanarak bireyin grup içinde iyileştirilmesini hedefleyen bir psikoterapi yöntemi geliştirdi. Psikodrama spontanelik, yaratıcılık ve eylem dinamiklerini temel almaktadır. Kişilerin ilişkilerini, bu ilişkilerde yaşadıkları sorunları, çatışmaları ve kendi iç dünyalarını spontane bir biçimde, bir oyunun içinde rol alarak incelemelerini ve farkındalığa ulaşmalarını sağlamaya çalışmaktadır. Büyücülük, falcılık, mistisizm, ezoterizm yoktur. Lütfen elinizi oradan da çekin.
İnsanlar, ilkel dönemlerden bu yana gizemden çok hoşlanmıştır. Gizemli, mucizevi ve anlaşılmayan şeylerin gerçek olmasını her zaman istemiştir. Bu istek bazı insan beyinlerinde kimi zaman o kadar şiddetli olmuştur ki, bu insanlar böyle gizemli şeylerin doğru olduğunu kanıtlayabilmek adına önce ortaya bir hipotez öne sürmüşler, daha sonra deney ve gözlemlerin bu hipotezler için yeterli olmaması (hatta deney ve gözlemlerin hipotezin tersi yönde olması) halinde bile hipotezlerini ısrarla gerçekmiş gibi göstermeye çalışmışlardır.
Bilimin yöntem ve kurallarının istenildiği yerde kabul edilip, hoşa gidilmeyen yerlerde kabul edilmemesini sahtebilim ya da sözde bilim olarak tanımlamak mümkün.
Son yıllarda tüm dünyada dine karşı bir önyargı veya eleştiri başladı. Dolayısıyla insanlar sekülerizme yöneldiklerini iddia etmeye başladılar. Ama kusura bakmasınlar, savruldukları yer başka bir din.
Son yıllarda tüm dünyada dine karşı bir önyargı veya eleştiri başladı. Zira evrim gerçeğini reddeden, kadının erkeğin kaburgasından yaratıldığını söyleyen, yaratılışı Big Bang’e değil de uçuk masallara dayandıran, insanların ensest ile çoğaldığını söyleyen, uçan kaçan insanlar olduğunu belirten öğretilere ‘aklını’ kullananlar itiraz etmeye başladı. (yazdıklarım daha ziyade Hristiyan mistisizmi ve Yahudi kabalizminde yoğun. İslamda ise Kitab’ın kendisinde değil ama hadis külliyatında bunlar mevcut). Dolayısıyla insanlar sekülerizme yöneldiklerini, dinden uzaklaştıklarını iddia etmeye başladılar. Ama kusura bakmasınlar, savruldukları yer başka bir din.
Babaannesinin pirince üflemesine gülen, muskaya istismar diyen, sarıklı dayıların pedofilik pisliklerini dinlerine bağlayanlar bu kez şöyle bir yere savruldu; Merkür retrosu beni geriyor, akrep burcu olduğu için bana ihanet etti, ninesi çocuk aldırdığı için ben bağlanma sorunu yaşıyorum, evrenden istemek gerek, isteyince başarabilirsin, suyun hafızası var, kadim Çin tıbbında da vücuda iğne batırılırdı…
E bu da din!! Paganların günahı neydi o zaman madem taşlar şifalıysa? Sekülerizm veya galatı meşhur ile ‘modernlik’ böyle bir şey değil a dostlar. Aklınızı kullanmadığınız veya başkasına kullanması için tahsis ettiğiniz her şey sizi siz olmaktan alıkoyar. Seküler dindar olursunuz, oldunuz da zaten. Şeyhine yıldızname baktırıp istihareye yatarak evleneceği kişiye karar vermeye çalışan dindar kadınla, yıldız haritası ve yükselenine göre ve ayın hareketine göre karar vermeye çalışan kadın arasındaki tek fark başındaki örtü mü? Ailem ne günah işledi de ben bunları yaşadım diyen erkekle, aile dizimimde dedem miras hakkı yemiş o yüzden ben böyleyim diyen erkeğin arasındaki fark elindeki rakı kadehi mi? Örtü saçı örter, kafayı/aklı örten şey başka. Rakı insanı seküler ve çağdaş yapmaz. (zaten rakı çok gereksiz bir içki, viski olsa neyse)
Aile dizimini yine İngilizcesinden çevirdiğim haliyle anlamaya çalışmaya devam edelim; Bireyi, içine doğduğu ailenin şekillendirdiğini benimseyen bu anlayış, ailenin bir sistem oluşturduğunu ileri sürmektedir. Aile sistemindeki bir kişi kadersel olarak diğer bir aile üyesine bağlıdır. Ruhsal tekâmül sürecinde; ruhun bedenlendiği ailedeki her birey birbirini seçerek gelmişlerdir. Bu yolculukta, bir arada olan tüm aile üyelerinin birbirlerinden öğrenecekleri şeyler vardır. Hellinger, psikolojik rahatsızlıkların büyük –belki de çoğu- bir kısmına, kök ailede yaşanmış sorunların sebep olduğunu söylemektedir.
Şimdi ilk cümle doğru ama eksik, bireyi sadece aile şekillendirmez, neyin şekillendirdiği ayrı bir yazının konusu. Olay aniden birey’den çıkıp ‘kaderciliğe’ bağlanıyor. Yani her şeyi belli olan kadercilikle (burada Tanrı belirliyor) her şeyi belli olan konstellasyon (burada da belirleyen dede ve nineler) aynı noktada uzlaşıyorlar. Üstelik her bireyin dünyaya birbirini seçerek geldiği gibi mistik, büyüsel ve muğlak ifadelerle metin ilahi bir form kazanmaya başlıyor.
Metin şöyle devam ediyor;
Hellinger, Weber ve Beaumont (1998) ilişkilerimizde temel ihtiyaçlarımızın karmaşık şekillerde etkileşime girdiğinden ve ilişkilerimizi sınırlandırdığından söz eder: “bağ (bonding) kurmak için aidiyet ihtiyacı, sıra/düzen (order) için sosyal güvenlik ve öngörülebilirlik ihtiyacı, ahenk için verme ve alma arasındaki dengeyi (balance betwen giving and taking) sağlama ihtiyacı.
Bakın afili terimler, ne olduğu yine muğlak sözler. Besbelli ki bunu formel bir ‘terapi’ kuramına dönüştürmeye çalışıyorlar, ama bilimsel yöntem hak getire. İnsanlık, kendini bildi bileli "gerçek olanı" anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Fakat gerçek, öylesine karmaşık ve girift yapılıdır ki, bugüne kadar ona yaklaşmanın veya en azından ifade etmenin birçok farklı yolunu bulduk: felsefe, bilim, din, sanat, edebiyat bunlardan sadece birkaçı... Her biri, farklı varsayımlarla ve perspektiflerle gerçeğe yaklaşmaya çalıştı ve birbirinden farklı araçları kullanarak gerçeğe (ya da gerçeğin insanlar üzerindeki izdüşümüne) erişebileceğimizi, ona erişemesek bile belirli açılarını, belirli bir kapsamda izah ve ifade edebileceğimizi iddia ettiler. Bilim sadece gözlem ve deney yapmaktan ibaret değildir.
Aynı zamanda bilim, bu deney ve gözlemlerin ortaya çıkardığı süreçleri ve olguları birbirine bağlayarak, gerçeklik modelleri inşa etmekle ilgilenir. Yani bilim, motomot bir şekilde gözlem yapmaktan ve bunları raporlamaktan ibaret değildir. Bu süreçte betimleme ve yorumlama, bilimin en güçlü ve insanlık açısından en önemli çıktılarıdır. Zaten bilimsel arenadaki entelektüel tartışmaların ezici çoğunluğu, bilimsel gerçeklerin yorumlanması noktasında yaşanmaktadır, dolayısıyla bilimin özünün, elde ettiğimiz verilerin bize neyi anlattığı noktasında yeşerdiğini söylemek mümkündür. Bilimin temel özellikleri arasında tanımlanan faaliyetler; sistematik gözlem ve deney (empirik yaklaşım), tümevarımsal ve tümdengelimli akıl yürütme ve hipotez ve teorilerin oluşturulması ve test edilmesi gibi unsurları içerir. Bunların ayrıntılı olarak nasıl yürütüldüğü, bilim sahasına ve bu sahanın olgunluğuna bağlı olarak büyük ölçüde değişebilir; ancak hangi safhada olursa olsun, bir düşünce sisteminin bu gibi özelliklere sahip olma miktarı, bilimsel olan faaliyetleri bilim dışı faaliyetlerden (örneğin sahtebilimden) ayırmanın bir yolu olarak kullanılabilir. Yalnızca bilimsel yöntem veya bu yöntemlerin kanonik bir formunu kullanan girişimler, "bilim" olarak kabul edilirler. Tüm bunlara bakarak aile dizimi veya başka bir ‘yöntemi’ bilimsel olarak tanımlayabilmemiz mümkün görünmemektedir.
Aile diziminin temel sorularından olan ‘ailenizde geçmişte miras sorunu yaşanmış mı, cinayet var mı, çocuk aldırma olmuş mu’ gibi sorulara hayır yanıtını verebilecek kimse yok. Bu kadar genel söylemler üzerine var edilen bir terapi olamaz, olsa olsa şarlatanlık olur.
Aslında mesele gelip sorumluluk duygusunda kilitleniyor bence. Aile dizimi gibi ‘yöntemler’ kişinin sorumluluğu kolaylıkla başkasına, hatta hayatta olmayan başkasına yüklemesine imkan ve olanak veriyor. İlişkimde dikiş tutturamıyorum çünkü babam gençken bir kadını aldatmış, mali disiplinim kötü çünkü 250 yıl önce ölmüş dedem iflas etmişti, çocuğum olmuyor çünkü babaannem kürtaj yaptırmış… liste uzayıp gider.
Sorumluluktan kaçan insanların temel korkusu başarısız olmaktır. Bu insanlar için sorumluluk risk demektir. Onay almaya ihtiyaçları vardır ama sorumluluk almadıkları için ciddi başarılar elde edemezler.
Sorumluluktan kaçan insanların temel korkusu başarısız olmaktır. Bu insanlar için sorumluluk risk demektir. Onay almaya ihtiyaçları vardır ama sorumluluk almadıkları için ciddi başarılar elde edemezler. Başarılı olmadıkları için çok ihtiyaç duydukları onayı alamazlar. Bu kısırdöngüyü bir yerinden kırmak gerekir. Başlangıç noktası küçük sorumluluklar alıp işler yolunda gitmediğinde bunun bedelini ödemeye razı olmak olabilir.
Sizi rahatlatan, iyi hissettiren her şey meşru değildir, öyle olsa herkes uyuşturucuyla, maddeyle avanak mutlular şeklinde yaşarlardı. Aslolan iyileşmektir.
Özetle aile dizimi ve benzeri sahte bilimlere karşı çıkış nedenlerim;
- İnsanları sahte olgulara inandırmaya zorlaması ve gerçeklerden uzaklaştırması
- Maddi açıdan ciddi miktarda gereksiz harcamalara sebep olması
- Hasta ve çaresiz insanların zaten iyi olmayan sağlıklarını tehlikeye atıp ve yaşama ümitlerini kırabilmesi
Aklı ve iradesi olan insanlar olarak inekten bir farkımızın olması gerekmez mi?