“Dil ağrıyan dişe değermiş”! Geçen hafta, “CHP’li belediyelerin insan kaynağı sorunu yoktur. 17 yıldır merkezi hükümetin; 25 yıldır (hiç kuşkusuz CHP’li olanlar da dahil) belediyelerin bir kenara ittiği çok sayıda ‘potansiyel kadro’ var” diye yazmıştım. Hemen ardından Ekrem İmamoğlu, kadrosunu açıkladı. Atadığı kadrolardan vareste söylüyorum; yöntemi de, gerekçeleri de doğru idi. Açık ve şeffaf bir yöntemle İstanbulluların karşısına geçerek, ekibini seçerken, ölçütünün “başarı, beceri ve liyakat” olduğunu söylemişti. Miyase İlknur, açıklanan “kadrolar”ın “Trabzonlu, Socar ya da Tüpraş’ta çalışmış ve ağırlıklı olarak AKP’de yetişmiş” olduklarına ilişkin “ortak özellikler” olduğunu yazdı. NERELİ OLDUKLARI DEĞİL, NE YAPTIKLARI ÖNEMLİ! İnsanları doğdukları yer üzerinden etiketlenmeyi doğru bulmam; bu nedenle Trabzonlu olmalarını geçelim. Zira kamusal hizmetler, illere kadro ayrılarak yürütülecek bir görev değildir. Mesele Trabzonlu olup olmamalarından çok üstlendikleri görevlerde başarılı olup olmamalarıdır. Yakın tarihimizden bir örnek de verebilirim. Doğan Taşdelen, 1989’da Çankaya Belediye Başkanı olduğunda, atadığı üstü düzey kadrolar, “TSE’li” yani Tunceli, Sivas ve Elazığlı olduğu gerekçesiyle eleştiri konusu olmuştu. Oysa Baba Taşdelen’in o dönemi, halen efsane dönem olarak hatırlanır. İmamoğlu’nun kadrolarının “Socar ya da Tüpraş’ta çalışmış” enerji alanında “tekelleşmiş” büyüklükteki firmalardan devşirmiş olmalarını da geçelim. Bu “tesadüf”ü, kazanmasına sürpriz gözüyle bakıldığı için seçim öncesinde bir kadro taraması yapamamış; ardından da ikinci kez seçime zorlandığı için kadrolaşma çalışmasına zaman ayıramamış olmasına bağlayalım. Dolayısıyla “en kısa yol en iyi bildiğin yoldur” geleneğine uyarak, hemşehrilerinden oluşan “Socarlı ya da Tüpraşlı” üst düzey yöneticileri transfer ederek işe başlaması da mazur görülebilir. KENTİ İÇİNDEN ÇIKILMAZ HALE GETİRENLERLE YOL YÜRÜMEK! Atanan kadroların “AKP’de yetişmiş” olmaları kısmına gelince… İmamoğlu, “memleketin bir başka şeye ihtiyacı” olduğunu söylüyor; doğrudur. Ancak İstanbul’u içinden çıkılmaz hale getiren bir mecrada “boy vermiş” kadrolarla o “başka şey” inşa edilebilir mi? Mesele, o kadrolara atananların İstanbul’a ne yaptıkları ve İstanbulluların ekmeğine nasıl el koyduklarıdır. İstanbul talan edildiği; talan edildikçe halk yoksullaştığı için İstanbullu yeni bir umut ışığı olarak İmamoğlu’nu tercih etmiştir. Bilenler bilir; çok zeki, çok eğitimli ve hatta çok tecrübeli pek çok insanın, bırakın İSBAK’a Genel Müdür olmayı, bu özelliklerine uygun bir iş bulmakta dahi zorlandığı bir ülkedir burası! Tek başına zekâ veya tek başına eğitim, tek başına deneyim “becerili olmak için” yeterli değildir. Bu ülkede, “başarı ve beceri” denilince akla ilk gelen şey, “gemisini yürütebilme” yeteneğidir. SAHİPSİZ YETENEKLERİN BAŞARISINA ÇÖKME “BECERİSİ”Çalıyorlar ama çalışıyorlar” sözü, bu “yeteneğe” atfen söylenmiştir. Malum, “gemisini yürüten kaptandır”. Bir haftalık sürenin ardından ne yazık ki atananlardan üçünün “trollüğü”; başarılarının da trollükleriyle doğru orantılı olduğu deşifre olmuştur. Diyeceğim şu ki örneğin, “ezan ıslıklandı” spekülasyonunu paylaşan “üst düzey bir bürokrat”ın iş yaşamındaki başarısı da spekülatiftir. Dolayısıyla ben o trollere sükseli bir biçimde atfedilen “başarı, beceri ve liyakat” kavramlarıyla sarmalanmış “şeye” tesadüf diyeyim; siz "sahipsiz yetenekler"in başarısının üzerine çökmesi olarak algılayın! İtirazımız, İmamoğlu’nun farklı politik yaklaşımlara sahip kadrolarlarla çalışması değil; "başarı, beceri ve liyakat" kavramlarını “ele geçirmiş” güçlerin hegemonik söyleminin etkisiyle İstanbulu talan eden zihniyet ile arasına mesafe koymakta zorlanmış olmasınadır. Zira her şey politiktir!