Yolsuzluk neden Moldova’daki bir siyasetçi için kötü bir sicil değilken İsveç’teki için durum tam tersidir? Türkiye’deki durum neden Moldova’dakine daha yakındır?
Dünkü “Yolsuzluk ve siyaset bir siyasal kültür sorunu” başlıklı yazının devamıdır.
Bu yolsuzluk olgusunun tipik bir Türkiye siyaseti sorunu olduğunu öne sürmek de yanlıştır. Akdeniz havzası, Avrupa’nın Doğu ve Güneydoğusundaki devletlerde benzer bir durum söz konusudur. Klasnja ve Tucker (2013) İsveç ve Moldava’yı karşılaştıran makalalerinde Moldava için şu bulguya ulaşmışlardır: “...siyasetçilerin yozlaşmış olduğu algısı yaygındır... Bu ortamda, politikacı için yolsuzlukla ilgili kötü bir sicil haber değildir; yolsuzluk [seçmenin gözünde]
[1] politikacıların “aşağı yukarı hepsi aynı" olması dışında bir değerlendirme içermemektedir... Kötü bir ekonomi performansı da aynı kapıya çıkar... sadece kötü ekonomi ve yaygın yolsuzluk önemli bir bilgi içermektedir: Politikacı iki boyutta da yetersiz kalmaktadır... seçmenler çıkar temin ettikleri sürece yolsuzluğa katlanmaya istekli olabilmekte, hiç olmazsa bu iki boyuttan birinden fayda görmektedirler...” (Klasnja ve Tucker, 2013: 540).
Oysa, aynı makalenin İsveç için bulgusu oldukça farklıdır. İsveç’te “... Yolsuzluk veya ekonomi konusunda siyasetçinin sahip olduğu kötü bir sicilin hemen cezalandırıldığı; bunun da güçlü caydırıcı etkiler yaratarak yolsuzluğa bulaşmak veya ekonomiyi kötü yönetmek konusunda ciddi bir caydırıcı etki yapmakta olduğu...” sonucuna varmışlardır (aynı eser, 540). Türkiye’deki durumun İsveç’e olduğundan çok daha fazla Moldava’ya yakın olduğu görülmektedir. Servet ve gelir dağılımı bozukluklarının asırlar boyunca sürdüğü, sosyal devlet müdahaleleriyle köklü bir biçimde düzeltilemediği toplumlardaki la-ahlaki bireyselci kültür sanki pek de farklı olmayan siyasal sonuçlara yol açıyormuş gibi duruyor.
Hesap sorulacağını bilen siyasal yetkili gücünü kullanırken hata yapmamaya itina eder; etmeyenler ise Britanya’da Başbakan Boris Johnson’ın karşılaştığı gibi soruşturmaya uğrar ve görevini kaybeder.
Dünkü yazıda yer alan bulgulardan yola çıkarak yolsuzluğun büyük ölçüde ekonomik koşulların belirlediği bir kültürel ortamın sorunu olduğu sonucuna varmak mümkündür. Tabii siyaset biliminin temel yasasını da unutmamak kaydıyla: İktidar suistimal edilir, yozlaşır; mutlak iktidar mutlak olarak yozlaşır. Her iktidar kullanan yetkili gücünü kullanarak kendisi veya yakınları için yararlar temin etmeye yönelebilir. Bunu durdurmanın yolu sadece demokrasilerde mevcutmuş gibi durmaktadır. Çünkü demokrasilerde sınırlı hükümet (
limited government) ve bunu teminen kurulmuş denge ve denetleme kurum ve mekanizmaları mevcuttur. Ayrıca seçmen demokrasilerde etkili olduğunda, vergisinin hesabını yapmayı becerdiğinde, hesap sorar. Hesap sorulacağını bilen siyasal yetkili mevkiinin gücünü kullanırken hata yapmamaya itina eder; etmeyenler ise, Britanya’da Başbakan Boris Johnson’ın pandemi döneminde karşılaştığı gibi soruşturmaya uğrar ve görevini kaybeder.
O zaman sorunun çözümünde seçmene ve topluma önemli bir sorumluluk düşmektedir. Siyasal güç kullananlar bunu suistimal etmek eğiliminde olacaklardır. Siyaset bilimi temel yasasına göre bu sabittir, ülkeden ülkeye, sistemden sisteme, rejimden rejime, politikacıdan politikacıya değişmez. Bu ancak güç sınırlandırılarak, kararlar şeffaflaştırılıp, denetim arttırılarak, o güce karşı başka bir gücün (yasama, yargı gibi) dengeleyici ve denetleyici gücü kullanılarak ve nihayet seçmenin etkili hesap sorması mümkünse engellenebilmektedir. Siyasal kararların modern temsili demokraside keyfi olarak alınması söz konusu olmaktan çıkar, hukuki ve ussal olarak alınır. Hukuka ve ussal düşünceye dayanmayan kararlar meşruluklarını kaybettikleri için uygulamaya konulamazlar, konulsalar bile seçmen bu kararlara uymayacak ve kararları alanları da cezalandıracaktır. O zaman yolsuzluk ve kötü yönetim zorlaşacak, ortaya çıksa bile yolsuzluk ve kötü yönetimde bulunanlar tasfiye edilecek yerlerine güç suistimali yapmaya cesaret edemeyen ve kötü karar üretmemeye özen gösterenler iktidara gelebilecektir.
Bunun gerçekleşmesi için modern temsili demokrasinin hukuk devletiyle bağlantılı olarak çalışmasını talep eden ve buna itina eden kritik bir seçmen çoğunluğuna gereksinim vardır. Bu seçmen profesyonel mesleki eğitim almış, meslek etiğine sahip, gelirini kendi çabası ve emeği ile kimseye muhtaç olmadan kazanabilen, mali bağımsızlığı olan bireylerden oluşur. Bu durum genellikle orta sınıfın yaygın olduğu toplumlarda mevcuttur. Bu olgu demokrasinin ortaya çıktığı ilk çağlardan itibaren görülmüş ve Aristo,
Politika adlı eserinde demokrasinin orta sınıfın çok büyük olduğu, seçmenlerin gelir başta olmak üzere birçok bakımdan eşit oldukları toplumlarda işleyebileceğini iler sürmüştür.
Daha yakın tarihlerde de Amerikan siyaset sosyoloğu Seymour Martin Lipset yaptığı bir araştırmada (1959) 20. yüzyılın ikinci yarısında aynı sonuca varmıştır. Onun için gelirin en eşit dağıldığı Kuzey Batı Avrupa, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore gibi ülkelerde liberal temsili demokrasi yerleşik bir hal almıştır. Aynı ülkelerde siyasal yolsuzluk ender olarak görülmekte, ortaya çıktığı zaman da büyük bir seçmen tepkisi ile gereken hukuki ve siyasal önlemler alınmaktadır. Bu toplumlar aynı zamanda kamu imgesine sahip, kamu malı / hizmeti üretilmesi ve arzını titizlikle izleyen, ödedikleri verginin hesabını yapan ve iyi kullanılması için siyasal temsil ilişkilerini etkili kullanan seçmenlerin çoğunlukta oldukları toplumlardır. Üstelik bu toplumlarda sosyal devlet uygulaması da etkilidir. Onun için çok yüksek vergi salınan bu devletlerin seçmenleri ödedikleri bu verginin karşılığında birçok hizmeti bedava temin etmekte ve o hizmetlerin üretilmesi ve kalitesine büyük itina göstermektedir.
Türkiye’de seçmenin ve ödediği verginin bile hesabını bile bilmemesi, seçtiği temsilcinin patronu olması dolayısıyla ondan hesap sormayı da tahayyül edememesi sonucunda siyasal yolsuzluk algısı fevkalade değişik bir içeriğe bürünmektedir.
Türkiye’de çok geniş bir seçmen kitlesinin la-ahlaki bireyselci / evcil kültür içinde yaşaması ve düşünmesi, vergi hesabı yapamaması ve ödediği verginin bile hesabını bile bilmemesi, seçtiği temsilcinin patronu olması dolayısıyla ondan hesap sormayı da tahayyül edememesi sonucunda siyasal yolsuzluk algısı fevkalade değişik bir içeriğe bürünmektedir. Zaten siyasetten beklediklerini ancak patronaj ilişkileri ile temin ettiğini düşünen seçmenler için resmi hukuki yapılar, temsil ilişkisi, oy verme işlevleri demokratik katılma ve temsil olgu ve süreçlerinin dışında işlev gören içeriktedir. Politikacıdan büyük bir ahlaki dirayet beklenmemektedir. Önemli olan patronaj ilişkisinin işlevselliğini kaybetmemesidir.
1961 yılında ilkokul çağlarımdayken İstanbul, Kartal’ın Soğanlık köyünde tanık olduğum ve hiç unutmadığım bir olayın bu olguyu çok iyi ifade ettiğini düşünüyorum. Köyün kahvesine uğrayan bir kişinin oradakilerin Yassıada’daki davalarda ortaya çıkan yolsuzluk suçlamalarına ilişkin tariz dolu anımsatmalarına karşı, yeni ve yine Başbakan olan İsmet İnönü için, “haydi bakalım söylenin, yine geldi İsmet, kesildi kısmet!” demişti. Bu seçmenin gözünde İsmet İnönü’nün Başbakanlığında yolsuzluk belki azalacaktı, ama patronaj mekanizmasının Adnan Menderes’in Başbakanlığındaki gibi çalışmayacağı da kesindi. Önemli olan “kısmet”in sürmesi değil miydi? Yolsuzluğun kesilmesi, eğer kısmetin kesilmesine de yol açacaksa, bu arzu edilebilir miydi? Bugün hala aynı ikilemi yaşayan geniş bir kitle olduğu göze çarpmaktadır. Onlara yolsuzluğun yaygın olarak algılanmasının, özellikle yurtdışından gelen ekonomik yatırımların kesilmesine, ekonominin düzgün bir biçimde yönetilememesine, yoksul – varsıl farkının artarak sürmesine, yoksulluk sorunun daha da derinleşmesine, siyasette etik sorunlarının artmasına yol açacağını anlatmak ve bundan daha büyük kayba uğrayacak olanın kendileri olacağını göstermek acaba mümkün olacak mıdır? Bu sorunları çözmek için, bir an önce, demokrasi olmayan ve hiçbir zaman olamayacak olan 2017 referendumuyla geçtiğimiz neo-patrimonyal sultanizm rejimini terk ederek, çağdaş liberal demokrasiye geçmemizin şart olduğunu; bilim, sanat, beşeri bilimler eğitimlerini güçlendirmemiz gerektiğini, profesyonel eğitim ve etik sahibi seçmen sayısını artırmamızın gerekli olduğu anlatılabilecek midir? Yine yaşayıp göreceğiz.
---
Kaynakça
Çarkoğlu, Ali ve Kalaycıoğlu, Ersin (2021)
Fragile but Resilient? Turkish Electoral Dynamics 2002 – 2015, (Ann Arbor, Michigan: University of Michigan Press).
Chehabi, Hecham E. ve Juan J. Linz (der.) (1998)
Sultanistic Regimes (Baltimore, Maryland, USA: Johns Hopkins University Press).
Fang, Ferric C. and Casadevall, Arturo (Mayıs / Haziran 2013) “Why We Cheat.”
Scientific American, May/June 2O13.
Galinsky, Adam D. et. al. (Eylül 2003) “From Power to Action,”
Journal of Personality and Social Psychology, Vol. 85, No. 3: 453-466.
Haslam, S. Alexander ve Reicher, Stephen D. (Ekim / Kasım 2006); “The Psychology of Tyranny.”
Scientific American.
Kalaycıoğlu, Ersin (1983)
Karşılaştırmalı Siyasal Katılma: Siyasal Eylemin Kökenleri Üzerine bir İnceleme, (İstanbul: İ. Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi Yayını, no: 10)
Kalaycıoğlu, Ersin (2018), “Two elections and a political regime in crisis: Turkish politics at the crossroads,”
Southeast European and Black Sea Studies, vol. 18, no.1: 21- 51.
Kalaycıoğlu, Ersin (2021)
Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya (Ankara: Efil Yayınevi).
Keltner, Dacher et. al. (2008) “A Reciprocal lnfluence Model of Social Power: Emerging Principles and Lines of lnquiry”
Advances in Experimental Social Psychology, Vol. 40: 151-192.
Klasnja, Marko ve Tucker, Joshua A. Tucker (2013). “The economy, corruption, and the vote: Evidence from experiments in Sweden and Moldova,”
Electoral Studies, 32: 536–543
Lammers, Joris et. al., (Mayıs 2010) ““Power Increases Hypocrisy: Moralizing in Reasoning, lmmorality in Behavior”.
Psychoiogical Science, Vol. 21, No. 5: pp. 737-744.
Lipset, Seymour Martin (Mart 1959) “Some Social Requisites of Democracy: Economic Development and Political Legitimacy,”
American Political Science Review, vol. 53, no. 1: 69 – 105.
Nurhat, Cenap (Mart 1971) “Türkiye Köylerinde Olağandışı Oy Verme”
A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, vol. 26, no. 1: 219 – 244.
Okimoto, Tyler G. and Brescoll, Victoria L. (Temmuz 2010) “The Price of Power: Power Seeking and Backlash against Female Politicians.”
Personality and Social Psychology Bulletin, Vol.36, No. 7: 923-936.
Schaarschmidt, Theodor (Mayıs / Haziran 2017) “Power and Psycholy,”
Scientific American.