Kılıçdaroğlu Esnaf Bakanlığı kuracağını söyledi. Anlıyorum. Esnafı ve çiftçiyi desteksiz bırakıldıkları pandemi sürecinde etkilemeye çalışıyor. Ancak Türkiye esnaf toplumu olmaktan ücretli emek toplumu olmaya doğru ilerliyor. Türkiye’de yoksulluğun ve sosyal adaletsizliğin bu kadar gözle görünür hâle geldiği günümüzde yeni bir sosyal demokrasi imkanını konuşma vaktimiz çoktan geldi ve hatta geçiyor. Bu yoksulluğun boyutlarını en iyi anlatan veriler, 4 kişilik bir hane için açlık sınırını 2 bin 865 TL, yoksulluk sınırını ise 9 bin 332 TL olarak belirleyen Tüketici Hakları Derneği’nin (THD) TÜİK ve Türk-İş’in verilerine dayanarak Haziran 2021’de, yani dövizdeki yükseliş ve ona bağlı olarak temel tüketim maddelerinin neredeyse iki katı artan maliyetinin henüz tüketicilere yansımadığı bir dönemde bulduğu sonuçlar. THD’nin sonuçlarına göre, 16 milyon kişi 2 bin 865 TL’nin altında gelirle açlık, 50 milyon kişi de 9 bin 332 TL’nin altında gelirle yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yani toplamda 66 milyon kişi açlık ve yoksulluk sınırının altında bir yaşam mücadelesi veriyor. Aynı dernek, 2019’da yaptığı araştırmada ise banka mevduatlarına dayanarak Türkiye’de 191 bin 916 milyoner bulunduğunu belirtti. Araştırmada, bu kişilerin yekun mevduatının 1 trilyon 199 milyar 102 milyon TL olduğu ifade edildi. (1) 66 milyon sefil çoğunluk ve 191 bin zengin azınlık! İşte bu durumda refahın yeniden dağıtım mekanizmalarını gündemimize alarak sosyal demokrasinin mümkünâtı üzerine konuşmamız elzem. SOSYAL DEMOKRASİ VE TÜRKİYE’DE SINIFLAR CHP’nin Mersin mitinginde Kılıçdaroğlu, bir Esnaf Bakanlığı kurulacağını ifade etti. Meclis’te yaptığı usta işi bütçe konuşması dahil birçok konuşmasında da esnafların kredi borçlarının faizinin silineceğini gündeme getiriyor. Kılıçdaroğlu’nun bu ifadelerinin pragmatik yönünü anlamıyor değilim. O, AK Parti’nin oy deposu olarak görülen esnaf ve çiftçiyi desteksiz bırakıldıkları pandemi sürecinde etkilemeye çalışıyor. Ki bu yüzden çiftçilerin de kredi borçlarını sileceğini ifade ediyor. Bu, AK Parti’yi yenme planın bir parçası olabilir, hatta olmalı da. Ancak CHP’nin plan ve stratejisini mutlak suretle birbirinden ayırması gerekiyor. Çünkü Türkiye, orta vadede bir çiftçi ve esnaf toplumu olmaktan bir ücretli emek toplumu olmaya doğru ilerliyor. Öyle ki TÜİK verilerine göre, sanayi, inşaat, ticaret ve hizmet sektörlerinde çalışan ücretli sayısı yaşanan ekonomik buhrana rağmen 2020 Ocak’tan 2021 Ocak’a  11 milyon 969 bin 591 kişiden 12 milyon 589 bin 820 kişiye çıkarak %5,2 arttı. (2) Aşağıdaki grafik ve tabloda da görüldüğü gibi, 2005’ten 2018’e uzanan süre içinde de tarım ve ücretli emek arasındaki iş dengesi sürekli olarak ücretli emek lehine dönüştü. Bunun yanında Türkiye’deki toplam esnaf sayısı ise 2 milyon 224 bin 738 olarak belirlenirken,(3) bu oran seçmenin yaklaşık %3,5’unu oluşturuyor. Kaynak: https://cevreselgostergeler.csb.gov.tr/istihdamin-sektorel-dagilimi-i-85697 Dolayısıyla esnafların sayısı, bakmakla mükellef oldukları aileleri de düşünüldüğünde, bir oyun bile önemli olduğu bu sistemde CHP’nin onları etkilemeye ve sorunlarına çözüm bulmaya dönük kaygısı anlaşılabilir. Öte yandan, krizin etkilerinin hissedilmeye başlandığı 2019’da 114 bin 997, 2020’de ise 99 bin esnaf iflas bayrağını çekti. (4) Dolayısıyla bu batan esnafların da çoğu niteliksiz ve ucuz iş gücü pazarının bir parçası hâline gelerek ücretli emeğin örgütsüz ve güvencesiz hâlinin mustariplerinden oldular. PEKİ CHP’NİN STRATEJİSİ NASIL KURGULANMALI? Her şeyden önce CHP’nin bir ideoloji kurultayı toplaması olmazsa olmaz. Elbette CHP’nin kısa vadeli planı AK Parti’yi yenmek ama diğer yandan da AK Parti sonrasında, merkezin yeniden inşa edildiği bir Türkiye için kimliğini ve karakterini şimdiden ortaya koyabilmeli. Unutmamak gerekir ki CHP, 1950’lerde bir yandan DP’nin otoriterleşme politikalarıyla mücadele ederken, diğer yandan da 1960 sonrasının kimliğini Forum Dergisi neslinin önderliğinde Araştırma Bürosu’nda attı.
CHP’nin ideoloji kurultayı toplaması olmazsa olmaz. Unutmamak gerek ki CHP, 50’lerde DP’nin otoriterliğiyle mücadele ederken, bir yandan da 60 sonrasının kimliğini Forum Dergisi neslinin önderliğinde Araştırma Bürosu’nda yarattı.
CHP her ne kadar Kılıçdaroğlu döneminde büyük ölçüde ulusalcı kanattan kurtulsa da sağdan transferler dolayısıyla parti, neoliberaller ve sosyal demokratlar olmak üzere ikili bir görüntü çiziyor. Elbette geçtiğimiz 40 yılda neoliberaller bu iktisadi birikim modelinin “tartışılmaz” ve “bilimsel” olduğuna neredeyse bütün dünyayı ikna ettiler. Ancak pandemi sürecinde tüm dünya bu birikim modelinde devletin kendilerine 20 günden fazla bakma kabiliyeti olmadığını gördü ve bu “sarsılmaz doğru” da sarsıldı. Yeni dönemde bu sarsıntıların daha da artması kaçınılmaz. Çünkü pandemi döneminin hem bireysel hem de ülkeler bazında yarattığı ekonomik tahribat son derece ağır oldu. İşte bu ahvalde CHP, neoliberal olanın dışında bir alternatif ortaya koyabilmeli. Bu, CHP piyasa ekonomisine meydan okusun anlamına gelmiyor. Bu, CHP’nin tamamen piyasa kurallarına teslim olmayıp, piyasayı toplumun kurallarına göre işlettiği ve denetlediği bir model ortaya koysun demek oluyor. Bu, CHP tüm ülkenin gelirinin bir avuç insanın elinde toplanmasının önüne geçsin ve daha adil bir iktisadi altyapı kurgulasın demek oluyor. CHP, tarihi boyunca insanların günden güne güvencesizleştiği ve yoksullaştığı kriz evrelerinin birinden zafer, diğerinden ise hezimet çıkardı. Kamu çalışanlarından işçilere kadar geniş bir toplumsal yapının hareketlendiği 1980’ler sonu ve 1990’lar başında SHP, bu dönemde Sovyet blokunun çöküşüne de tanıklık etmesi dolayısıyla bir sosyal demokrat hegemonya çıkaramadı ve hezimeti temsil etti. Diğer yandan 1970’ler CHP’sinin sosyal demokratları, 1950’lerde Forum Dergisi’nde başladığı tartışmalar sonucunda 1960’ların ortasında CHP’de, 1970’lerde ise Türkiye’de iktidarı kısıtlı da olsa ele geçirerek böyle bir stratejinin başarılı olabileceğini gösteren örneği temsil ettiler. Peki neydi bu başarının altında yatan strateji? Öncelikle uzun yıllar tartışılan ve partiyi tutarlı bir ideolojik çerçeveye oturtan iştahtı. Sonrasındaysa toplumdaki işçi sınıfıyla köylüleri “halk kesimleri” ya da “bozuk düzenin mağdurları” şeklinde ortak bir kavramın altına yerleştiren, kitleleri halk lehine dönüşün için mobilize eden yanıydı. Nitekim tüm dünyada sosyal demokratların ahlaki ve siyasi üstünlüğü, kendi sosyal sınıflarını kavramaları ve onları bir araya getirip çıkarlarının ortaklaştığına ikna edebilme kapasitelerine bağlı olageldi. Bugün ise CHP’nin ortak bir çerçevede buluşturması gereken üç kesim var: KOBİ’ler, tüm mikro gruplarına ayrı ayrı çalışılacak olan mavi yakalılar ve sanayi sonrası toplumun niceliksel olarak en büyük sınıfı hâline gelecek olan (ve yukarıda görüldüğü gibi günden güne büyüyen) beyaz yakalılar. CHP’nin bu gruplara ne diyebileceği ve hangi çerçeveden sınıfsal bir hitap geliştirebileceğini bir sonraki yazımda tartışacağım. Ancak unutmamak gerekir ki CHP, bu treni kaçırırsa Türkiye de çok büyük bir treni kaçırır. Nitekim 1990’larda kaçırılan tren, AK Parti’nin yoksulluğu fona bağlama niteliği taşıyan sosyal politikaları, çarpık toplu taşıma anlayışı ve sağlık yatırımlarına dahi büyük bir rıza üretti. Bu geç kalmışlık dolayısıyla AK Parti toplum gözünde ayrıcalıklı ve “icraatçı” sayıldı. Dolayısıyla bir ideolojik tartışma başlatılırsa Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı yenerken; bakarsınız bıraktığı miras da sosyal demokrasiyi orta vadede iktidar yapar. Tıpkı İsmet İnönü’nün başlattığı tartışmaların orta vadede Ecevit’i Başbakan yapması gibi… --- Kaynaklar