Vatandaşın yoksullaşmaya tepkisi döviz alımı ise sürecin sonucunda siyasi değişimler tetiklenebilir. Hiç oraya ulaşmasa bile TCMB Eylül 2018 ile Kasım 2020’deki gibi işleri ders kitabında yazdığı şekilde uygulamak zorunda kalabilir. Temmuz 2018 ve Ekim 2020’de başlayan önceki döviz kuru ataklarına benzer bir durumu Kasım 2021 itibarıyla üçüncü kez yaşıyoruz. 3 yılda 3 kez bu şoku yaşatmak, üstüne 128 milyar doları heba etmek hiç kolay değildi; ancak biz konuştuk AKP iktidarı bunu başardı. Naci Ağbal’ın görevden alınmasının ardından dolar kuru hızlı bir biçimde 7,20’den 8,20’ye sıçramıştı. Yeniden kredi genişlemesi uygulanacağı, erken faiz indirimlerinin başlayacağı ve hatta güç yettikçe rezervlerin satılacağı beklentisi hâkimdi. Bu üç endişenin hiçbiri gerçekleşmedi, ta ki Eylül ayında Kavcıoğlu’nun çekirdek enflasyon vurgusu ve faiz indirimlerini başlatmasına kadar. Önceki iyimserlik hatalarından ders alan piyasa, bu tercihin çok daha gevşek para politikalarına ulaşacağı öngörüsüyle dövize rağbet gösterdi. 3-4 gün gündemi oldukça yoğun bir şekilde işgal eden büyükelçiler krizini saymazsak eğer, dolar kuru 9,60’a uzandı. Haliyle 7 aylık süreçte 300 baz puan faiz indiriminin bedeli 7,20’den 9,60’a uzanan dolar kuru oldu. Bu süreçte öngörülmesi zor tek gelişmeyse küresel emtia, enerji ve navlun fiyatlarındaki tarihi yükselişlerdi. Buna karşılık kredi politikasında özen korundu, hatta özel bankaların kredi verme iştahı biraz açıldı. Maliye politikasında da kontrol yitirilmedi, akaryakıt ve doğalgazda devlet tarafından doğrudan ve dolaylı destekler sağlamakla yetinildi. Fakat 9,60’tan başlayan ve büyükelçiler krizini dışarıda bırakan süreç yeni bir spekülatif atak halini aldı. Yukarı gidişlerdeki işlem hacmi düşük, çünkü satıcı pek yok, alıcı ise ısrarcı. Çünkü Türkiye’nin 1990’lardakine benzer bir enflasyon döngüsüne sokulacağı ve bunun da para basımı ve kamu bankaları kredi genişlemesiyle yapılacağı güdüsü hâkim. Bu iktidar bulunduğu müddetçe, hiçbir şey asla dememek lazım, fakat bu karamsar senaryoyu da ana beklenti olarak görmek hatalı olur. Çünkü böyle bir gelişme dış ödemeler dengesi krizini de tetikleyebilir. Mevcut halde yabancı yatırımcıların 2018 ve 2020’de bu alanda duydukları endişe oldukça azaldı; haliyle devlet de özel bankalar da uluslararası piyasalardan borçlanabildiler. Tabii yabancılar da yanılabilir, ancak karamsarlığın yerlilerde daha yaygın olduğunu not düşelim. İKİ AY ÖNCE YIL SONU DOLAR BEKLENTİSİ 9.00’DU Yerlilerin haklı bir şikâyeti var; resmi enflasyon çok yüksek, hissedilense daha da yüksek. Bu nedenle son 1 yılda iyi bir performans sergilemiş olan döviz rağbet görüyor. Bu performansın bir daha tekrarlanıp tekrarlanmayacağı bir muamma, fakat uygulanan faiz politikası onları oldukça hırslandırmış. %16 faizle günlük yaşamlarındaki pahalılığı kıyaslayınca tepki vermeleri anlaşılır. Diğer taraftan finansal piyasalarda geçmişte yaşananların geleceğe dair öngörü vermekte yeterli olmayabileceğini unutmamak gerek. Yani vatandaşın yoksullaşmaya tepkisi döviz alımı ise bu kadar değersiz hale gelmiş bir TL, yine bir o kadar değer kaybı yaşamayabilir. Bu sürecin sonucunda siyasi değişimler tetiklenebilir. Hiç oraya ulaşmasa bile TCMB durmak ve Eylül 2018 ile Kasım 2020’deki gibi işleri ders kitabında yazdığı gibi uygulamak zorunda kalabilir. Böyle bir tercihin karşılığı çok olur, çünkü TL hâlihazırda çok değersiz. İhracatçıların 2 ay önce, yılsonu için dolar beklentisinin de 9,00 olduğunu; yani 10,50 ve hatta daha üstü kur seviyesini talep eden olmadığını hatırlatalım. Diğer taraftan Erdoğan’ın karar mekaniğinin ne tümden rasyonel ne de irrasyonel olduğunu buraya not düşmeli. Ekonomi yönetimi; 4 yılda 3. spekülatif atak yaşatıp ve rezervleri heba ederek imkansızı mümkün kıldı. Herkesin takdiri sürecin böyle daha fazla gidemeyeceği. Bunu dedikçe süreç de gittikçe kötüleşiyor. Yine de bu ayki TCMB PPK toplantısından başlayarak daha makulün önce örtülü uygulanması ve sonrasında zoraki ama açıkça kabullenilmesi mümkün. Bu tip politika tercihlerinin arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan var ve kendisi her şeye muktedir, ama günü geldiğinde kimse o düşen bıçağı tutmak istemez. Bakalım o gün ne zaman gelecek!