Son derece gelişmiş teknolojik bir alt yapıya sahip MOSSAD’a çalışan iki kişinin kalkıp cep telefonuyla fotoğraf çekerek bilgi paylaştığına inanmak güç fakat kimi zaman en basit görünen şeylerde bile soru işareti koymak doğru oluyor.
İsrail’le Türkiye arasındaki yeni “casus” krizi kimilerini pek heyecanlandırsa da aslında bundan pek bir şey çıkmayacağı olayın oluş şeklinden anlaşılıyordu. Bundan evvel MOSSAD ajanı oldukları iddiasıyla bazı kişileri de tutuklamışlardı. Bu sene İsrail ve Türkiye’nin ilişkilerinde ilginç günlere şahit oluyoruz. Neyse ki bu iş güzel bitti ve iki ülke arası ilişkiler hızlandı.
Bu konu gündeme geldiğinde, bazıları bu konuda niçin yazmadığımı sordu. Yazmadım çünkü ben kimsenin kefili değilim. Tanımadığım iki kişinin cumhurbaşkanının evinin fotoğraflarını çektikleri iddiasıyla tutuklanmaları ancak ortadaki hukuki süreci takip eden ve bilenler için yorum yapılacak bir durumdur. Tabii son derece gelişmiş teknolojik bir alt yapıya sahip MOSSAD’a çalışan iki kişinin kalkıp cep telefonuyla fotoğraf çekerek bilgi paylaştığına inanmak güç fakat kimi zaman en basit görünen şeylerde bile soru işareti koymak doğru oluyor. Buna kendi hayatımdan da bir örnek verebilirim.
CASUS ÇIKAN FRANSIZCA ÖĞRETMENİ
Bundan on sene evvel, Fransa’daki araştırmalarımla ilgili bir Fransızca hocasıyla görüşmüştüm. Genç bir kızdı. Fransa’da iyi bir üniversite eğitimi görmüş, mezuniyetten sonra doğrudan İstanbul’a gelip burada bir kurs açmıştı. Havadan sudan bahsediyorduk. Bana “Niçin Fransızcayı öğrenmek istedin?” diye sormuştu. Ben de kendisine yaptığım araştırmalardan bahsetmiştim. Bana epeyce sorular sordu. Kısa ve öz yanıtlarla geçiştirdim. Ben de ona “Niçin Türkiye’ye geldiniz? Fransa’daki eğitiminizle dünyanın birçok farklı ülkesine gidebilirdiniz” dediğimde, o da benim bu sorumu geçiştirdi ve burada çok mutlu olduğundan, buranın çok otantik olduğundan vs. bahsetti. Çocukluğumdan beri Avrupa kafasına aşina olduğum için, “İstanbul’un otantikliği”, “Efendim İstanbul kadim şehir, Bizans’ın başkenti, Osmanlı’nın kozmopolit kenti” gibi artık bıkkınlık getiren muhabbetlere alışığım ama bir gariplik olduğunu fark etmiştim. Bu hikâyede bir parça yerine oturmuyordu. O görüşmede durup dururken, bana uzun uzun bir kafeden bahsetmiş, mutlaka oraya gitmem gerektiğini söylemişti. Bahsettiği kafe, bazı şaibeli toplum kuruluşlarına üye gençlerin uğrak yeriydi; yerel yemekler sunuyordu ama amiyane tabirle “leş hayatı” alt-orta sınıf çocuklarına “bohem hayat” olarak yutturma peşinde olan yerlerden birisiydi. Ne işim var? O görüşmeden sonra kızın beni sorgulamasından rahatsız olduğum için bir daha kendisiyle görüşmedim. Çok değil, birkaç ay sonra kızın tutuklandığını ve sınır dışı edildiğini duydum. Yanılmamışım, İstanbul’un çok otantik olması değil, başka hesaplar vardı buradaki ikametinde.
Bu sebeple, hiç ummayacağınız birinden bile her şeyi beklemek mümkün. Bu yüzden bilip bilmeden yazıp, kimseyi yanlış yönlendirme hakkını kendimde görmedim. Hem okuyuculara hem de bu platforma duyduğum saygımdan dolayı bu konuyu bekleyip görmenin daha doğru olacağını düşündüm. Nitekim İsrail başbakanı Bennett, şahsi olarak ilgilendiği için Erdoğan’a teşekkür etti ve konu güzel bir şekilde bitti.
NILI TEŞKİLATI
İsrailli casus deyince aklımıza hemen son dönemde Netflix’te yayınlanan dizisiyle ünlenen Eli Cohen ismi geliyor. Ancak ben bugün sizi daha eski bir döneme götüreceğim. Birinci Dünya Savaşı yıllarına... Geçtiğimiz günlerde “Filistin’de Türklerle” isimli bir kitap geçti elime. Yazar Alexander Aaronson, Siyonist hareket içinde önde gelen bir yazardır. Kardeşleriyle birlikte NILI örgütünü kurarak Filistin’de Yahudi varlığını güçlendirmek hedefiyle çalışmış ama bölgedeki faaliyetleri sebebiyle ABD’ye kaçmak mecburiyetinde kalmıştır. Kız kardeşi Sara ise teşkilatın bir üyesi olduğu gerekçesiyle Osmanlı hükümeti tarafından tutuklanmış ve işkence görmüştür. Bu sebeple intihar ettiği veya öldürüldüğü söyleniyor.
Aaronson’ın kitabının propaganda yönü olduğu ihtimali var. Fakat Osmanlı idaresinin o dönemde ne hale geldiğini doğrudan Osmanlı subaylarının hatıralarından da öğrenebiliyoruz, bu yüzden Aaronson’ın yaptığı bazı eleştirilerin haklı olduğunu düşünmek gerek.
Siyasal İslamcı ve aşırı milliyetçi çevrelerde bu NILI öylesine abartılıyor ki, sanırsınız Filistin’de Osmanlı’nın yenilmesine sebep olacak kadar önemli işlere imza atmışlar. Halbuki NILI, Siyonist hareket içinde yer alan ve bölgedeki Yahudilerin örgütlenmesini ve kendilerini Arapların saldırılarından korumasını sağlamak hedefiyle çalışan yerel bir örgütten ibarettir. Taktiksel olarak İngiltere ile iş birliği yapmaları, esasen Osmanlı’nın bölgeden ayrılmasıyla beraber İngiltere’nin bir şekilde Araplara vaat ettiği yerel yönetimi kendilerine de tanıyacağına olan inançla ilişkilendirilebilir. Nitekim bir müddet sonra Siyonistlerin namlusu bu kez de yeni sömürge düzeninin patronu olan İngiltere’ye çevrilecektir.
Bu bağlamda dönemi farklı bir açıdan okumak için Aaronson’ın kitabı son derece enteresan. Osmanlı yönetimindeki aksaklıkları, Arapların bir türlü kanun ve düzen tanımamalarını ve Yahudilerin verdiği Siyonist mücadeleyi güzel bir şekilde anlatıyor. Burada başka kaynaklarla beraber okunursa daha iyi olacağını belirtmem gerekiyor zira propaganda yönü olduğu ihtimalini gözden kaçırmamak lazım. Fakat Osmanlı idaresinin o dönemde ne hale geldiğini doğrudan Osmanlı subaylarının hatıralarından da öğrenebiliyoruz, bu yüzden Aaronsonh’ın yaptığı bazı eleştirilerin haklı olduğunu düşünmek gerek.
İSRAİL’İN KARNESİ
Casusluk müessesesi tarihçiler için eğlenceli ve heyecan verici bir konu ama son dönemde teknolojinin ilerlemesiyle eskisi kadar çaba gerektirmiyor. Yani bir yüz sene evvel fotoğraf çekerek casusluk yapmanız mümkündü ama şimdi size yanaşmadan da sizi takip edebiliyorlar. Bu yüzden devletler güvenlik konusunda eskisinden daha fazla dikkatli olmak zorundalar.
İsrail demişken, tarihin bildiği en eski casusları da yine Musa peygamberin yolladığını belirteyim. Yeşu ve Kalev binlerce sene evvel Kutsal Topraklara casus olarak gitmişler ve geri gelip bölgenin şartlarını Hz. Musa’ya bildirmişlerdi. Bu adamlar bu işi biliyor.
İsrail yine geçtiğimiz aylarda Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili gündeme gelmişti. Washington Post’un iddiasına göre, Kaşıkçı’nın takibi İsrailli firma NSO Group’tan satın alınan Pegasus programı sayesinde gerçekleştirilmişti ve bunun sonucunda Kaşıkçı öldürülmüştü. İsrailli firma bu konuda sorumlu olmadığını ileri sürmüş ve açıkça söylemese de, sattığı programın sonucunda ortaya çıkacak olumsuz gelişmelerin kendilerini bağlamadığını, programın terörle mücadele hedefiyle üretildiğini ifade etmişti. Bu olay gündemden düştü ve pek fazla kimse artık olayın üzerinde durmuyor.
İsrail demişken, tarihin bildiği en eski casusları da yine Musa peygamberin yolladığını belirteyim. Yeşu ve Kalev binlerce sene evvel Kutsal Topraklara casus olarak gitmişler ve geri gelip bölgenin şartlarını Hz. Musa’ya bildirmişlerdi. Bu adamlar bu işi biliyor.