Karakoç’un resimlerinde monokrom arka plan, tek bir rengin zenginleştirilmiş tonlarında, olabildiğince tesadüfi bir şekilde elin fırçayla koordinasyonunda kendisini bulur. Boya neredeyse hiçbir zaman belli bir açının tekrarlarıyla sürülmez, kaotik bir boyamanın izindedir. Arka planın monokromluğunun kırıldığı örneklerdeyse, bej, sarı, gri gibi renklerden birisinin, yarı şeffaf bir yapıyla, koyu renk bir zemin üzerine tül benzeri bir örtü olarak çekildiğine tanık oluruz. Böylelikle tek renk aşılsa da, retinaya düşen etki yalın kalır. Karakoç bu şeffaf boyamada fırça darbelerinin görünürlüğünü önemser. Darbeler olabilecek her açıdan zemini süpürürlerken bir yandan yüzeyi boyarlar, bir yandan da ondan boyasını geri alırlar. Kalan izler; yolun, sınırın, gökyüzünün ya da herhangi bir mekanın veya coğrafyanın tümüyle dışlandığı bu arı soyutlamada boş arka planın sığ bir yüzey değil derin bir uzay olduğuna işaret eder. Resmin sağdan sola ya da baş aşağıya çevrilmesi, resmin herhangi bir kayıp yaşamasına yol açmaz. Karakoç’ta monokrom bu arka plan, resmin bizatihi kendisidir. Bu derinlikli arka plan, tesadüflerin kurduğu boş ancak hacimli bir evren olarak, içi doldurulabilir bir yokluğa işaret eder. Bu evrene dahil olacak varlıkların, bu evrenin yüzeyinde değil, içerisinde var olacakları beklenir. Ancak Karakoç bizi bu noktada şaşırtır. Arka planın derinliği ile kontrast oluşturacak şekilde, bu evrene yerleştirdiği varlıkların tümü yüzeyde kalırlar. Derinliğin içerisinde bırakılmadıklarından, perspektife de duyarsızdırlar; aynı hatta, yüzeyin çeperinde, havada asılı dururlar. Dahası bu varlıkların kendi hacimleri de yoktur, tümü iki boyutludur. Ne oylumları, ne de birkaç istisna dışında gölgeleri vardır. Ancak bu varlıkların zaman zaman üzerlerine sürülen kalın boya katmanları sayesinde rölyef etkisiyle elde ettikleri reel bir üç boyuttan söz edilebilir. Bu yoğun boya katmanları tablonun üzerine düşen ışık sayesinde belli gölge etkileri üretebilseler de, tuval üzerine bırakılmak istenen etki bu figürlerin iki boyutlu görülmeleridir. Figür, Karakoç’un resminde, evrene nüfuz edemeyecek şekilde tasarlanmıştır, varlık yüzeye mahkum edilmiştir. Varlıkların serpiştirilmesinde derinlik askıya alınmış, figürler kendilerine ancak dikey ve yatay eksenlerde hareket kabiliyeti sağlanacak biçimde dağıtılmışlardır. Karakoç’un varlık ve evren inşasında derinlik ve yüzey arasındaki kontrast, tesadüfi ve geometrik olan arasında da geçerlidir. Arka plan olabildiğince tesadüflerin salınımındayken, boyanan figürler geometrik ve simetrik bir şekilde dizilir. Karakoç’un evreni entropikse de, varlıkları düzenli ve öngörülebilirdir. Dahası arka plan tikel ve biricikken, varlıkları çoğul ve birbirlerinin aynıdır. Varlık Karakoç’ta evrenin süsüdür. Ancak bu resimlerde varlık yalnızca süsleme ödevinde değildir; aynı zamanda hareketin ve ritmin üretimini üstlenir. Karakoç bir soyutlama üzerine kurduğu resmini, yinelemelerle çoğalttığı varlıklarla eşleyerek bir ritim tutar. Kaotik soyutlamanın oluşturduğu arka planın aksine, ritmi üreten grafik öğeler çoğunlukla simetrik bir dağılımdadır. Tekrarlayan bu figürler, aynı imgenin basit lekelerle oluşturulmuş sade betimlemeleridir. Ne bir çizgi, ne bir kontur, ne de bir ayrıntı taşırlar; herhangi bir temsil yetkileri de yoktur. Bir anlatıya da hizmet etmezler. Burada yalnızca estetik değerler söz konusudur. Estetik kompozisyonun arasından ise bir hareket kendisini gösterir: ritim. Karakoç’ta ritmin taşıyıcılığını yapan figürler bazen biberler, bazen narlar, bazen tüyler ve çoğunlukla da atlardır. Soyut bir denklem üzerinde dört bir yana koşuşan atlılar, hep yandan çizilmiş özdeş lekelerdir. Bu at figürlerinde zaman zaman boyamanın etkisiyle atla tamamıyla kaynaşmış ve yekpareleşmiş bir binici de söz konusudur. Atlar, Karakoç’un sebzeleri kendi gerçek renklerine uygun boyalarla temsil etmesinin aksine, bundan bağışıktır. Siyah, kırmızı, beyaz bir siluetten, bazen bu tek renkli siluetin üzerine vurulmuş bir iki başka renkten, bazen de rengarenk bir paletten oluşurlar. Atlardaki renk sayısı arttıkça, atlar arasında kurulan özdeşlik de kendisini bir miktar tesadüflerin kucağına doğru bırakma eğilimi gösterir. Aynı büyüklükte, aynı renklerde ve aynı açıdan resmedilen bu atlar, onlara atanan renk sayısı arttıkça, giderek farklılaşır gibidirler. Karakoç, tek bir bireyin farklı duruşlarından oluşturulmuş ritmik kompozisyonlar da boyar. Bu yapıtlarında bazen laciverte çalan koyu bir mavi zeminin üzerinde sarı, beyaz, kırmızı ve kahverenginin üst üste binen rastgele fırça darbelerinde oluşturulmuş bir kişinin farklı pozisyonlardaki betimlemeleri, ritmik bir düzen içerisinde sıralanır. Bazen tuvali, siyah bir zemin üzerinde kırmızı ile tuşlanmış bireyler ele geçirir. Kimi zaman da tek bir fon renginin üzerine tek bir renkle siluet olarak çizilen bireye eklenen yeşil, mavi, sarı, kırmızı ya da lacivert renklerden seçilmiş tek bir tuşlama öne çıkar. Bu resimlerde, atlardan ve ölü-doğalardan farklı olarak belli bir psikolojik derinlik vardır. Francis Bacon’un suretlerde gerçekleştirdiği formu rastgeleliklerle resmederek, dışsal görüntüyü bozarak, bu bozulmada kişinin içsel kargaşasına odaklanan tarzına benzer şekilde, Karakoç da figürün formunu bozarak onun ruhsal karmaşasını betimler. Bu birey, bazı tuvallerde bağdaş kurarak oturmuş ve derin bir tefekküre dalmış ya da doğayla veya Tanrı’yla iç içe geçmiş bir derviş algısı üretir. Karakoç bu algıyı, resimlerine koyduğu isimlere zaman zaman “Derviş” sözcüğünü de dahil ederek pekiştirir. Zeminin kırmızı, mavi, yeşil ya da mor gibi tek bir renkle oluşturulduğu bu resimlerde dünya karmaşadan arındırılmıştır. Tefekküre dalmış birey de tek renkle boyandığı tablolarda huzurlu gibiyken, farklı renklerle boyandığında huzursuz görünür. Bu resimlerin bir kısmında birey tek başına değildir ve hemen yanı başında karşı cinsten birisiyle dans etmek üzere sarılmıştır. Dans figürlerinin çoğaltıldığı bu ritim tutuşlarda, bireyin tek başına durduğu resimlerdeki psikolojik derinlik yeniden atlar ve ölü-doğalarda olduğu gibi askıya alınır. Birey Karakoç’ta, sadece yalnızken psikolojik bir derinliktedir. Karakoç bize bir öykü, anlam ya da mesaj iletmez. Seçtiği figürler ve tasvirler hiçbir öz taşımaz. Resim onda bir taşıyıcı ya da bir temsil mekanizması değil, varılmak istenen amacın bizzat kendisidir. Bu nedenle resmi ikincil kılıp da bir anlatı üretmeyi reddeder. Kendi dışına gönderme yapacak bir resim ona yabancıdır. Karakoç’ta resim, resim içindir. Karakoç’un resmi, kültürel öğeler haricinde kendi dışına kapalıdır. Kültürel düzlemde ise Karakoç, Batı’ya değil, Doğu’ya yakındır. Resminde dışladığı anlatıyı, sanat tarihine bakışında da dışlar; Karakoç’un yorumu, sanatın Avrupa merkezli yorumlarının dışarısında davranabilen otonom bir donanımdadır. Karakoç’un tüm boyamaları, onun otonom resmidir.