Benim takıldığım birinci mesele, Türkiye’de sağcıların, ‘sol’ siyasetin nasıl olması gerektiği hakkında ahkâm kesmeye çok meraklı olması ama ‘sol’un neyi yapması gerektiğini öğretmeye kalkmak neyin nesi?
Suat Kınıklıoğlu’nun Pazar Politik’te yayınlanan ‘Solun Ukrayna Pespayeliği’ başlıklı yazısını, her şeyden önce başlığı dolayısı ile fevkalade yadırgadım. ‘Pespayelik’ başlı başına tatsız bir polemik tabiri, dahası ‘sol’ diye bir genellemeye atfediliyor. Aslında, ‘sol’dan kestedilen Birgün gazetesiymiş, çünkü Suat bey, sol adına bu çevreyi kabili muhatap olarak görüyormuş. Çünkü, iç politikada ‘eleştirilerini yerinde buluyor’muş ama dış politikada ‘arkaik’ bir bakış benimsemelerine tahammül edememiş. Birgün gazetesinin Ukrayna meselesine nasıl baktığı tartışılabilir, diğer taraftan ben bu çevre adına cevap vermek konumunda değilim, ama bir çift laf etmeden geçemeyeceğim.
Benim takıldığım birinci mesele, Türkiye’de sağcıların, ‘sol’ siyasetin nasıl olması gerektiği hakkında ahkam kesmeye çok meraklı olması, dahası kendilerini bu konuda yetkin görmeleri. Kuşkusuz, sağ siyasetleri benimseyenler sol hakkında fikir yürütebilir ama ‘sol’un neyi yapması gerektiğini öğretmeye kalkmak neyin nesi? Suat Bey’in yazısı sadece bu üslupla yazılmış olmakla kalmıyor, aslında Türkiye’de genel bir sol sorunu olduğuna işaret ediyor. Sol’un Sovyetler’in dağılmasından sonra güncel dünyadan kopuk haliyle başarılı olmasının imkanı olmadığını belirtiyor. Hadi bu da bir tespit diyelim, olay burada bitmiyor, “oysaki bu toprakların çağdaş, dünyayı okuyabilen ve ilerici bir sola her zamankinden çok ihtiyacı var”mış, zira “AKP rejiminin geliştirdiği acımasız ekonomi düzeni, işçi sınıfının ve geniş halk kesimlerinin cebelleştiği yolsuzluk, yoksulluk” hakimmiş ama sol bir türlü yükselemiyormuş.
“Oysaki bu toprakların çağdaş, dünyayı okuyabilen ve ilerici bir sola her zamankinden çok ihtiyacı var”mış, Madem öyle bu arkadaşımız neden solcu olmamış da solculara akıl vermeyi seçmiş, belli değil.
Madem tüm bu sorunların adresi sol siyaset, bu arkadaşımız neden solcu olmamış da solculara akıl vermeyi seçmiş, belli değil. Kafasındaki ekonomi düzeni ‘AKP rejiminin geliştirdiği ekonomi düzeni’ değil miymiş? AKP milletvekili olduğu sırada bu parti sosyalist bir ekonomi modelini mi savunuyormuş veya Kınıklıoğlu’nun bugün ikna olduğu ekonomi modeli sol bir ekonomi perspektifidir?Öyle olmalı ki, mevcut düzenin yarattığı sorunlar karşısında, kendi tanımladığı gibi de olsa ‘sol’a ihtiyacı olduğunun altını çiziyor. Böylece, söz konusu sorunların nedeninin kendisinin de (bir zamanlar veya hala?) benimsediği neo-liberal ekonomik düzen olduğunu itiraf etmiş oluyor, sol’u göreve çağırıyor, ama mevcut sol’u beğenmiyor. Benim anladığım bu.
Diğer taraftan, Kınıklıoğlu, Birgün’ün Ukrayna konusundaki haberciliği eleştirisinden aniden sol/solcular ile genel bir hesaplaşmaya girişiyor. “Tabii bir de, Türkiye sosyalistlerinin içerdeki baskıdan, takipten bunaldıkları zaman Rusya’ya değil Batı ülkelerine kaçtıkları gerçeği var” MIŞ. Afedersiniz tarih kaç? Hangi sosyalistler? Ne Rusya’sı? Belli ki mevzu, Sovyetler’in dağılmasından önceye gidiyor, zira bu olaylar Sovyetler (Rusya değil) döneminde yaşanmıştı. Yani konu kadim sosyalist düzen mi kapitalist düzen mi? tartışmasına kadar geri gidiyor ve alan genişliyor.
İlginç olan onların da Suat Bey gibi, Rusya ve Çin’in bugünü ile geçmişini devamlılık içinde görüyor olmaları. TİP ve benzerleri fazladan bu ülkeleri hala kapitalizm/emperyalizm karşıtı bir cephe olarak tanımlıyorlar.
Bir başka sorun, Kınıklıoğlu’nun, Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu arasında bir farklılık görmemesi. Şöyle demiş; “Türkiye İşçi Partisi’nden başlayarak solun önemli bir bölümü ise Stalinist ve Rusçu tutumları ile otoriter sol eğilimleri olduğunu gösterdi”. Türkiye İşçi Partisi başlı başına bir kategori; onu geçelim de, ilginç olan onların da Suat Bey gibi, Rusya ve Çin’in bugünü ile geçmişini devamlılık içinde görüyor olmaları. TİP ve benzerleri fazladan bu ülkeleri hala kapitalizm/emperyalizm karşıtı bir cephe olarak tanımlıyorlar. Dahası, Putin de aynı kalıplar içinde, yani kendini Batı emperyalizmine karşı bir güç olarak takdim etmek suretiyle propaganda yapıyor.
Kınıkoğlu’nun ‘Stalinist ve Rusçu’ tabiri, Sovyetler Birliği’nin aslında Rus çarlığının kılık değiştirmiş hali olduğu, Putin Rusya’sının da Stalin döneminden farkı olmadığı fikrine dayanıyor. Bu söylem tabii ona mahsus değil, tüm Batı liberal ana akım medyası bu terimler ile konuşuyor. Sovyetler Birliği ve bilhassa Stalin dönemi matah bir örnek ve dönem değil ama Çarlık Rusyası, Sovyetler dönemi ve Rusya Federasyonu dönemleri aynı kategoride değerlendirmek olacak şey değil. Dahası bu sıradan bir tarih bilmezlik değil, birincisi Rus İhtilali’ni, onu yaratan sebepleri görmezden gelmek, ikincisi Soğuk Savaş dönemi yaşananların tümünü Sovyetler Birliğine yıkmak, üçüncüsü Putin Rusya’sının, (kötü de olsa) bir sosyalist düzenle hiç bir alakasının olmadığı gibi Rusya’nın neo-liberal ekonomi modeline geçişin sonucu olduğu gerçeğini karartmak. Şimdilerde, ‘Yeni Soğuk Savaş’ propagadası dili, geçmiş dönemden sembollere bolca müracaat ediyor, olay bu.
Kısacası, Kınıklıoğlu’nun Ukrayna üzerinden söylediği, aslında küresel bir stratejik bir kapışmanın ilkesel bir mesele gibi pazarlanmasına mütevazi bir katkı. İşin içine sol’a akıl vermeyi kattığı için konuyu biraz uzatmak zorunda kaldım.
Diğer tarafta, Ukrayna meselesi üzerinden ‘aleme nizam verme’ iddiasında daha önemli ve bu kez sol’dan bir katkıyı da Birikim dergisinde Ahmet İnsel yapmış; ‘Ukrayna Savaşı Karşısında Putinciliğin Farklı Çeşitleri’ diye bir yazı yazmış. Almış eline kılıcı Ukrayna konusunda kendi ile aynı fikir de olmayan herkesi ‘Putincilik’ le suçlamış ve ‘özgürlük ve demokrasi yandaşları’ için Ukrayna’da nasıl bir tutum takınılması gerektiğini adeta dikte etmiş. Akıl alır gibi değil, özellikle de üslubu dolayısı ile tam bir düşünce polisliği! ‘Arkadaş kendine gel’ demek isterim. Ama onun sıkleti, daha uzun ve daha ağır bir eleştiriyi hak ettiği için başka bir yazı veya mecrada yazmak daha doğru olacak.