Sadece ufak tefek hesaplar değil, talihin rüzgarı da. Dünya genelinde statükolar bozulurken, Türkiye’nin de “öylesine kalakalması” mümkün değil. Değişim kaçınılmaz ve geliyor. Tüm dünya dış siyasete odaklanmışken, Türkiye olarak bir kez daha iç gündeme kilitlenmeyi başardık. Dünya, Ukrayna Savaşı’na, savaşın yarattığı şok ve travma nasıl tepki vereceğine; siyaseten ve ekonomik olarak nasıl etkileneceğine odaklandı. Türkiye politika gündemi ise Cumhur İttifakı’nın uzun süredir üzerinde çalıştığı ve nedense tam da şimdi Meclis’e sunduğu “Seçim Kanunu” değişikliği teklifi üzerinden yine ve gene başını kuma gömdü. Gözlerimiz, Ankara’dan başkasını göremiyor. Ve ironik olarak iktidar, iç gündemi yönetme yetisini de, dış politika üzerinden kazanmayı başardı. ABD ve Avrupa Birliği’nin, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline karşı söylem ve harekette bütünleşmesine karşın, Batı İttifakı ile “normalde” dayanışan bazı ülkeler hiç de öyle hevesli davranmadılar. Örneğin, Hindistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri. Joe Biden Yönetimi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle Ukrayna ve artan petrol fiyatları konularında dayanışmak için Muhammed bin Salman ve Şeyh Muhammed bin Zayed el Nahyan ile telefonla görüşmek istediğinde hattın öbür ucunda kimseyi bulamadı.
Düşünün ki, ABD’nin Çin’e karşı en çok bel bağladığı ülkelerden biri de bildiğimiz gibi Hindistan ama Hindistan’a nazaran “düşman Çin”, perde arkasında çok daha temkinli tavırlar aldı.
Hindistan ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’ya karşı oy kullanmadığı gibi, “çok rahatsız olduk” gibi ifadeler dışında işgale karşı bir tavır da almadı. Düşünün ki: Asya-Pasifik’teki ortaklıklarında ABD’nin, Çin’e karşı en çok bel bağladığı ülkelerden biri de bildiğimiz gibi, Hindistan. Ve Hindistan’a nazaran “düşman Çin”, perde arkasında çok daha temkinli tavırlar aldı. Mesela, üzerine çok az konuşulsa da, Kuşak ve Yol Projesi’nin finansal dinamosu, Çin kaynaklı Asya Kalkınma Bankası, ivedilikle Rusya ve Belarus’a kredi açmayı dondurdu. BU SAVAŞIN KAZANANI TÜRKİYE OLDU, ÇÜNKÜ… Ancak; bu savaşın şimdiye kadar bir kazananı varsa Türkiye’deki iktidar oldu. Ankara ise bu savaşla beraber şunu yaptı: hem Ukrayna hem de Rusya ile silah anlaşmalarına girişmiş olmasına, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2017-2019’da dünya genelinde Vladimir Putin ile telefonda en çok görüşen lider olmasına rağmen, birden “kendini baştan yarattı”. Ankara; -Batı İttifakı’nı bir yandan eleştirirken, bir yandan parçasıymış gibi davrandı, -Antalya Diplomasi Forumu, Türkiye’nin kendisini “bölgesel barış merkezi” ve hatta bir tür “Arabulucu Üçüncü Güç”, “Ortadoğu, Balkanlar ve Avrasya’nın Norveç’i” gibi lanse ettiği bir platforma dönüştü, -ABD ve Avrupa Birliği, Ukrayna’ya nasıl askeri destek sağlayacağını çözmeye çalışırken, zaten ülkede var olan istihbarat ve güvenlik bağlantıları ile desteğini “başarılı” şekilde kullandı, -Hindistan ve Çin gibi, “arada kalan” ve gerek ABD, gerek Avrupa Birliği, gerekse de Rusya ile arasını hoş tutmaya çalışarak diplomatik olarak arada kalan ülkelerin aksine, “işini kolaylaştırabildi”, -Diğer ülkelerin aksine, Ukrayna’da mahsur kalan Türkiye vatandaşlarının akıbeti (özellikle Hindistan ve Çin’in), kısıtlı çevreler dışında mesele edilmedi, -Daha henüz Ukrayna Savaşı patlamadan, Avrupa Konseyi’ne Türkiye’nin üyeliğinin askıya alınmasını konuşuyorduk-şimdi ise, Rusya’nın üyeliği kalıcı biçimde sonlandı, -Türkiye, demokrasi ve hukukun üstünlüğü sorunları, başka ülkelere askeri ve siyasi müdahaleleri nedeniyle dünya ekonomisinden soyutlanır mı diye konuşuyorduk; Rusya, bunları yaşayan oldu. Görünüş o ki, talihin rüzgarı Ankara’dan yana esti. Diğer bir deyişle, Ukrayna’daki savaş şu aşamaya kadar Ankara’ya yaradı. Düşünün ki, göreve gelmesinden 93 gün sonrasına kadar Ankara’ya telefon açmayı erteleyen Joe Biden bile, bu sefer “aradı”. Ve tam da bu aşamada; tam da 28 Şubat’ın yıldönümünde, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi Mutabakatı” ve 6 partinin (ve dışarıda yer alan diğerlerinin) ortaklaşa takım oyunu gündemi belirlerken, döndük gene AK Parti’nin belirlediği dar alanda kısa paslaşmalara. “Seçim Kanunu” değişikliği, muhakkak ki AK Parti-Milliyetçi Hareket Partisi ortaklığına kazandıracak biçimde kurgulanmaya çalışıldı. Bugünün olası oy oranları ve getirilecek değişiklikler üzerinden bir sürü matematik yapabiliriz; yapıyoruz da... Mesele şu: Türkiye’de bir siyasi iklim değişikliği olacaksa, bu değişim hakikaten de iktidar tarafında pişirilebilecek kadar basit ve iktidarın gündemine odaklı “ufak tefek hesaplara” kurban gidemeyeceği güçte geliyor olmalıydı. “Ufak tefek hesaplar” elbette, bir yerlerden döner. Sadece ufak tefek hesaplar değil, talihin rüzgarı da. Dünya genelinde statükolar bozulurken, Türkiye’nin de “öylesine kalakalması” mümkün değil. Değişim kaçınılmaz ve geliyor. Sadece tüm statüko değişiyor.