Türklük, Kürtlük ve Duvar
Politikyol
Türklerin son yüz yıllık hikayesi, imparatorluk bakiyesi olmanın yarattığı üstünlük kompleksi ile parçalanmanın yarattığı travmaya dayalı aşağılık kompleksi arasında, yersiz bir kibir ve gereksiz bir korkunun şekil verdiği durağanlıktan ibaret. Çünkü bu kompleksleri daima zinde tutmak isteyen bir zihniyet hâkim devlete. Bu zihniyet halkın vekili olan hükümetleri ve hatta muhalifleri vesayeti altında tutuyor. Yeni doğan bebeğin göbek bağı kesilmeden hayata tutunması nasıl mümkün değilse bizim de bu zihniyetle aramızdaki bağı kesmeden hayata tutunmamız mümkün görünmüyor.
Kibir ve korkunun şekil verdiği bu halet-i ruhiyenin bin bir suratı var. Bizler onu en somut haliyle Kürt Meselesi’nde görüyoruz. Kendilerini “milletin” sözcüsü ve vasisi olarak görenler kibirlerinden dolayı Kürtlerle göz hizasında konuşmuyor, onları eşit yurttaş olarak görmüyorlar. Kürtler buna haklı olarak itiraz edince de korkuları devreye giriyor, yakıp yıkıyorlar hayatları. Peki kibir ve korku ile yoğrulan ruhtan insana fayda gelir mi? Mesela utanmadan “Kürt Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar olmadı mı bu ülkede” diye söyleniyorlar. Haklılar! Kürtler bu memlekette her şey oldular da bir tek Kürt olamadılar. Sorun da bu ya! Kürt kalarak bir şey olamıyorlar, yapamıyorlar, yapmalarına müsaade edilmiyor.
Biz Türkler ise büyük bir yanılsama içerisinde devletin sahibi olduğumuzu zannediyoruz, oysa devlet bize sahip. Hatta oldukça ilkel bir şekilde, sahip-köle ilişkisi düzeyinde. Devlete hakim zihniyet her türden kirli işini bizleri istismar ederek yapıyor veya yaptırıyor. Onların sahte “kahramanlık” hikayelerine o kadar kapılıyoruz ki kendimizi işlemediğimiz günahların faili olarak buluveriyoruz. Peki ne karşılığında? Hiç! Evet koca bir hiç karşılığında. Bizleri hamasetle zehirleyip; yoklukla, korkuyla, terbiye ederek hayatlarımızı çalıyorlar. Tekrar soruyorum; biz Türkler bu zihniyetin taşeronluğunu yaparak ne kazandık? Türk’ün onlara biat ettiği sürece değer arz ettiğini aksi halde hiçbir ehemmiyetinin olmadığını ne zaman idrak edeceğiz? Türklük zamana göre kesip biçilerek pazara çıkarılacak bir elbise mi? Anayasamızda ki Türklük tanımının bu anlama geldiğini ne zaman anlayacağız? Kürt veya Çerkes ya da Laz hiç Türk olabilir mi? Her Türk asker doğar mı bilemem ama birçok Türk’ün kundaktan itibaren ruhsal olarak hadım edildiğine hepimiz gibi ben de şahidim.
Türklerle Kürtlerin arasına katman katman öfke ile sıvadıkları, gerekçe olarak parçalanma paranoyasını gösterdikleri, üzerini ‘Beka, Millet, Vatan’ gibi yazılarla süsledikleri yüksek duvarlar ördüler. Şahsi iktidarları bu duvarların üzerinde yükseldi. Bu duvarların yarattığı gölgeler ve suretlerle parçaladılar toplumu. Bu sebeple de gün gelip duvar yıkıldığında enkazın altında Türkler veya Kürtler değil, milletine zulmeden ama onların alın teri ile saltanat yaşayıp sefa süren asırlık zihniyet kalacak. Türkler ve Kürtler ise doyasıya kucaklaştıktan sonra geçmişin yasını beraber tutup, geleceği birlikte tasarlayacak.
Devlete musallat olmuş bu zalim ve köhne zihniyetin HDP üzerinde yaratmak istediği izlenim ile onların gerçekte kim oldukları arasında ki çatışma da bu ‘duvara’ dayanıyor. Yalanlarla dolu muğlak söylemlerinin üzerini güçlü ve kendinden emin ifadelerle örterek bize gerçekmiş gibi yutturmaya çalışıyorlar. Biz Türkler HDP’ye bakıyoruz ama görebiliyor muyuz? Ne talep ediyorlar? Hiç konuştuk mu onlarla? Hiç dinledik mi onları? Kim bu insanlar? Bir avuç ayrılıkçı asi mi? Hukuk talep eden, hakkını arayan insana hiç asi denir mi? Halbuki görmeye azıcık gayret etsek, berrak olduğunu zannettiğimiz gerçeklerin yavaş yavaş bulanıklaştığını fark edeceğiz ve ettikçe de bizleri öfke ile körleştirdiklerini, yalanlarla yaşamaya mahkûm ettiklerini idrak edeceğiz. Bu da bizlere o zehirli göbek bağını kesip atma şansı verecek.
Muhalefet tam olarak burada devreye giriyor. Göbek bağını devralmak yerine onun kesilip atılabilmesi için topluma (öz)güven verebilecek, öncülük edebilecekler mi? Duvarların gölgesi altında mı siyaset yapacaklar yoksa karanlıktan çıkıp güneşi görme adına o duvarları yıkarak mı ilerleyecekler? Bunu başarmaksa eğer arzuları, romantik popülist cümlelerden ziyade sahici temaslar kurmaları gerekiyor. Ahlat’ta yaşamayacağınız evi kiralayarak, iradesinin yok sayılmasına ses çıkarmadığınız esnafı ziyaret ederek veya kürsülerden dilinizin ucu ile kınama mesajları yollayarak ya da parti merkezlerinizde oturduğunuz koltuklardan ‘Doğu masal(l)arı’ anlatarak olmaz bu işler.
Muhalefet uzun boylu düşünememenin yarattığı fikir maluliyetinden mustarip. Hakikatle yüzleşmekten ve onu hazmetmekten kaçıyorlar. Köhne vesayet zihniyeti ile duvarın dehlizlerinde bir yerde konuşarak siyaset yapabileceklerini sanıyorlar. Halbuki ezber kalıpların kolaycılığına sığınarak ve konfordan taviz vermeden geleceğe dair bir şey söyleme şansları yok. Erdoğan’ın hamaset ve şovenizm dolu, milli dini duyguların istismarı veya geçmiş acıların suiistimaline dayalı histerik monologlarını ancak ve ancak kuracağınız sahici diyaloglarla yok edebilirsiniz. Evet Erdoğan uzunca bir süredir toplumla konuşamıyor. Peki sizin ondan farkınız var mı?
Mesela Babacan neden ilçe ilçe gezmesine rağmen sesini duyuramıyor, Akşener neden sürekli kendisini ifade etme ihtiyacı duyuyor ve Kılıçdaroğlu’nun merkeze yolculuğu neden kağnı hızında ilerliyor? Tüm bu soruların cevaplarından korktukları için liderlerin yolu dönüp dolaşıp yıkılası duvarın dibine çıkıyor.
Kendi mahallelerinin akut sorunlarına dair cümle dahi kuramayan, mahallesini dönüştürecek, yeniden tanımlayacak ve geleceğe taşıyacak cesareti, feraseti gösteremeyen “liderlerin” peşinden topyekûn bir milletin gitmesi olasılık dahilinde mi? Muhalefetin bileşenleri kendi mahallelerinden başlamalı yapısöküme. Ancak bu şekilde faşizmi demokrasi diye yutturan, Türklüğü istismar eden, Kürtlüğü şeytanlaştıran, İslam’ı her türlü zalimliklerine kılıf olarak kullanan bu zihniyete dur diyebiliriz.
Muhalefet kendisine gelen eleştirilere kızıyor lakin onların her daim cömertçe hizmete sundukları omuzları olmasa bunca başarısızlığa rağmen Erdoğan ayakta kalabilir miydi? İktidar tüm hamlelerini duvara dayanarak yapıyor ama bunu bilen muhalefet yine de o duvarın gölgesinden çıkmayı göze alamıyor. Peki neden? İsteksizlikten mi, beceriksizlikten mi yoksa korkudan mı?
Muhalefetin bir kanadı Rize’de yuhalanınca ortalığı ayağa kaldırıyor lakin başka bir partinin uğradığı silahlı saldırılar karşısında gıkı çıkmıyor. Duvara sadık olmak mı mağduriyetin bileti? Duvara sadık olanın makbul, olmayanın maktul olduğu düzene daha ne kadar kayıtsız kalacaksınız? Bu kayıtsızlığın ülkeye yaşattığı acıları görmüyor musunuz?
Kibir kimilerinin gözlerini o kadar kör ediyor ki “Muhalefeti HDP’nin %10’una mahkûm etmemek lazım veya HDP iktidara yönelse bile Kürt gençler bunu reddeder” diyerek şark kurnazlığı yapıyorlar. Oysa HDP’yi yanına alanın seçim kazandığı değil, Kürt ile yan yana gelen Türkün, Türkiye’yi kazandığı bir denklem söz konusu. Bizler Türkiye olmayı başarabilirsek hangi partinin kimle yan yana geldiğinin bir ehemmiyeti de kalmayacak.
Olağan değil olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Sıradan bir seçime gitmiyoruz. Millet İttifakı HDP’nin oyuna gerek duymasa ve hatta HDP kapatılsa bile mühim ve değerli olanın HDP’nin temsil ettiği kimliklerle, muhalefetin diğer bileşenlerinin temsil ettiği kimliklerin bir arada iktidara yürümesi olduğunun farkına ne zaman varacağız? Tek biri eksik olsa Türkiye yarım kalacak. Bu asırlık duvarların yıkımı ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Allah aşkına hangi sağlıklı devlet kendi sınırları içinde yurttaşları arasına böylesi duvarlar inşa eder? Yarınlar için yan yana gelip, omuz omuza yürümenin bir yolunu bulmalıyız aksi halde duvarların hayatımızı rehin alan gölgeleri arasında, kibir ve korkularımızla, hep birlikte çürüyüp gideceğiz.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı