Muhalif blok Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi konuştuğu kadar AKP’nin ülke çapında zarar verdiği refah ve eşitlik sistemini de gündemine almalıdır. Son yıllarda iktidar otoriterleştikçe başta muhalif siyasetçiler olmak üzere kamuoyunda ittifak oluşturmanın önemi sıklıkla vurgulandı. Türkiye tarihinde belki de daha önce denenmemiş bir “elitler paktı” önemli bir ivme sağladı. Yine de de arzu edilen başarı gelmiyor. Buna karşı muhalif koridorlarda “biraz sabır” ve “bize güvenin” söylemleri dışında pek bir şey de duyulmuyor. Görüyoruz ki muhalif parti ve temsilcileri tartışmalarını ağırlıkla  “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” (Bundan sonra GPS) etrafında şekillendiriyor. Siyasal yapının bozulduğu, yeniden düzenlenmesi ve kurumsallaştırılması gerektiği tartışmaları üzerinden bir biraraya geliş söz konusu. En başında olumlu olan bu hamle ve biraradalık bugün toplum açısından güzel nameli bir şarkı olarak görünüyor ama tınıları topluma çok uzaktan geliyor. Oysaki otoriterleşen sistemlerde muhalefetin söylemi tabir-i caizse yeri göğü inletmelidir. Bunun başlıca sebebi ise GPS tartışmalarının toplumun birinci endişesi olmaması. O açıdan GPS tartışmaları büyük oranda önemli bir eşik ve basamak olsa da büyük biretki uyandırmıyor. Bu yüzden muhalefet partileri hayatın merkezinde yer tutan kaygılar üzerine de bir politik sistem vaadinde bulunmalı ve bunu anlatabilmeli. Bu tür bir strateji için anahtar kavramlar da gerekiyor. Bunlardan birinin de Güçlendirilmiş Refah Sistemi olabileceğini düşünüyorum. Toplumun esas gündemine yönelik bir açılım sağlamayı hedefler. Çünkü otoriter sistemleri getiren ya da ortadan kaldıran nedenlerden biri onun refah mekanizması ve yönetimidir. Yani kalkınmanın nasıl gerçekleştirileceği, kime rağmen ve kimlerle yapılacağı, kaynakların nasıl dağıtılacağı. İlginçtir, otoriterleşen sistemlerin desteğinin esas olarak hangi toplumsal kesimlerden geldiği unutuluyor ya da gözardı ediliyor. Pencereyi başka ülkelere doğru açalım biraz. Türkiye son yıllarda yaşadığı siyasal eğilimlerde yalnız değildi. Hindistan, Macaristan, İsrail, Polonya, Brezilya, ABD ve Batı Avrupa’daki birçok örnekte görüldüğü gibi otoriter ve popülist söylemler bir yönetim ve iletişim stratejisi olarak öne çıktı. Eğer Trump kazansaydı halen şiddetle bunu konuşuyor olurduk ama eğilim halen birçok ülkede devam ediyor, Türkiye de dahil. Soru şu: Neden insanlar popülistlere son 10 yılda bu kadar çok yöneldi? Dünya seçim haritası incelendiğinde eskiden sosyal-demokratlara oy veren işçi sınıfı bölgelerinin seçimlerde popülistlere oy verdiğini görüyoruz. Şöyle de söyleyebiliriz: 1970’lerde CHP’yi iktidara taşıyan gecekondu mahallelerinin olduğu yerler bugün AKP’nin kalesi konumuna geldi. Yoksullar, işçiler ağırlıkla merkez sağ ve sağ kanada doğru sosyolojik bir dönüşüm geçirdiler. Ve çoğunluk hep buradaydı halen burada.
AKP sadece Anadolu’da zenginlik yaratmak ve dağıtmakla kalmadı, bunun haricinde kent yoksulları ve orta sınıfları arasında da işleyen bir refah sistemi yaratabildi. Popülist denebilir. Burada esas sorun Anayasa’da yazmasına rağmen AKP öncesi siyasal elitlerin hem de seküler mahallenin elitleri olmalarına rağmen bunu hayata geçirememesiydi.
Aynı kitle AKP’nin göreve devam etmesinde son derece etkili oldu, dolayısıyla otoriterleşen sistemin anahtarını ellerinde tutuyorlar. İslami-milliyetçi kimlik/sembol ve bir hikayeyle donatılan bu kitle Türkiye’de önemli bir kesimini kaplamakta ve Türkiye’nin siyasal yönüne karar verme yetisini çoğunluk olduğu için elinde tutmakta. Buranın sosyolojik dönüşümünü yeniden merkeze ya da sosyal demokratlara taşıması büyük zaman alır ama imkansız değil. Bunun da bir anahtarı var ancak farklı bir yerden bakmayı gerektiriyor. Bu insanlar sadece kimliksel kaygılardan değil ama aynı zamanda bir refah sistemi yarattığı için AKP’ye yöneldi. Çünkü AKP sadece Anadolu’da zenginlik yaratmak ve dağıtmakla kalmadı, bunun haricinde kent yoksulları ve orta sınıfları arasında da işleyen bir refah sistemi yaratabildi. Popülist denebilir. Burada esas sorun Anayasa’da yazmasına rağmen AKP öncesi siyasal elitlerin hem de seküler mahallenin elitleri olmalarına rağmen bunu hayata geçirememesiydi. Bu yüzden de AKP’nin yaptığına kömür-makarna siyaseti adını verdiler. Oysaki yapılması gereken sosyal bir sistemin gereği olarak zaten buydu ama İslami bir davanın yerelde kurduğu hikayenin parçası olarak değil devletin vatandaşıyla kurduğu bağ üzerinden. Bu yüzden bu devasa kitle ile araya daha da mesafe koyuldu. Burası için“çıkarını düşünen” ve “göbeğini kaşıyanlar” dendikçe diğer taraf da “laikçi teyze”demeye başladı. Dolayısıyla Türk siyasal sistemi otoriterleşirken bu aynı zamanda seçmenin sosyolojik dönüşümlerinin de bir sonucuydu. AKP 2002’de bu değişimi belki bilinçli belki bilinçsiz bir şekilde sezmiş ve bunun üzerine sadece siyasal değil ama aynı zamanda sosyo-ekonomik bir refah sistemi tasarlamıştı. Bu tasarı AKP’ye en az 20 yıllık yenilmesi zor bir destek kazandırdı. AKP’nin öyle ya da böyle dağıttığı işler, kaynaklar, krediler, iş potansiyeli bunu sağladı. Evet eşitsiz ama işler iyi gittikçe gerçekten aşağıya da damlatmışlardı. Ancak şimdi her şey onlar için ters gidiyor. Yeni bir konsensus ve yeni bir sözleşme gerekiyor. O yüzden bu sadece parlamenter sistem meselesi değil, bir refah sistemi de söz konusu.
Daha önce de farklı platformlarda defaatle vurguladığım ve yazdığım üzere “Cumhuriyet dün kimsesizlerin kimsesiydi, bugünse güvencesizlerin güvencesi“ olmak zorundadır.
Buradan iki siyasal sonuç çıkar. Muhalif blok Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi konuştuğu kadar AKP’nin ülke çapında zarar verdiği refah ve eşitlik sistemini de gündemine almalıdır. Milyonlarca yoksul ve güvencesiz insan gündelik dertlerle boğuşurken sadece GPS tartışmaları ya da söz ve vaatleri ile onlara ulaşmaya çalışmak ne kadar doğru? Muhalefetin ekonomi paradigması nedir? Nasıl bir sosyal politika izleyecekler? Yoksulluğu ne yapacaklar? Milyonlarca güvencesiz ve geleceksiz hisseden vatandaşa ne diyecekler nasıl müdahale edecekler? “Bize güvenin, beş madde ile bunu çözeriz, ilk 100 günde şunu yapacağız”… Kimse bunlarla ikna olmuyor. Yukarıda biriken ve hatta mafyatik yöntemlerle yukarıda biriktirilen servet orada kalmaya devam mı edecek? Yukarıda biriktirilmiş bu servet üç beş kişi ile sınırlı değil ki. Bu sistemik bir tasarıydı. AKP bunu çok iyi uyguladı. Aynı model mi uygulanacak? Kimse bilmiyor. İlk 100 gün değil ilk 10 yıl ne yapılacak? Bu sorulara bir cümlelik değil bir ömürlük yanıt, politika ve söylemler bütünü varsa evet muhalefet bu alanda harekete geçmiştir diyebiliriz. Sonuç olarak Türkiye’nin Güçlendirilmiş Refah Sistemi’ne ihtiyacı var. Sayısız şekilde anlatılabilir ve toplumsal bir destek oluşturabilir. Hele ki 60 milyon güvencesiz dışarıda geleceğini arıyor ve bekliyorken. Daha önce de farklı platformlarda defaatle vurguladığım ve yazdığım üzere “Cumhuriyet dün kimsesizlerin kimsesiydi, bugünse güvencesizlerin güvencesi“ olmak zorundadır. Muhalefet bu statejiyi çizip uygulayacak mı? Zaman gösterecek ama zaman ne yazık ki daralıyor.