Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre %7 büyüdü. Çeyrekten çeyreğe bakıldığında %1,7 artışla geçen senenin son üç ayında yakalanan ivmenin devam ettiği anlaşılıyor. Faiz artışına rağmen görevden alınan merkez bankası başkanı Ağbal’ın döneminde TL’nin kazandığı değer ve ihracat pazarlarında aşılamaya bağlı hareketlilik sanayi ve iç tüketim kaynaklı bu büyümenin temel dayanakları. Geçtiğimiz zorlu 2020 yılında da Çin’in ardından en yüksek büyümeyi elde eden Türkiye ekonomisinde ise büyümenin derinleşen ekonomik sorunlara çare olmadığını izliyoruz. Aksine, yüksek seyreden enflasyon, büyümeye rağmen derinleşen işsizlik ve artan fakirlik dikkat çekici şekilde artık sokağa yansımakta. Doğru üretim modelini, değişen küresel ekonomik dinamikleri ıskalama hali ilk başta dikkat çekici olan büyüme rakamlarının dertlere çare olmasına engel. Keza, elde edilen yüksek büyümenin yüksek yan maliyetleri var ve tam da bu nedenlerle istikrarlı bir tempoda sürdürülmesi mümkün değil. Türkiye’nin yönetim boşluğu ve ekonomisinde yaşanan kısır döngünün çok sayıda yansıması var.  Çift haneye yapışan enflasyon oranı, kemikleşen cari açık döngüsü, verimlilikte ve rekabet gücünde süregelen gerileme hemen ilk akla gelenler. TL’nin son beş yılda %100 civarında değer kaybetmiş hali sürpriz değil. 128 milyar dolarlık rezerv satışının nasıl bir kara deliğe giderek TL’yi korumadığı ve dış dünyadan gelmekte olan sert dalgaya karşı Türkiye ekonomisini cephanesiz bıraktığı bir başka önemli örnek.  2021’de yakalanacağı kesin olan %6-7 arasındaki büyüme dahi yatırımcı ilgisini ülkeye çekemiyor; Türkiye’nin risk primi yeniden 400 puanın üzerinde maliyet baskısı yaratmaya devam ediyor EKONOMİDE ÇOK KATMANLI PROBLEMLER Can yakan %25’lik genç işsizlik oranı ve kadın istihdamının %26,5 oluşu yanında yaklaşık 15 milyonluk bir nüfusun açlık sınırında veya altında yaşamakta oluşu en ağır kanayan yaralar. Ağustos 2018 kur krizinden bu yana yasal düzenlemeler üzerinden “yüzdürülen” özel sektörün borç sorunu ise pandemi dönemi teşvikleri geri çekildikçe Türkiye’nin yakın dönemli büyüme potansiyelini düşürtecek kadar sorunlu bir finansal sisteme işaret etmekte. Daha geçen hafta açıklanan Kredi Garanti Fonu’na dayalı son “Nefes Kredisi” de geçtiğimiz dört senede “zombileşen” şirketleri ayıklayarak probleme neşter vurmak yerine bu sefer de pandemi desteği adı altında sorunun kartopu gibi büyütülmeye devam edileceğinin netleşmesi.  Büyümeye engel bu sorunlu yapının, 2001 krizinde büyük maliyet ödenerek yeniden kurulan Türkiye bankacılık sisteminin, yeniden bir kâğıttan kaleye dönüştürmekte oluşu da elbette sıkça tartışmaların odağında. Diğer yandan, kamu borcunun artan oranda dövize endekslenmesi sonucunda Türkiye’nin toplam borç stoku/GSMH oranı son üç yılda hızlı bir tırmanışta ve bu durum elbette risk primini yukarı çekiyor. Sedat Peker videoları Türkiye’de sorunların temelinde yönetim biçiminin, politik sisteminin bulunduğunu iyice açığa çıkarması açısından önemli; karşılıklı suçlamaların detayına girmeye bu sütunda gerek yok. Fakat ekonomide yaşadığımız çok katmanlı problemlerin, tek bir başlık altında toplanamayacak kadar geniş ekonomik krizin izlerini de ülkenin yönetim biçiminden kaynakladığını iddia etmek için yeterince veri elde var. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte artan kurumsal yapı kaynaklı problemler bugün ekonomide neden çıkmazda olduğumuzun belirleyicisi. Kurumların otonom yapılarının zedelenmesi, kadroların deneyim ve bilgi sahibi bürokratları yerine Türkiye tarihindeki en uzun iktidara yakın yeterlilik problemi olan personel ve yöneticilerle doldurulması sorunların temelinde. Çünkü ekonomide yaşanan sorunlar alınan yanlış kararların doğrudan fonksiyonu. Yüksek büyüme elde etmek için yolu açılan yüksek enflasyon hemen akla merkez bankası para politikasının 2018-2020 boyunca ne derece yanlış yönetildiğini anlatıyor. Hukuktan uzaklaşmanın bu sonuca yol açtığını düşünmek mümkün; öyleyse doğru kararları veremeyerek ekonomiyi açmaza sürükleyen kadroların, yapının değişmesi Türkiye gibi dev kaynaklara sahip bir ekonominin yeniden olumlu bir dengeye yönlendirilmesi için önemli bir başlangıç noktası olacak. Dünyada benzerleri olan bir “restorasyon dönemi” ise bu değişimin olmazsa olmaz şartlarından artık. Keza mevcut yapı içinde atılmaya çalışılan “reform” adımları yara kangrene dönüşmüşken çare değil. 2021 yılında elde edilecek %7’ye yakın büyümenin ardından 2020’de gelecek %2-3 arası büyüme temel sorunlara çare üretilmeden günü birlik kararlarla yol almakta oluşumuzun sonucu. Keza, Başkanlık sisteminin tüm gücü tek elde toplayan parti yöneticisi, bu gücü bir elde tutabilmek adına oy tabanının büyük kısmını çoktan kaybetmiş bir küçük ortağa ihtiyaç duyan yapısı içinde güç paylaşımı üzerinden pazarlıklara odaklıyken, Türkiye’yi yöneten kadroların önceliği ekonomik sorunların çözümüne vermesini engelliyor. RESTORASYON NEDİR, NEDEN ÖNEMLİDİR? “Restorasyon” genel olarak iç ya da dış etkiler sonucu kesintiye uğramış meşru bir egemenlik biçiminin yeniden kuruluşunu da ifade etmek için kullanılır. Türkiye özelinde yaşadığımız günden geriye dönerek, bahsi geçen restorasyon döneminde hukuk ve demokrasiye dayalı, çoğulcu yaklaşımla yönetim biçiminin yeniden elden geçirilmesi ve başarı üretmediği netleşen cumhurbaşkanlığı sisteminin işleyen, dengeli bir parlamenter sisteme dönüşle tanımlanması mümkün. Ekonomik krizlere yol açan mevcut sistemin ekonomide kronikleşen sorunlara çare üreten, ortak akla dayalı bir yaklaşımla yenilenmesi gerekiyor. ABD iç savaşı çıkışında 1800’lerin sonlarında ilk örneği görünen “yeniden yapılanma” ya da “restorasyon” yönetim dönemlerinin önemli benzerleri dünyada mevcut. Hepsinin de başarılı olduğunu söylemek mümkün değil.  Ancak dikkat çekici olanlar arasında II. Dünya Savaşı sonrası “Temel Yasa” ile demokraside ve ekonomide atılım yapan Almanya’nın yükselişi iyi bir örnek olarak verilebilir. 1970’ler sonrasında bazı Latin Amerika ülkelerindeki demokratikleşme ve rasyonelleşme adımları, 1990’ların sonlarında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan değişim ve 2000’lerde Pakistan’ın sistemsel güncellemeleri hemen akla ilk gelenler. Türkiye’de yaşanan sorunların çözümü hukuka dönüşle güçler ayrılığı üzerine inşa edilecek, ekonomiden sağlığa, eğitimden dış politikaya kadar her alanda çoğulcu akla yer açan bir sistemin inşasından geçiyor. Bunun için de dengeli bir parlamenter sisteme odaklanan tüm partilerin farklılıklarını bir kenara koyması ve Türkiye’de artık kalmamış olan asgari demokrasi ve hukuk zeminini yeniden kurmaları gerekiyor. “Restorasyon Hükümeti” adı verilebilecek bir geniş koalisyonun iki-üç yıllık bir dönemde kendi dünya görüşleri üzerinden ayrışmadan önce birleşip asgari demokrasi ve rekabet şartlarını, yeni bir refah modelini Türkiye vatandaşları için yaratmaları gerekiyor.