Şu aşamada Türkiye’nin yapması gereken şey bu konuda net bir taraf seçmekten kaçınmak. Uzun vadede ise iki devlet arasına sıkışmış bu muğlak dış politikayı bir yöne doğru evirmek gerekiyor. Rusya, Ukrayna sınırına 100 binden fazla askeri yığmış durumda. Devletlerin askerlerini bu şekilde sınır çevrelerine mobilize etmesi kesinlikle bir müdahale olacağı anlamına gelmiyor. Bazen bu tarz maliyetli sinyallemeler (costlysignaling) yapabiliyorlar. Buradaki amaç söz konusu sinyallerle müzakere masasında avantajlı duruma geçmek... Tabii buna verilecek karşılığın da benzer seviyede olması gerekiyor ki inandırıcı olabilsin… Putin’in ne zaman harekete geçeceğini ya da geçip geçmeyeceğini henüz bilmiyoruz ama ABD tarafından verilen karşılığın yeterli olmadığı aşikâr. Krizin bir de ikincil tarafları var ki - şüphesiz onlardan biri de Türkiye - araya sıkışmış durumdalar. Muhtemelen bundan dolayıdır ki hükümetin bu krizle alakalı çok fazla sesi çıkmıyor. Arka planda neler dönüyor kestirmek çok kolay değil ama Türkiye’nin işi de kolay değil… Normal şartlar altında revizyonist bir politika sergileyen ve başka bir devlete fiziksel olarak müdahalede bulunmak üzere olan bir ülke var karşımızda. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde hem dış politikada hem de iç siyasette entegre olmaya çalıştığı Batı odaklı liberal fikirler üzerinden burada alacağı pozisyon az çok net olmalıydı ama AKP dönemi dış politikadaki sorunlar yüzünden ülke iki büyük güç arasına sıkışmış durumda. Önceki yazılarımda da bu durumun bir gün gelip çatacağını anlatmıştım. Türkiye’nin dış politikada uygulamaya çalıştığı muğlak politikaların uzun vadede ülkeyi zor duruma sokacağı az buçuk netlik gösteriyordu. Bu tarz muğlak politikaları belli küçük etkileşimler çerçevesinde uygulamak işe yarasa da koca bir ülkenin tüm dış politikasını ya da büyük stratejisini (grandstrategy) böyle kaygan bir zemin üzerine kurmak uzun vadede çok rasyonel görünmüyor. Bu zamana kadar bu stratejinin bir şekilde kötü sonuçlarının olmamasının sebebi Türkiye’den ziyade uluslararası siyasetteki dengelerden kaynaklanıyordu. Sistem içindeki iki karşıt büyük güce dayalı bir dış politika yürütmek bu iki büyük devlet net bir şekilde birbiriyle karşı karşıya gelmediği sürece mümkün duruyor. Fakat, uzun vadede çok mantıklı değil ki bu karşı karşıya gelmeyi şu anda yaşıyoruz.
ABD’yi destekleme durumunda Rusya’dan gelebilecek doğalgaz yaptırımları ya da tersi durumda ABD’den gelecek yaptırımlar olacaktır ki, o yaptırımların Türkiye ekonomisini nasıl etkilediğini Trump dönemi Brunson krizinde gözlemledik.
Bu politikayı bu şekilde yürütmeden önce Türkiye’nin ön görmesi gereken şey aslında bu iki devletin bir şekilde karşı karşıya geleceğiydi. Uluslararası siyasette belli dönemlerde büyük devletler arası güç farkları ortaya çıksa bile bir süre sonra bu devletlerin birbirini dengeleyerek sistem içinde benzer etkilere sahip olacağını öngörmek çok zor bir şey değil. Şu anda yaşadığımız şey ise bu. Bu aşamada mevcut hükümetin dış politikada çok büyük manevra alanına sahip olduğunu söylemek de mümkün değil. Belli oranlarda her iki büyük devlete karşı bağımlılıklarımız var. Bu kriz ortamında her iki taraftan birini net bir şekilde desteklemek bu bağımlılığa sebep olan faktörlerin bize karşı kullanılması anlamına gelir ki bu yola girmek hükümet için rasyonel görünmüyor. Mesela ABD’yi destekleme durumunda Rusya’dan gelebilecek doğalgaz yaptırımları ya da Rusya net bir şekilde destekleme durumunda ABD’den gelecek yaptırımlar ki bu yaptırımların Türkiye ekonomisini nasıl etkilediğini Trump dönemi Brunson krizinde gözlemledik. Şu aşamada Türkiye’nin yapması gereken şey bu konuda net bir taraf seçmekten kaçınmak. Dolayısıyla hükümetin krizle alakalı sessizliği bu kriz özelinde rasyonel bir tercih gibi duruyor çünkü kendileri de taraf seçmenin sonuçlarının nasıl olacağının farkındalar. Uzun vadede ise iki devlet arasına sıkışmış bu muğlak dış politikayı bir yöne doğru evirmek gerekiyor ki bu hükümet döneminde çok mümkün olan bir şey değil bu. Bu bir tarafa evrilme sürecinin herkesin takip ettiği büyük kriz dönemlerinden ziyade daha normal zamanlarda doğal şekilde gerçekleştirilmesi ülke üzerine gelebilecek belli yaptırımları engelleme konusunda etkili olabilir. Sonuç olarak böyle tehlikeli bir bölgedeki bir ülke olarak dış politika oluşturma sürecinde bize manevra alanı sağlayacak politikalara yönelmek gerekiyor. Bu muğlak dış politika stratejisinin en kötü yanı dış politikanın kaderinin Türkiye’den ziyade ABD ve Rusya arasındaki ilişkiler üzerinden belirlenecek olmasıydı. Bu noktada çok fazla şans faktörü ortaya çıkıyor ki bu kadar belirsizlik içinde rasyonel dış politika sürdürmek çok mümkün değil.