Türkiye’nin mevcut koşullara AB üyeliği gerçekçi bir hedef değildir. Türkiye ile AB arasında en gerçekçi işbirliği modeli demokrasi değerlerini temel alan üyelik değil daha çok AB’nin siyasi çıkarlarını önceleyen bir özel statülü bir işbirliği olabilir. Geçtiğimiz şubat ayında Erdoğan’ın NATO Zirvesine giderken yaptığı açıklamalar üzerine yazdığım yazının spotunda bir bölüm şöyleydi; “Erdoğan’ın AB üyeliği hedefinin gerçeğe dönüşmesi ancak iç ve dış politikada köklü siyaset değişikliği ile mümkün olabilir. …”  Bu spotu anma nedenim Avrupa Parlamentosu’nda (AP) kabul edilen Türkiye Raporu. İspanyol raportör Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan 2022 Türkiye Raporu özetle; Türkiye’deki demokratik gerilemenin sürdüğüne dikkat çekilerek, kadın hakları, cinsiyete dayalı şiddet, kadın cinayetlerinin artması, LGBTİ+ topluluğuna yönelik yaygın nefret söylemi ve ayrımcılık konusundaki kaygılar yer alırken; Türk Hükümeti tarafından köklü bir rota değişikliği yapılmadığı takdirde Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım sürecinin devam edemeyeceğini bir kez daha ifade edildi. AP’nda alınan bu karar sonrasında Türkiye’den siyasiler, bu raporun yok hükmünde olduğu açıkladılar. Mesela Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada; “Türkiye karşıtı çevrelerin dezenformasyonuna dayalı haksız itham ve önyargılarla dolu” tepkisi geldi. Yine Adalet Bakanı Yılmaz Tunç; “AP’nin 2022 Türkiye Raporu’nun Türkiye gerçeklerinden uzak, bazı marjinal çevrelerin tesiri altında ve tek yanlı hazırlandığı açıktır” açıklamasında bulundu. Peki hükümet yetkilileri tarafından açıklanan tepkiler haklı mı? Haklı olmadığını biliyoruz çünkü, Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri hukuki olarak kesilmemiş olmasa da ilişkiler fiili olarak donmuştur. Bu gerçek iktidar tarafından bilindiği için Erdoğan, temmuz ayında İsveç’in adaylığını görüşüleceği NATO Zirve’si yolunda, onay şartını, Türkiye’nin AB üyelik yolunun açılması olarak belirlemişti. Ancak olmadı. Bunun temel nedeni Erdoğan’ın birbirine bağladığı iki sürecin birbirinden bağımsız olmasıdır. Daha önemlisi de şu; AB, siyasi birlik olması kadar demokrasi değerlerinin önemsendiği bir birlik. Türkiye bu birliğe üye olmak için başvurdu. Ve bu başvurunun kabul edilmesi, birliğin kurallarına uymasıyla mümkün. Ne yazık ki, Türkiye bu asgari kuralların çok uzağında. Bunun temel nedeni Türkiye’nin 2017 referandumu ile kabul edilen ve 24 Haziran 2018 seçimi sonrası hayata geçen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi sayesindedir.
AP’nin “köklü değişiklik” olarak ifade ettiği ise ancak bu sistemin ve siyaset yapma tarzının değişmesi ile mümkündür. Bunun da mevcut koşullarda gerçekleşmeyeceğini düşünürsek; AB üyeliğinin de bir hayal olduğu gerçeğini kabul etmek durumundayız
Nitekim referandum öncesinde başta Venedik Komisyonu’nun Raporu başta olmak üzere AB’den pek çok yetkili öngörülen anayasa değişikliğinin ve yeni yönetim sisteminin Türkiye’yi AB’den uzaklaştıracağı yönünde açık açık uyarmıştı. İktidar tüm bu uyarıları dikkate almadı. Eğer bugün Türkiye AB’den uzaklaşmışsa bunun temel nedeni siyasi iktidarın tercihlerinden dolayıdır. Erdoğan’ın yeniden seçilmesinden sonra ekonomi, dış politika gibi pek çok alanda normalleşme çabalarının olacağı ifade edilmiş; yeni bakanlar kurulu bu değişimin işareti olarak sunulmuştu. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı çok kolay değildir. AP’de kabul edilen raporda da ifade edildiği gibi; “Türk Hükümeti tarafından köklü bir rota değişikliği yapılmadığı takdirde Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım sürecinin devam edemeyeceği” açıkça ifade edilmiştir. AP’nin “köklü değişiklik” olarak ifade ettiği ise ancak bu sistemin ve siyaset yapma tarzının değişmesi ile mümkündür. Bunun da mevcut koşullarda gerçekleşmeyeceğini düşünürsek; AB üyeliğinin de bir hayal olduğu gerçeğini kabul etmek durumundayız. Türkiye’nin mevcut koşullara AB üyeliği gerçekçi bir hedef değildir. Türkiye ile AB arasında en gerçekçi işbirliği modeli demokrasi değerlerini temel alan üyelik değil daha çok AB’nin siyasi çıkarlarını önceleyen bir özel statülü bir işbirliği olabilir.