Krizi uçurumdan düşmek olarak ifade edersek, şu anda uçurumun kenarında yürüdüğümüzü söyleyebiliriz. Mevcut politikalar devam ettikçe yönümüzün uçurum olduğunu, dolayısıyla krize her geçen gün daha da yaklaştığımızı ifade etmeye çalışıyoruz.
Sevdiğimiz bir aile dostumuzun annesi –Ayşe teyzemiz- 2017 yılından başlarından yakın zamana kadar ciddi bir sağlık problemiyle karşı karşıya kalmıştı. Yaşı henüz gençti. Kalça kırığı ile başlayan sorunlar zaman içinde mideye, böbreğe ve sonrasında vücudun diğer yerlerine sirayet etmişti.
Yüksek tansiyondan şekere varana kadar birçok hastalık kısa zamanda vücudunu etkiledi. Birçok kez ambulans ile acile kaldırılmış ve uzunca süreler tedavi görmüştü. Üç kez yoğun bakıma alındı diye hatırlıyorum. İkinci yoğun bakımı tam 20 gün sürdü. Aletlere bağlı yaşıyordu. Vücudunun her tarafında hortumlar, kablolar vardı. Kendinde değildi. Onu o hâlde görmek hepimizi çok üzüyordu.
Mesleğinde uzman olan bir doktor yoğun bakımın ilk haftasının sonunda artık vücudunun iflas etmek üzere olduğunu, yaşama şansının sıfıra yakın olduğunu, meslek hayatında bu durumdaki bir hastanın yaşama devam ettiğini görmediğini söylemişti. Ancak Ayşe teyze 20 günün sonunda uyandı ve sağlıklı bir şekilde hastaneden taburcu oldu.
Herkes şaşkındı. Öldürmeyen Allah öldürmüyordu. Aradan 1 yıl geçtikten sonra yeniden rahatsızlandı ve yine yoğun bakıma kaldırıldı. Bu kez 6 gün kaldı. Yine kendinde değildi. Bu kez doktorlar farklıydı ama söylenenler aynıydı:
yaşama şansı yüzde bir bile değil. Altı günün sonunda Ayşe teyze yeniden taburcu oldu ve evine döndü. 6 ay sonra son kez yoğun bakıma girdiğinde ise ne yazık ki öncekiler gibi şanslı değildi. Toprağı bol, ruhu şad olsun.
GELECEĞİ TAHMİN ETMEK KOLAY DEĞİL
Üç kez yoğun bakıma girmiş olmasına ve doktorlar tarafından yaşama şansı verilmemiş olmasına karşın Ayşe teyze üç yoğun bakımdan da çıkmış ve evine dönmüştü. Ancak ailesi de komşuları da çevresindekiler de doktorların yetkinliğini hiçbir zaman sorgulamadı.
Doktorlar, hastanın yaşamasına ilişkin tahminlerinde yanılmalarına karşın kimse doktorların analizlerine veya açıklamalarına ilişkin bir eleştiride bulunmadı. Aksine herkes bu durumun gayet normal olduğunu, ölümün Allah’tan geldiğini ve doktorların ölüm zamanını bilmesinin mümkün olmadığını düşünüyordu.
ÖNGÖRÜLER HER ZAMAN GERÇEKLEŞMEYEBİLİYOR
Peki doktorların ölüm zamanını doğru tahmin edememesi ve öngörülerinde yanılmaları, analizlerinin hatalı olduğu anlamına gelir mi? Cevabın
hayır olduğu tahmin etmek sanırım zor olmasa gerek. Doktorlar tahminlerini, tahlillerdeki değerlere ve mesleki sezgilerine göre yapıyorlar. Her ne kadar bu değerler gelecek hakkında bir fikir verse de yine de tahminlerinde sapma olması ve yanılmaları söz konusu olabiliyor. Ancak burada önemli olan doktorların yanılmaları değil, yanılma sayılarının çok nadir olmasıdır.
Aynı durum iktisatçılar için de geçerli. Bizler de ekonominin geleceğine dair öngörülerde bulunuyoruz. Öngörülerimizi oluştururken ekonomik göstergelere bakıyoruz, değerleri tahlil ediyoruz ve mesleki sezgilerimizi dikkate alıyoruz. Tahlil sonuçları ve sezgilerimiz bize Türkiye ekonomisinin ödemeler dengesi krizinin eşiğinde olduğunu söylüyor.
Krizin eşiğinde olduğumuz illa ki yarın hemen kriz yaşayacağımız veya mutlaka bir kriz yaşayacağımız anlamına gelmiyor. Nitekim Türkiye ekonomisinin illa bir krize gireceğini de söylemiyorum. Ancak kriz ihtimaline yakın bir noktada olduğumuzu söylüyorum.
TÜRKİYE EKONOMİSİ ÖDEMELER DENGESİ KRİZİ EŞİĞİNDE
Bu tür cümle kurmak mesleki açıdan çok tehlikeli. Ancak bu cümleyi yazı üzerinden kurmak sanırım biraz cesaret veriyor. Çünkü yazının içeriğinde kendimi ifade etme şansı bulabileceğim.
Krizin eşiğinde olduğumuz illa ki yarın hemen kriz yaşayacağımız veya mutlaka bir kriz yaşayacağımız anlamına gelmiyor.
Nitekim Türkiye ekonomisinin illa bir krize gireceğini de söylemiyorum. Ancak kriz ihtimaline yakın bir noktada olduğumuzu söylüyorum. Krizi
uçurumdan düşmek olarak ifade edersek, şu anda
uçurumun kenarında yürüdüğümüzü söyleyebiliriz. Mevcut politikalar devam ettikçe yönümüzün uçurum olduğunu, dolayısıyla krize her geçen gün daha da yaklaştığımızı ifade etmeye çalışıyoruz.
MEVCUT POLİTİKA, SORUNLARIN ANA KAYNAĞI
Peki bizi bu düşünceye sevk eden ekonomik göstergeler neler? Bunlardan en önemlisi merkez bankasının
swap hariç net rezervleri ve kur korumalı mevduatın (KKM) miktarı. KKM, 12 Mayıs verileri itibariyle 120 milyar $’lık bir tutara ulaşmış durumda. Swap hariç net rezervler ise eksi 58 milyar $ civarında. Bankalardaki 120 milyar $ KKM aracılığıyla merkez bankasına akmasına karşın merkez bankasının rezervleri 58 milyar dolar ekside. Peki bu para nereye gitti? Bunun için kâhin olmaya gerek yok. Arka kapı politikası ile el altından satıldığını uzun zamandır söylüyoruz.
İkinci gösterge ise
döviz kurunun artış oranı ile fiyat artış oranı arasındaki ilişki. Döviz kuru bir süredir merkez bankasının arka kapı politikaları ile yataya yakın bir seyir izlemesine karşın fiyatlardaki artış hızı belli bir hızla devam ediyor. Bu durum bize enflasyonun farklı bir dinamik izlemeye başladığını gösteriyor. Bu dinamiğin arkasında enflasyon beklentilerindeki bozulma ve talepteki artış olduğu açık.
Talepteki artışın kaynağı ekonomiye giriş yapan Türk lirası. Kredi kanalıyla ekonomiye giren para ilk önce mal talebini artırıyor, enflasyon yaratıyor, arkasından elden ele dolaşıp en son yine dövize park ediyor. Dövize park eden paranın önemli bir kısmının
cari açık olarak Türkiye’yi terk ettiğini sanırım söylememize gerek yok. Türkiye ekonomisinde cari açık rekorlar kırıyor. Mevcut politika Türkiye ekonomisini her geçen gün artan miktarda dövize muhtaç hale getiriyor.
Gidişatın ekonomiyi her geçen gün uçuruma daha da yaklaştırdığı görmemek mümkün değil. O nedenle basında son dönemde mevcut durumu işaret eden açıklamaların arttığını görebiliyoruz.
TÜRKİYE EKONOMİSİ HER GEÇEN GÜN DAHA KÖTÜYE GİDİYOR
Gidişatın ekonomiyi her geçen gün uçuruma daha da yaklaştırdığı görmemek mümkün değil. O nedenle basında son dönemde mevcut durumu işaret eden açıklamaların arttığını görebiliyoruz. Aklıselim herkes durumun farkında. Merkez bankasının günü kurtarmak için son günlerde aldığı ilave önlemlerin artık son atımlık kurşunlar olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu durum seçim sonrası için iki olasılığın mevcut olduğunu söylüyor. Birisi yukarıda ifade ettiğimiz senaryo, ikincisi ise mevcut politikadan vazgeçilip yeni bir politikaya geçilmesi.
KURTULUŞ GÜVEN VEREN BİR YÖNETİMDE
Seçim sonrasında mevcut politikadan vazgeçilme ihtimali son derece yüksek. Millet İttifakı bunu açık açık dile getiriyor. Cumhur İttifakı ise mevcut politikanın devam edeceğini söylüyor ki ben bu ihtimali çok düşük görüyorum. O nedenle önümüzdeki dönemin yeni politikalarla şekilleneceği kanaatindeyim. Yeni politikaların ne derece başarılı olacağını ise seçimi kazanan yönetime olan güven belirleyecek.