Kemal Bey’in pusulası doğru. Ama sadece pusula yeterli değil; Kılıçdaroğlu’nun da CHP’nin de işaret ettikleri hedefe Türkiye’yi nasıl götüreceklerini de gösterebilmeleri lazım. Siyasi tartışma kültürümüzün köşe taşı haline geldi zaman israfı. Bu yüzden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Tele1’de Enver Aysever’e partisinin inovasyon ve yetenekli insanlara yatırım yapan bir ekonomik modeli savunduğunu anlatmaya başladığı anda lafının yarıda kesileceğini tahmin ettim. 2012’nin günahlarını 2022’de yargılamayı bir beceri zanneden Aysever elbette konuyu hızlıca kapattı. Ama birkaç dakikalığına da olsa CHP liderinin aklıselimle ekonomiden bahsetmesi, çoğunlukla Meclis lokantasının fiyatlarıyla ekonomi tartışan muhalefet ‘elit’leri için devrimci nitelikteydi. Kemal Bey aslında Türkiye ekonomisi için iki temel direk inşa edilmesi gerektiğini söylüyordu: Birincisi, Türkiye’de hem fikir geliştirecek hem de üretim yapacak şirketlerin önünü açmak; ikincisi, bu şirketleri kurma potansiyeline sahip insan gücünü Türkiye’de yetiştirmek. Geçmişte bu modele ‘yüksek katma değerli üretim ekonomisi’ deniyordu ama aslında bu iddia, ‘yüksek yetenekli ve yüksek maaşlı çalışan ekonomisi’ne denk geliyor. Kılıçdaroğlu’nun örnek olarak Türkiye kökenli olmalarına rağmen Almanya’da ilk Covid-19 aşılarından birini bulan bilim insanları Özlem Türeci ve Uğur Şahin’i göstermesi tesadüf değil. Doğrusu, Kılıçdaroğlu’nun ortaya koymaya başladığı bu model (ki ben de Kısa Dalga’da yayımlanan bir yazımda bunu ‘Türeci/Şahin Modeli’ olarak tanımlamıştım), kendisine ‘Demokrat Amca’ olmaktan çok daha fazla genç hayran kazandıracaktır. Zira normal şartlar altında yüksek ücretli, nitelikli işler yapacak insanların okuması gereken üniversitelerin kontenjanları dolmayınca sınavlardan barajları kaldıran akılsızlığın ürettiği krizlerden birine doğrudan değiniyor Kemal Bey: Üniversite mezunu ama üniversitenin kendisine vaat ettiği hayatı hiçbir zaman yaşayamayacağına kendini ikna etmiş milyonların ülkesi Türkiye. Kendilerine ‘Endüstri Mühendisi’ denen gençler Getir’i daha üretken bir işyeri yapmıyor; Getir’de kuryelik yapıyorlar. Elbette ki bu -adeta- dağıtılan üniversite diplomalarının tamamı kalifiye insan yetiştirildiğinin bir göstergesi değil. Ama her üniversite öğrencisi, ailesinin kıramadığı zincirlerden kurtulmak ümidiyle gidiyor o okula. Kim bilir hangi Körfez ülkesinden gelmiş zenginin Fulya’daki o rezidansın 22’nci katındaki evine gece 3’te sucuk götürürken kırılan zincirler değil ümitler oluyor. Dolayısıyla her ile üniversite açmayı marifet zanneden hükümetin, bunca üniversiteli yetiştirdikten sonra milleti köle gibi çalışmaya zorlayan Çin Modeli dayatmasının karşısına, yüksek yetenekli-yüksek maaşlı üretim ekonomisiyle çıkmak; bu ülkenin geleceğine dair demokratik bir ses olmaktır. Kemal Bey’in anlattığı ekonomik kalkınma modeli, bu ülkenin çoğunluğunun destekleyeceği bir pusuladır. (İlan edilmemiş seçimin, ilan edilmemiş adaylarının, başlamamış kampanyalarına dair spekülasyon yapmayı ‘araştırmacılık’ zanneden şirketlere, bu ekonomik modelin halk arasındaki popülaritesini ‘araştırmalarını öneririm’.) Yani Kemal Bey’in pusulası doğru. Ama sadece pusula yeterli değil; Kılıçdaroğlu’nun da CHP’nin de işaret ettikleri hedefe Türkiye’yi nasıl götüreceklerini de gösterebilmeleri lazım. Her ne kadar hiçbir politika konuşulmayan ve dolayısıyla kek ile pastaya kaybedilen son Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana 4 yıl geçmiş olsa da parti de Kemal Bey de bu süreyi ziyan etmiş durumdalar. Eh, Türkiye’de siyasetin köşe başında, yani zaman israfı sevdasının tam da merkezinde bulunmanın doğal sonucudur muhakkak. Ama şanslılar; Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği hedefe durmadan yürüyenler var. Örneğin ilhamı, ’in yazarı Mariana Mazzucato’da aramak mümkün. UCL’de kendi inovasyon kürsüsü olan Mazzucato’nun ana çalışma alanı, devletlerin hangi politikalarla hem özel hem de kamu sektörlerinde mucitliği destekleyebileceği üzerine. “[Yüksek yetenekli ve yüksek gelirli olmak isteyen] ‘girişimci toplumlar’ın, ‘girişimci devletlere’ ihtiyacı vardır” diyor. Misal, ABD ekonomisinin internetle beraber 80’lerde kendini yeniden keşfetmesi sadece dönemin Ronald Reagan yönetiminin iş dünyasını regülasyonlardan arındırması değil; on yıllar boyunca Amerikan devletinin başarısızlık riski yüksek araştırma projelerine milyarlarca dolar ayırmasıydı. İnternet de GPS de hatta hava durumunu tahmin etmemizi sağlayan araçlar da bu araştırmaların sonucunda, devlet teşvikleriyle gerçekleşti. Fakat devlet, Apple’ı ya da Amazon’u kurmadı. Bu önemli ve Kılıçdaroğlu’nun gözden kaçırdığı bir nüans. Devletin -çipler ya da anakartlar gibi- kimi teknolojik ürünlerin fiyatlarını düşüren teşvikleri ve bu şirketleri mümkün kılan teknolojik altyapılara yaptığı yatırımlar, özel sektöre doğru platformu sağladı. Zira devlet, “Ay’a insan göndermek” gibi hedefi net belirlenmiş projeleri yönetmekte becerili olsa da uzun vadeli, sürdürülebilir işler yapmak konusunda bir o kadar beceriksizdir. Yatırım yaptığı girişimin başarısızlığını kabul etmesi yıllar sürer ve milyarlarca dolar zarara sebep olur. Misal İngiltere’de tren yolları devletin elinde batmıştır ama bunu kabul etmemenin sonucunda onlarca yıl boş trenleri memurlar kullanmaya devam etmiştir. Merkezden yönetimin üreteceği krizlerin kralını dünyaya gösteren Sovyetler’de anlatılan bir fıkra vardır: Bir Sovyet aile reisi araba almak için devletin satış merkezine telefon eder. “10 yıl sonra teslim edeceğiz” cevabını alır. “Sabah mı akşam mı” diye sorar. “10 yıl sonra beyefendi, ne önemi var?” diye sorarlar. “Sabahtan tesisatçı gelecek de.” Dolayısıyla her ne kadar Kemal Bey, Tele1’deki söyleşisinde “Zorlu’ya çip üretimine başlaması için 1 milyar doları verirdim” dediyse de iş o kadar kolay değil. Asıl odaklanılması gereken tekil şirketlerden ziyade, üretim zincirinde şirketleri yatay kesen ürün ve teşvikler. Bu konuda da Türkiye’nin uzun vadeli hedefler belirlemesi elzem. “İnovasyon istiyoruz” denince piyasanın pide üzerine susamla ünlü ismi yazmak gibi icatlar çıkarması da mümkün, yeni Apple’lar, Getir’ler üretmesi de. Örneğin dünyanın çözmek zorunda kalacağı iki temel sorun var: Birincisi, tarihin en kalabalık ve en yaşlı nüfusu kendine bakım ve tedavi arayacak; ikincisi, iklim krizi dünyanın her köşesinde enerji üretimini tepetaklak değiştirecek. Dünyanın her yerinde, herkes, bu iki krizle savaşmayı kolaylaştıracak aletlere, teknolojilere ve servislere ihtiyaç duyacak. Tam da bu yüzden dünyanın dört bir yanında sağlık alanında on binlerce girişim kuruluyor. Mesela “önleyici tıp” alanında çalışan şirketler, bireylerin aile geçmişlerine ve şahsi serüvenlerine bakarak insanları hasta olmadan tedavi etmeye çalışıyor. Ya da internet üzerinden doktorla görüşülebilen, hatta reçete dahi yazılabilen uygulamalar Birleşik Krallık’ta devletin sağlık sisteminin içine entegre ediliyor ki hastanelerin üzerindeki hasta yükü azalsın. ABD’de internet yatırımını Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan DARPA ajansı yapmış; sadece yeni bir teknolojik araç değil, aynı zamanda on milyarlarca dolarlık yepyeni bir endüstriyi de var etmişti. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın altında çalışıp, yüksek riske yüksek kazanç vaat eden yepyeni bir ajansı kurmak neden mümkün olmasın? Doktorlara “giderlerse gitsinler” diyen bir zihniyetten, “doktorluk değil mucitlik yapsınlar” diyen bir zihniyete geçmek, Türkiye’nin sadece yaşlılarını değil geleceğini de kurtarır. Her ne kadar Aysever söyleşiyi Kılıçdaroğlu’nu -bu konularda konuşturmak yerine- on yıllar önce kaybettiğimiz edebiyatçılardan üstlendiği, tarihi geçmiş bir neoliberalizm şeytanlaştırmasına sürüklemiş olsa da Kemal Bey’in tarif ettiği ekonomi modeli sert ideolojik tavırlardan değil; soğukkanlı, uzun vadeli düşünme kabiliyetinden besleniyor. Özel sektör ile kamunun birbirine düşman iki ayrı cephe değil; beraber hareket ettiklerinde bir ülkenin ve hatta dünyanın kaderini değiştirebilecek iki ayrı cephane olduğunu anlamak gerekiyor. Tam da bu sebeple Kılıçdaroğlu için Türeci/Şahin Ekonomi Modeli üzerine bir tane video çekilecek bir mesele değil, toplumu uygulanabilirliğine ikna edecek bütüncül bir ekonomi politikasına dönüşmeli. Üstelik bu, aşıyı bulmak kadar zor bir iş olmamalı.