Travmalı insanlar cenneti Türkiye
Politikyol
Kendi sorununu hiç çözmemiş bir çocuğa sorun çözmeyi öğretemezsiniz, hiç mücadele etmek zorunda kalmamış bir çocuğa mücadele etmeyi anlatamazsınız, sokak oyununda “mızıkçılığa” hiç uğramamış çocuktan torpil listelerinde adı yazmayınca kariyerine tutunmasını bekleyemezsiniz…
Şimdilerde başarısızlık hissini hiç yaşamamış çocukların ders çalışmamasından gocunuyoruz. Neden çalışsın ki? Her durumda o yazılılar iyi geliyor her durumda o karnede takdir oluyor, hatta devamsızlık yaparsa sınıfta bile kalmıyor artık yani okula gitme zorunluluğu bile yok.
Küçükken dışarıda bir taş kaldırırdık altından onlarca solucan, yüzlerce küçük böcek çıkardı. Tekrar kapatırdık. Elimize gelmeden, üstümüze bulaşmadan. Ama o böcekler hep orada kalırdı işte, her kaldırdığında yeniden çıkarlardı. İşte ülkede bu taş misali hangi insanla konuşsanız travmaları çıkıyor. Düşünmemek istiyorlar, böcekler etraflarını sarmasın istiyorlar. Ama içten çürümüşlüğe, yüzlerindeki çöküşe engel olamıyorlar…
Her nesil bir öncekinin tam zıttı oluyor, böylelikle travmalarını çocuklarının yaşamayacağını düşünüyorlar. Belki de Pestalozzi’nin dediği gibi; bizi güçlü kılan şey çaresizliğimizdi. Evet kurcalayınca, mutlu yüzleri kaldırınca altından çıkan travmaların hepsini biliyorum birçoğunu sizin gibi ben de yaşadım.
Öğretmenimden hiç suçum yokken sırf sınıfta biri konuştu diye dayak yedim, öğretmenimin küçümsemelerine, insan ayırmalarına da şahit oldum. Sırf derse hızlı başlamak için “sen ondan o da senden özür dilesin oturun” söylemini duyup adalete inancımı da yitirdim, zengin ve popüler çocukların hep başkan olduğu ama buna “demokrasi” adı takıldığı için hala oylarımı güvensizlik içinde veriyorum.
Daha ilk günden baba mesleklerimize göre sınıfsal farklılıklara ayrıldığımızı da biliyorum, “tembeller, çalışkanlar” diye bilişsel yaftalanmalara uğradığımızın da farkındayım…
Bir biley gibi “Büyüyünce ben çocuğumu kimseye ezdirmeyeceğim” diye kendinizi keskinleştirdiğinizi de biliyorum. Ama bu keskinleştirmede kavramlar birbirine karıştı.
Mütevazi olmak eziklik,
Saygılı olmak özgüvensizlik,
Sınırları olmak mahkûm olmak,
Gibi algılanıyor artık.
Bir yerde okumuştum tıbbi olarak insan vücudunda kullanılmayan organlar işlevlerini yitiriyormuş. Çocuklarımıza yaptığımız da bunun ruhsal boyutu aslında. Kendi sorununu hiç çözmemiş bir çocuğa sorun çözmeyi öğretemezsiniz, hiç mücadele etmek zorunda kalmamış bir çocuğa mücadele etmeyi anlatamazsınız, sokak oyununda onların tabiriyle “mızıkçılığa” hiç uğramamış çocuktan torpil listelerinde adı yazmayınca kariyerine tutunmasını bekleyemezsiniz…
J.J.Rousseau bize 1700’lü yıllarda bile rehber olacak bir söz söylemiş “Eğer, hiç yara beresi olmayan bir çocuk yetiştirmek istiyorsanız, daha mutsuz, daha mahkum, daha mahzun bir çocuk yetiştirmek istiyorsunuzdur.”
Şimdilerde başarısızlık hissini hiç yaşamamış çocukların ders çalışmamasından gocunuyoruz. Neden çalışsın ki? Her durumda o yazılılar iyi geliyor her durumda o karnede takdir oluyor, hatta devamsızlık yaparsa sınıfta bile kalmıyor artık yani okula gitme zorunluluğu bile yok.
Ödül-ceza yok diye ortaya atılan bir kavram var. Travmaları olan ebeveynlerimizin alkışladığı ama içinin doldurulmadığı bir ifade bu. Bir çocuğu elde ettiği bir başarıdan dolayı takdir etmek “ödül”müş yani bu kavramlara karşı çıkan uzmanların ifadesiyle “rüşvet”miş. Ülkede bunca dönen rüşvetleri ve yolsuzlukları bırakıp çocuklara söylenen “aferin” ifadesine odaklanmak ne acı. Aynı şekilde yaptığı veya yapmadığı herhangi bir davranışın sonucunun sorumluluğunu aldırmak da “ceza”ymış.
Yine bizim ve bizden önceki nesillerin en büyük travmaları sanırım “ayıp-günah” kavramlarıdır. Biz çocuklarımızı büyütürken bunlardan arınmış yetiştireceğiz diye kolları sıvadık. Biraz fazla sıvamış olmalıyız ki “merhaba, teşekkür ederim, nasılsınız” gibi kelimeleri yasaklı kelimeler listesine koyduk. Özgüven listesine ise ailelerin, çocukları kullandığında kıkırdadıkları “sana ne, bana böyle diyemezsin” gibi söylemleri ekledik.
27 Aralık 1949 tarihinden başlayan 2001 yılında ihaleyle SPAN ve CarlBro şirketlerine tamamen teslim edilmesiyle taçlanan! eğitim sistemimize travmaları olan ailelerin çocuk yetiştirme anlayışları da eklenince tadından yenmez bir hal almaya başladı. Bu devredişin en önemli ayağı hiç şüphesiz ki devlet okullarını niteliksizleştirip, insanları özellere yönlendirmekti. İstenen oldu. Bol travmalı aileler, çocuklarına en iyi eğitimi sunmak amacıyla dişinden tırnağından artırıp çocuklarını özel okullara gönderiyorlar. Sadece öğretimin öne çıktığı ama bu öğretimin de nedense sayısal verilere hiç yansıyamadığı bir eğitim sisteminden bahsediyorum.
Etik değerlerden adeta bir virüsmüş gibi uzak durularak yetiştirilen çocuklarımız için üzülüyorum. Çünkü onlar hiçbir zaman;
Kaybetmedikleri için kazanmanın,
Aç kalmadıkları için tokluğun,
Mutsuz olmadıkları için mutluluğun,
Kıymetini bilmeyecekler.
Üstelik bu çocukların, anne ve babaları arkadaşlarıyla beslenmelerinden çıkan kokulu patates kızartmalarını bile paylaşmışlardı.
Arayı bulamadık, bir nesli de böyle heba edelim…
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi