Netflix’te yayınlanan The Crown, Kraliçe’nin hayatını ve saltanatını anlatırken izleyenler bol duygusallık ve magazinle besleniyor. Dizinin etki gücü öyle yüksek ki seyirci hakikatin izlediği ‘şey’ olduğunu zannediyor. Elizabeth The Second, by the Grace of God, of the United Kingdom, Canada and the other Realms and Territories, Queen, Head of the Commonwealth, Defender of the Faith… 96 yıllık ömrünü 70 yıllık kraliçeliğini tamamladı Elizabeth. Ve başta Birleşik Krallık olmak üzere dünyanın dört bir yanından insanlar ağladı Kraliçe’ye. Elbette bir o kadar da nefret edeni vardı. Ağlayanlar kendilerine, anılarına, yitirip gittiklerine ağladılar… Hakaret edip nefretlerini dile getirenlerin ise yine büyük bölümü bu kez Lady Diana üzerinden ‘kendi tarihlerine’ ve ‘anılarına’ saygı duruşunda bulundular. İdeolojik körlükleriyle seven ve/veya nefret edenlere ise şifa dilemek düşer bize. Çünkü insanlar aslında ölen kişiye ağlamazlar, ölen kişiye üzülmezler, kendilerine, yitirdikleri anılarına, anılarının bir daha yaşanamayacak olma hakikatine ağlarlar ve bu onları biraz daha insan yapar. Beşer denen et, kan, ‘gaita’ ve ‘yanıltıcı duygu’ yığınından ibaret olan varlığın insan olma serüveninde önemli dönüm noktalarıdır bu gibi hadiseler. The Crown, Kraliçe’nin hayatı ve saltanatı hakkında Netflix’te yayınlanan ve esas olarak Peter Morgan tarafından yazılan tarihi bir drama dizisidir. İlk iki sezonda kraliçeyi Calire Foy, sonraki iki sezonda ise Olivia Colman canlandırdı. Dizi Elizabeth’in Prens Philip ile evliliğinden Churchill’in başbakanlığına, Prenses Margaret’in çalkantılı aşk hayatından Süveyş Krizine, Margaret Thatcher’in demir leydiliğinden Falkland çıkarmasına ve elbette Charles ile Diana’nın evliliğine kadar pek çok olayı dizi formatı içinde anlatıyor. İzleyenler tarihe vakıf olduğunu zannetsinler diye de bol duygusallık ve magazinle besleniyor. Ancak ve ancak bunun bir dizi olduğunu yani kurgu/fiction olduğunu unutanlar için anlamlı olabilir. Seyirci, sanatı da tarihi de kültürü de salt tüketmek için vardır zira. Seyirci için karın tokluğu sağlandıktan sonrası mümkünse bir miktar eğlencedir ki dizi bunu fazlasıyla sunuyor izleyiciye. Altın küre ve Emmy ödülleri de bildiğiniz üzere vasat seyircinin takdirlerine göre belirleniyor hala. Nobel ödüllerindeki hak edene hakkını verme düsturu pek işlemiyor. Esasen diziye tepki gibi görünen yukarıda satırlar dizinin gücünü gösteriyor. Etki gücü o kadar yüksek ki seyirci hakikatin izlediği ‘şey’ olduğunu zannediyor. Ki bu film endüstrisinin en büyük gücü olmalı. Alev Alatlı Hoca’nın Hollywood ile ilgili tespitlerine şapka çıkarmanın demidir bu dem. Biz daha ziyade bir ‘obituary’ (ölen kişinin arkasından yazılan yazı veya yapılan konuşma) tadımlığı olarak Kraliçeyle alakalı bazı noktaları paylaşalım 😊
Bir keresinde bir yerde Arsenal taraftarı olduğunu okumuştum şaşırmıştım ama bunu da manifest yapmadı çünkü o kraliçeydi. Çok akıcı bir Fransızcası vardı. II. Dünya Savaşı’na 18 yaşında kamyon şoförü olarak katıldı.
Queen Elizabeth II benim 42 yıllık ömrümde onunla ilgili pek çok anımın olduğu biriydi. Ve kendisine olan sevgim herkesin algıladığı gibi ya da algılamak istediği gibi siyasi saiklerle değil daha ziyade bu anılar üzerindendi. Arkadaşlarım bana ‘’hayat dedektifi’’ derler. Birini sevdiğimde onun hayatıyla ilgili pek çok ayrıntıya da vakıf olmak isterim ki bu beni yaklaşık 6 yıldır çalıştığım psikobiyografi alanına yönlendirdi. Hayır üzerinden çalıştığım 21 kişiden biri olan Elizabeth’in psikobiyografisi bu ‘obituary’nin konusu değil. Kraliçe son yüz yılın tarihindeki en büyük siyasi liderlerinin döneminde de kraliçeydi. 15 İngiliz başbakanı döneminde kraliçeydi ki bunlardan biri Winston, Winston Churchill’i niye tanımıyorsunuz bilmiyorum yani niye insanlar bilmiyor bu kadar anlamıyorum. Çünkü 2. Dünya Savaşı’nın ve hatta 1. Dünya savaşının muzafferi, kazananı ama herkes Hitler’le Stalin’le kafayı bozmuş gibi. Winston müthiş bir şeydir dehadır, Churchill tuz, soda ve limon değildir. Ve bir diğer İngiliz başbakanı Demir Lady Margaret Thatcher döneminde de kraliçeydi Elizabeth. Zor kararlar alındığı zaman ülkenin başında ‘manevi bir şahsiyet’ olarak bulunmak önemli. Manevi şahsiyet vurgumu tırnak içinde tutmayıp bir miktar açayım; Kraliçenin İngiltere’deki varlığını öyle Suudi Arabistan’daki gibi klasik monarşiler gibi düşünmeyin. İngiltere’de anayasal monarşi vardır, anayasal monarşide devleti yürütme yönetir ve bir başbakan vardır bir parlamento vardır, ayrıntıya girmeyeyim bunu halk seçer, kraliyet ailesinin ve kraliçenin şimdide 3. Charles döneminde de öyle olacak, varlıkları semboliktir. Doğrusu anayasal monarşinin de insanın psikolojisine ve fıtratına çok uygun olduğunu düşünüyorum kendi adıma. Elizabeth birçok araştırmacıya göre yasaların, çağın ve tarihsel varlığının zorunlu gerekliliği olarak kendisine verilen sembolik rolüne bağlı kalma hususunda, yasama faaliyetlerinin haricinde sosyal hayatta çok daha hassas davranmaktaydı. Sadece siyaset ve ekonomi üzerine değil, diğer konularda da tartışmaya sebebiyet verecek bir söylemde bulunmamaya çok özen gösteren bir yaşam tarzına sahipti. Gazeteler, televizyon kanalları ya da diğer medya aracılığı ile kesinlikle röportaj vermez, kendi yaşamını konu edinen belgesellerin çekimi için de olsa medya karşısına geçmez ve görüntü vermezdi ki bunu 2011’de BBC’ye verdiği röportaj ile bozmuştu. İngiliz Kraliyet Ailesi’nin sahip olduğu sembolik rol, Kraliçe II. Elizabeth’in ülke ve dünya siyasetinde etken değil, edilgen olmasını zorunlu kılmıştı. İngiliz toplumunda özlenen kültürel değerlerin günümüzde korunması ve aktif olarak temsil edilmesi yönünden Kraliçe II. Elizabeth’in çok güçlü ve etkin bir sembolizmin de taşıyıcısı olarak görülmesi II. Elizabeth’in Birleşik Krallık halkı için çok sevilen bir kraliçe olmasını sağlamıştır. Oğlu King Charles III’ün de aynı şekilde hassas olacağını tahmin etmek güç değil.
Bu bilgiyi de oje sevenlere vereyim. Kraliçe 1989’dan bu yana aynı ojeyi, aynı markayı ve aynı rengi kullandı; Ballet Slipper yani soluk pembe bir oje…
Merhum Kraliçe atları ve köpekleri çok seviyordu, özellikle corgis cinsi köpekleri... Öyle ki kendine ait bir köpek ırkı da yarattı, çiftleştirdi iki cinsi ve dorgis isimli bir ırk yarattı. Roman okumayı çok seviyordu. Roman okuyanlara her zaman büyük saygımız olmalıdır, insan denen mahluku daha tesirli anlatabilen bir psikiyatriste veya psikoloğa denk gelmedim. Kraliçe Anglikan kilisesinin başıydı. Hakkında hayatı boyunca 100’den fazla film çekildi. The Queen filmini bilirsiniz. Helen Mirren oradaki rolü nedeniyle Oscar almıştı, tabii ki bu yazının konusu olan The Crown dizisi var. Bir keresinde bir yerde Arsenal taraftarı olduğunu okumuştum şaşırmıştım ama bunu da manifest yapmadı çünkü o kraliçeydi. Çok akıcı bir Fransızcası vardı. II. Dünya Savaşı’na 18 yaşında kamyon şoförü olarak katıldı. 70 yıllık hükümdarlığıyla birlikte kraliçe Victoria’nın da rekorunu geçti. Bu bilgiyi de oje sevenlere vereyim. Kraliçe 1989’dan bu yana aynı ojeyi, aynı markayı ve aynı rengi kullandı; Ballet Slipper yani soluk pembe bir oje… Hayatında en çok tartışılan şeylerden biri prenses ya da Lady Diana’nın Charles ile evliliği idi. Bu tartışmayı anlamakta zorlanıyorum çünkü Charles Diana’yı sevmedi. O an evli ve şu anda da yeni kralın karısı olan Camilla’ya aşıktı. Şimdi bundan dolayı biz Charles’ı neden eleştirelim bilmiyorum, hiç âşık olmadınız mı? Aşk böyle bir şeydir. Eğer aşk konusunda bir kapışma yaşanacaksa bu dünyada veya diğer dünyada inanın kan gövdeyi götürür. İyisi kötüsü, hatası sevabıyla tarihin bir kısmına tanıklık ettik ve her güzel şey gibi bitti. Tartışmayı öğreneceğimiz günlerin gelmesini dilerim, umutlu olmasam da…