Tevhid-i Tedrisat’a Dönüş
Politikyol
Bir bilet almak istiyorum, tek gidişlik, dönüşü olmayan. Bu öyle bir bilet olmalı ki Business Class’ı, ekonomi paketi olmasın, gittiğimiz yol aynıysa aldığımız hizmet de aynı olsun, her gelen koltuk numaramı değiştirmesin, kimse kafasına göre beni başka lokasyonlara savurmasın, biletim beni öyle bir yere götürsün ki ne yolları yamuk olsun, ne de karanlıkta olsun…
Atatürk’ün yolundan biraz sapmalar olunca bile kaosa sürükleniyoruz. Eğitimde de aynı durum geçerli.
Birçok kişi özel okullara karşı olduğumu düşünüyor. Ben özel okullardan ziyade çocuğunu özel okula göndermenin bir tercih değil bir “zorunluluk” haline dönüşmesine karşıyım. Özel okullarda farklı müfredatlar ve kitaplar okutulurken devlet okullarında farklı müfredatlar okutulmasına karşıyım. Yapılan emekçi zulmünün meşrulaştırılmasına ama insanların çaresizlikten buna boyun eğişine karşıyım. Birçok özel okulda öğretmenlere verilen sene başında eğitim-öğretim ödeneğinin ödenmediğini, mesai ücretlerinin ödenmediğini biliyoruz. Öğretmenlerin özel okullarda günlük ortalama 10 saat çalıştırılmasına, yetmez gibi cumartesi günleri de etüt/kurs adı altında mesai ödenmeden okullara çağrılmasına, öğretmenlerin çoğunun okullarda asgari ücretlere yakın çalıştırılmasına ve buna kimsenin ses çıkarmamasına, denetlememesine karşıyım. Öğretmen bu duruma ses çıkardığında da tabiri caizse “kapının önüne konmak” ile tehdit ediliyor. Aileler desen hepsi birer patlamayan hazır barut. Çünkü okul ücretleri artık kişileri zorlayan boyutlara ulaştı ve bu ücretleri karşılayabilmek için daha çok çalışmaları gerekiyor. Dolayısıyla bu ücretleri karşılarken aldıkları hizmetin de kusursuz olmasını istiyorlar.
Mesele aslında özel okullar değil. Yavaş yavaş insanların özel okullara mecbur hale getirilmesi. Birgün Gazetesinde yer alan habere göre Milli Eğitim Bakanlığı “temizlik ve hijyen” için e-okul sistemine kayıtlı her öğrenci için 20 lira ayırdı. ABD 1600 birim para ayırırken Hollanda 2.500 birim para ayırdı. Okullar hijyen harcaması dışında harcama yapmaması konusunda uyarıldı.
Hal böyleyken insanlar çocuklarının daha hijyenik şartlarda, daha iyi koşullarda okuması için dişinden tırnağından artırıp özel okullara yazdırıyorlar. Bu da özel okulları bir tercih değil bir “mecburiyet” haline dönüştürüyor. Makas aralığı git gide açılıyor. Bu aralığı en çok pandemi sürecinde hissettik. Uzaktan eğitimde tableti olmayan, interneti olmayan çocuklarla her türlü materyale ve imkana sahip çocuklar aynı sınavlara girdiğinde nasıl eğitimde birlikten bahsedebiliriz ki? Aslında bu eşitsizlik yeni olan bir durum değildi ancak pandemi süreci, bu durumu gözler önüne serdi.
Atatürk, cumhuriyetten önce üç farklı okul tarzının (1. Mahalle Mektepleri ve Medreseler, 2. Tanzimat Okulları, 3. Kolejler yani azınlık özel okulları) olmasını doğru bulmuyordu. Ona göre üç farklı tarz okulun olması; üç farklı yaşam şeklini, üç farklı dünya görüşünü, üç farklı çağın insanını yetiştirecekti. (Kadir Çetin-Ömer Gülseren) Bu yüzden 3 Mart 1924’te acilen Tevhid-i Tedrisat yani Eğitimde Birlik Kanunu’nu çıkardı.
22 Mart 1926 yılında çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Yasa ile;
* Türkiye’de hiçbir okulun Millî Eğitim Bakanlığı’nın izni ve uygun görüşü alınmadan açılamayacağı,
* Diğer Bakanlıklara bağlı ortaöğretim kurumlarındaki öğretim programlarını da yapma görevinin Millî Eğitim Bakanlığı’na ait olduğu,
* Yerel yönetimlerce yürütülen meslekî teknik öğretim kurumlarının Bakanlık bünyesine alınması,
Bakanlık bünyesinde bir “Dil Heyeti” ile bilim ve uzmanlardan oluşacak Talim ve Terbiye Kurulunun oluşturulması da bu yasa ile hüküm altına alınmıştır. (Kadir Çetin-Ömer Gülseren- dhgm.meb.gov.tr)
Atatürk, Heyet-i İlmiye ve Eğitim Şurası adı altında toplantılar yapıp yurdun dört bir yanından 250 öğretmeni bu toplantılara çağırdı ve eğitimin geleceği için birlikte kararlar aldılar. Biz ise şu an İstanbul’un en iyi semtlerinde yer alan özel okulların sorunlarını konuşurken ülkenin geri kalan bölgelerindeki devlet okullarının durumlarını konuşmuyoruz.
Her işi ehline bırakmak gerektiğini düşündüğüm için eğitim konusunda da en çok öğretmenlerin dinlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bugün Milli Eğitim Bakanı’nın gözlerinin içine bakarak kaç öğretmen sorunlarını dile getirebiliyor? Oysa dönemlik bir kurul toplansa ve ülkenin dört bir yanından öğretmenler o dönemin eğitimiyle ilgili raporları bakanlığa sunsa her şey daha iyi olmaz mı?
Sorunlar görmezden gelinerek düzelmez. Eğitimi acilen bir standarda oturtmalıyız. Kimi okulun 10 saat, kimisinin 6 saat, kimisinin erken açıldığı, kimisinin geç kapandığı, farklı kitapların okutulduğu, farklı ders konularının öğretildiği bir ortamda eşitlikten nasıl bahsedebiliriz?
Eğitimi ne zaman kişisel bir ego değil de toplumsal bir mücadele olarak ele alırsak o zaman gelişmiş bir ülke olacağız ve o zaman yaşamayı hayal ettiğimiz ülkeler yerine yaşamanın hayal edildiği bir ülke haline geleceğiz. İşte o zaman yolumuz düz olacak ve bu trene binip gitmek yerine varılmak istenen bir hedef olacağız.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi
Bakan Işıkhan asgari ücreti açıkladı