2002-08 arasında uygulanan IMF destekli politikalar bir borç yönetimi özelliği taşımaktaydı. AK Parti'nin uzun süre iktidarda kalmak için güçlü bir büyüme hikâyesine ihtiyacı vardı. Yabancı sermaye girişinin aksamaması gerekiyordu. Geçtiğimiz hafta TCMB Eylül ayında politika faizinde yaptığı 100 baz puan (bp, 1puan) indirime ilave olarak 200bp daha indirime gitti. Bunu takiben 3 kamu bankası (Ziraat, Vakıf ve Halk Bank) kurumsal kredilerde vade ve ürün yapısına göre 200bp kadar indirime gideceklerini açıkladılar. Kamu bankaları buna ilave olarak konut kredilerinde de 1milyon TL altındaki kredi hacimleri için %1,29, 1 milyon TL üstündeki konut kredileri için %1,34 kredi faizi uygulayacaklarını ilan ettiler.
Hem TCMB faiz indiriminin hem de kamu bankalarının aldıkları bu kararların elbette politik iktisat açısından açıklaması, amaçları vardır ve ekonomiyi ilgilendiren sonuçları olacaktır. İNŞAATA DAYALI BÜYÜME MODELİ 2002 Güçlü Ekonomiye Geçiş programı sonrası uygulanan IMF destekli neo-liberal politikalar bir borç yönetimi özelliği taşımaktaydı. Bu kapsamda, tarım ve sanayi gibi üretken sektörleri destekleyici olmaktan çok tüketim ekonomisini güçlendirici ve dışa bağımlılığı artırıcı politikalara dayanıyordu. 2003 yılında iktidara gelen AK Parti borç yönetimi politikasını 2008 yılına kadar bu borç yönetimi politikasına bağlı kalmayı tercih etti. Çünkü daha uzun süre iktidarda kalmak için güçlü bir büyüme hikâyesi ve bu hikâyeyi gerçekleştirmek için de yabancı sermaye girişinin aksamaması gerekiyordu. Bu noktada inşaat sektörü, arzulanan hızlı büyüme için anahtar ya da önder sektör olarak seçildi. Zira inşaat sektörü, birikimin kısa sürede sağlanabildiği ve arzulanan hızlı büyümeyi sağlayabilecek özelliklere sahiptir. 2002-2013 döneminde küresel ekonomik koşullar, küresel likidite bolluğu da bu stratejinin uygulanmasına imkân sağlamıştı.
İnşaata dayalı birikim ve büyüme modeli tıkanmıştır. Türkiye’nin emekten yana üretimi esas alan yeni bir birikim ve bölüşüm modeline ihtiyacı vardır.
Ancak bu büyüme modelinin iki büyük problemi vardı. Birincisi, inşaat sektörünün gelişmesi ve artan rantlar bu sektöre cazibe yaratmış verimli tarım alanlarının inşaata açılmasına neden olmasıdır. Bu zaman içinde tarımda dışa bağımlılığı artıran bir faktör haline gelmiştir. İkinci büyük problem ise inşaat sektörünün geri besleme etkisinin ithalatı güçlendirmesidir. Bunun yanında artan rantlar ithal lüks tüketimi teşvik etmiş ve cari açığın büyümesine bir etmen olmuştur. Öte yandan 2009 yılında yaşanan kırılmaya rağmen Fed genişlemeci politikaları sayesinde devam eden küresel likidite bolluğu ve düşük faiz ortamı konut kredilerini teşvik etmiş ve ayrıca hükümetin tüketime dayalı büyüme modelinin devam etmesine olanak sağlamıştır. Ancak döviz kazandırıcı faaliyetleri düşük olan inşaat firmaları ucuz döviz ortamında yükümlülük dolarizasyonlarını artırarak bilançolarındaki kur riskini yükseltmişlerdir. Benzer bir gelişmeyi söz konusu dönemde yeşeren enerji şirketleri için de söyleyebiliriz. Bol döviz ve düşük faiz ortamına dayalı olan bu birikim ve büyüme modeli 2014 yılında Fed varlık alımlarını azaltmaya başlaması ile yavaşlama ve faizlerin artmaya başladığı 2017 yılından itibaren ise daralama süreci içerisine girmiştir. Ancak 2017 yılında uygulamaya konan kredi garanti fonu (KGF)ve kamu açıkları yaratılarak ekonomik büyüme sağlanabilse de artan makro-finansal riskler yani ekonomik kırılganlık 2018 yılında tetikleyici rahip Branson etkisi ile kur krizine dönüşmüş, inşaat ve tüketime dayalı büyüme modeli tıkanmıştır. TIKANMA VE YENİ UYUM 2018 kur şoku iki sebepten büyüme modelinin tıkanmasına neden olmuştur. Birincisi merkez bankası kur krizi karşısında faizleri %24 seviyesine çekmiştir. Faizlerdeki artış kredi faizlerine duyarlı tüketici kredilerinin azalmasına yol açmıştır. Kur ve enflasyon artışının gelirlerde yarattığı erozyon ve kredi faizlerinin yüksek olması iç talebi daraltarak ekonominin durgunluk ve daralma içine girmesine neden olmuştur. İkinci olarak da yukarıda bahsettiğim gibi inşaat ve enerji sektörleri ve bunlar gibi döviz geliri olmayan ama döviz borçlusu pek çok sektör 2018 kur şoku ile birlikte ciddi bir bilanço erozyonuna uğramıştır. Bu durum ekonominin arz tarafında önemli bir yeniden üretim sorununa neden olmuştur. Ekonomiyi bu girdaptan kurtarmak için 2018 (Ekim) -2020 (Kasım) döneminde uygulanan örtük sabit kur ve kısmi sermaye kontrolü zaten durgunluk içinde olan ekonomimizde yabancı sermaye çıkışlarını artırmış, yabancı güvenini azaltmış ve TL varlıkları riskli hale getirmiştir. 2020 yılının başında ortaya çıkan Covid-19 salgın krizi küresel ekonomide 2017 yılından itibaren artan güven sorununun daha da büyütmüş ve Türkiye gibi kırılgan ekonomiler için finansal koşulların daha da sıkı olmasına neden olmuştur. Bu durum elbette ucuz/bol döviz ve düşük faiz koşullarına bağımlı inşaata ve tüketime dayalı büyüme sistemindeki tıkanmayı derinleştirmiş ve yeniden uyumu güçleştirmiştir. Kanımca son dönem ekonomi politikaları 2003-2013 dönemindeki büyüme sürecinin yeniden sağlanmasına yönelik olarak oluşturulmaktadır. 2020 yılında salgına karşı parasal tedbirlerin ön plana çıkartılması ve salgın koşullarında bile konut alımlarını teşvik edici uygulamaların ön plana alınması hep bu özlemin sonucudur diye düşünüyorum. Ancak artık bunu sağlamak zordur ve parasal tedbirler bu olanağı sağlamaktan uzaktır. Birkaç sebebi var: Birincisi 800 milyar TL üzeri borcu bulunan hane halkı yani tüketiciler için yeni kredi alma imkânı düşüktür. Çünkü geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi tüketici kredi talebi, tüketici kredi faiz oranlarının olduğu kadar, tüketicilerin harcanabilir gelirinin ve tüketici kredi riskinin de bir fonksiyonudur. Hane halkı borçluluğunun yıldan yıla artması takipteki kredilerin ertelenmiş olmalarına rağmen bankalar için kredi riski taşımaktadır. Yani bankalar kredi vermek için gönüllü olmayabilirler. Yüksek enflasyon ve kur baskısı tüketicilerin satın alıp güçlerini azalttığından tüketiciler yeni konut kredisi almak istemeyebilirler. Kaldı ki yüksek konut fiyatları ve tüketici geliri ilişkisi de bu imkânı vermemektedir. Kaldı ki gelir dağılımının bozulması ve tüketicilerin mevcut harcamalarını ancak kredi kartları veya yeni tüketici kredilerle döndürmelerine neden olmaktadır. Yani hane halklarının ihtiyacı olan kredi türü konut kredisi değil tüketici kredileridir. Öte yandan kredilere dayalı olarak harcama artışı beklentisi geçici bir talep yaratmakta ve gelecek yıllara ilişkin talep beklentilerini azaltabilmektedir. Bu durumda firmalar kısa dönemli talebi karşılamak için stoklarını eritirken yeni yatırım için hevesli olamamaktadırlar. İhracatçı firmalar için bu yıl sağlanan yüksek dış talep ve büyüme beklentisi yeni yatırımlar için cazibe yaratsa da önümüzdeki yıllarda küresel ekonominin daha yavaş büyüme döngüsüne girme ihtimali bu taraftaki talep beklentilerini ve yatırımları azaltabilecektir. Kaldı ki, Türkiye’nin tasarruf artışı için ihtiyacımız olan cari fazla vermesi ancak mevcut ihracat kompozisyonunu daha yüksek teknoloji yoğun sektörlerle değiştirmesiyle, ara ve yatırım mallarına bağımlılığı azaltmasıyla mümkün olabilecektir.
Arzulanan hızlı büyüme için inşaat sektörü seçildi. Zira kısa sürede birikim sağlanabiliyordu. Ancak bunun iki büyük problemi vardı. Birincisi, verimli tarım alanlarının inşaata açılması, ikincisi de ithalatın güçlenmesiydi.
NE YAPILMALIDIR Bunun sağlanması güçlü kamu harcama/maliye politikasına ve iyi bir makro plana ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca mevcut vergi politikası da değişmelidir. Dolaylı vergilerin payının yüksek olacağı politika uygulamasına ihtiyaç vardır. Ücretleri baskılayıcı, belirsizliği artırıcı politikalar Türkiye’nin istikrarlı büyümesi için engeldir. Yeni, üretken yatırımlar ancak iktisadi güven ortamının sağlanması ve istikrarlı ve güçlü efektif iç taleple birlikte gerçekleşebilir. Bu sayede teknoloji transferi yapabilecek yabancı sermaye de çekilebilecektir. Böyle bir süreç içinde kısa vadeli yabancı sermayeye bağımlılık azaltılmalı, aşamalı biçimde yabancı sermaye çıkışı kontrolüne geçilmelidir. Özetle inşaata dayalı birikim ve büyüme modeline yeni uyum çaresiz bir reçetedir ve bu model tıkanmıştır. Türkiye’nin emekten yana üretimi esas alan yeni bir birikim ve bölüşüm modeline ihtiyacı vardır. Esen kalın.