A. Kürt vatandaşlarımızın seçtiği siyasetçilere yapılan hukuk dışı haksızlıkları eleştirmek.. Örneğin kayyumlar, HDP’ye kapatma davası, Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğuna “olmaz” demek..
HDP ile ülkeyi düze çıkartacak reformları, yeni ve daha kapsayıcı, çoğulcu bir anayasayı, demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarını, hem Türklerin hem Kürtlerin benimseyebileceği bir barışı, herkesi temsil edebilecek bir CB adayını konuşmak mı?
Yoksa..
B. Mesela bir Türk Lirası’nın değerinin aşağı yukarı altı cente (0,06 dolar) düşmesi.. Türkiye’deki özgürlüklere artık dünyada Ermenistan, Gürcistan, El Salvador, Gine, Moritanya, Mozambik, Nijer, Tanzanya, Uganda, Moldova, Kuzey Makedonya, ve Lübnan gibi ülkelerden daha düşük bir özgürlük skoru verilebilmesi.. [1] Kırgızistan, Irak, Fas, Cezayir ve Mali gibi ülkelere benzer skorlarla “özgür olmayan” bir ülke sayılması..
On yılda, haydi diyelim erteledik on beş yılda bir, yönetenleri denetleyememenin sonucu olarak dış borç ve yolsuzluk (yönetenlerin ve çevresinin kamunun parasını cebe indirmesi) krizine engel olamadığımız gerçeği ve kısır döngüsü..
Türkiye’nin 2021 yılında AB’den en çok atık (çöp) alan ülke durumuna düşmesi, (vatan topraklarına) boca ettiği 15,000,000 (15 milyon) ton ithal çöpün, ikinci sıradaki Hindistan’ın altı (6) katı olması..
Kötü yönetim, ekonomik sorunlar, kayırmacılık, eşitsizlik, gelecek endişesi gibi nedenlerle Türk gençlerinin en büyük hayalleri olarak yurt dışına göçü düşünmek zorunda kalması mı?
Bu soruyu bugün Türkiye’de en çok milliyetçilerin düşünmesi gerekiyor. Çünkü milletin en temel çıkarlarını, dirliğini ve bekasını, yani milliyetçilerin en önemli hedeflerini ilgilendiriyor.
Ve bunun tek nedeni pragmatik nedenler değil. Yani seçim aritmetiği ve seçimleri farklı şeklde kazanmak ve sonra bir normalleşme sürecini başarmak için HDP’nin de bu sürecin parçası olması gereği değil. Bu var, ama asıl önemli olanı, muhalefetin Cumhuriyet’i (tam) demokrasiyle taçlandırmak hedefine bu olmadan varılamayacağı.
Yapılacak tercih, büyük ölçüde bir kaç haftadır tartıştığım müspet ve menfi milliyetçilik farkını da yansıtıyor.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki iç ve dış siyasal gelişmeler ve siyasal elitlerin – rejim konsolidasyonu, Kürtler dışındaki önemli kısmı yakın dönem göçmen Müslüman halktan bir ulus inşa etmek, Batı karşısında ekonomik bağımsızlık, hızlı ve laik modernleşme gibi – öncelikleri nedeniyle: cumhuriyet ülküsüne içkin müspet milliyetçilik baskın olamamıştı.[2]
Bu tercihlerin yapıldığı veya yapılmak zorunda kalındığı dönemin üzerinden bir asır geçtikten sonra ise müspet milliyetçiliği seçmek mümkün olabilir mi?
Toplumun özellikle de milliyetçilerin müspet ve menfi milliyetçilik arasında yapacağı tercih, büyük ölçüde önümüzdeki on yıllarda demokratik, müreffeh ve huzurlu bir ülkede mi yoksa otokratik, yoksul ve huzursuz bir toplumda mı yaşayacağımızı belirleyecek.
Tabii şu tür itirazlar gelecektir: “milliyetçiliğin müspeti menfisi, demokratiği otokratiği olmaz, demokrasi ve özgürlük fikrine temelden aykırıdır.” Bunun “dindarlar, laikler veya sosyalistler demokratik olamaz” demekten farkı yok. Ama yine de ciddiye almak gerekiyor çünkü 1990’larda ve 2000’lerde Türkiye’deki AB ile bütünleşme bağlamında liberal demokrasi tartışmalarının baskın fikri buydu. Ben bu düşüncede değilim.
İsterseniz miliyetçiliğin ilerleme ve demokrasiyle ilişkisini tarihsel ve kavramsal olarak kısaca irdeleyelim sonra da yine günümüze ve Türkiye’ye bağlayalım.
Milliyetçilik modern bir olgu
Milliyetçilik ideolojisini benzer dönemlerde gelişmiş sosyalizm, muhafazakârlık ve liberalizm düşüncelerinden ve 18. Yüzyıl sonrası hız kazanan modernleşme ve imparatorluklardan (ve sonraları sömürge yönetimlerinden) ulus-devletlere geçiş süreçlerinden ayırmak mümkün değil. Ulus ve ulus-devlet inşası ve savunusunun ideolojisi.
Milliyetçiliğe yüklenen bir çok eleştiri de aslında ulus-devlet ve modernleşme dediğimiz olguların yanlış ve eksiklerine olan (çoğu da haklı) tepkilerden kaynaklanıyor.
Tıpkı sosyalizm gibi milliyetçiliğin de demokrasiyle evlilik yapıp yapamayacağı sorusu tartışılmıştır. Sadece faşist örneklere bakarsak, bu soruya olumsuz yanıt vermek mümkün. Ama bu yargı bakılan örneklerde seçicilikten kaynaklanıyor.Tıpkı sosyalizm, muhafazakârlık ve liberalizm için olduğu gibi milliyetçiliğin de demokrasiyle evlilik yapıp yapamayacağı sorusu başından beri tartışılmış. Sadece faşist ülkelere ve otoriter örneklere bakarsak eğer, bu soruya olumsuz yanıt vermek mümkün. Ama bu yargı metodolojik olarak yanlış bir yola çıkıştan, bakılan örneklerde seçicilikten kaynaklanıyor. Sadece ABD ve Fransa gibi Batı demokrasileri değil, Gana’dan Japonya’ya başka özgürlükçü demokrasilerde “milliyetçilik yok yurtseverlik var” gibi absürt ve savunulması zor bir varsayım yapmayı gerektiriyor.[3] Peki özellikle muhafazakârlık ve tutuculukla ortaklaştığında tabii çok otoriter bir potansiyeli de olan milliyetçilikler, ne zaman demokrasiyle bağdaşıyor? MİLLİYETÇİLİĞİN DEMOKRASİYLE JANUS-YÜZLÜ (ZITLIKLAR İÇEREN) İLİŞKİSİ Eğer demokrasi en basit tanımıyla halk idaresiyse, yani yönetenlerin yönetme yetkisinin halktan kaynaklandığı bir yönetimse, bu tanım doğrudan iki soru ortaya çıkarıyor.
1. Birincisi egemenliğe sahip “halkın kimlerden oluştuğu”. Bir dünya demokrasisi olmadığı sürece ve üyeleri sürekli değişen ve genişleyen bir demokrasi istikrarlı olamayacağına göre, kimler egemenliğin parçası olacak (oy verme, seçilme ve diğer vatandaşlık haklarına) sahip olacaktır ve hangi kritere göre? Bu soru yanıtlanamazsa demokrasi çatışmalar içinde boğulur.
2. İkincisi, iktidarın/devletin meşruiyet kaynağının neden (bir hanedan, Tanrı, gelenek, veya başka bir kaynak değil de) halk olması gerektiği sorusudur. Bu soru yanıtlanamazsa demokrasinin meşruiyeti alternatif rejimlere göre zayıf kalır.
Milliyetçiliğin demokrasiyle olumlu katkısı tam da buradan çıkar. Milliyetçilik bir “halk” tanımı yapar. Halk, belli bir standarda göre tanımlanan ve bir araya gelmiş millet’tir.[4] Yani yukarıdaki birinci soruyu, bir İtalyan, Macar, Hintli, Kanadalı, Tunuslu, veya Japon tanımı yaparak yanıtlar. Halkın sınırları sorusu kısmen ortadan kalkar.
İkinci soruyu da milliyetçilik, bir “halk”ın millet olmasından kaynaklanan hak ve çıkarlarına dayandırır. Bir “millet” kendi kendini yönetmelidir. “Neden egemenlik halkın olsun” sorusu da bu şekilde ortadan kalkar.
Demokrasiye olumsuz etkisiyse her milliyetçiliğin bu iki yanıtın altını nasıl doldurduğunda yatıyor. Aynı içerik büyük ölçüde müspet ve menfi milliyetçilik ayrımını da belirliyor.
Müspet milliyetçilik “millet kimlerden oluşuyor” sorusuna “birleştirici” ve “kapsayıcı” bir yanıt üretmeye çalışır. Birbirini aynı halkın parçası görmeyen gruplara farklılıklarını reddetmeden ortak bir kimlik ve payda vermeye odaklanır.Müspet milliyetçilik birinci soruya (millet kimlerden oluşuyor?) tarihsel koşulların elverdiği ölçüde “birleştirici” ve “kapsayıcı” bir yanıt üretmeye çalışır. Birbirini aynı halkın parçası görmeyen gruplara farklılıklarını reddetmeden ortak bir kimlik ve payda vererek bir halk inşa etmeye odaklanır. Menfi milliyetçiliğin odağı ise daha çok dışlamak ve ayırmaktır. Zaten var olan bir halka ve kimliğe dayandığını iddia ederek o halkın ve kimliğin dışında kalanları dışarıda bırakmaya çalışır. Birçok milliyetçilik gibi Cumhuriyetin temelindeki Türk milliyetçiliği de hem birleştirici hem de dışlayıcı özellikler taşır. Bir yandan, Anadolu’nun farklı yörelerinde birbirinden habersiz yaşayanların yanı sıra büyük ölçüde göçmen (Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu kökenli) ve önemli bölümü farklı anadiller konuşan Müslüman bir nüfustan ortak bir kimliğe ve ulus bilincine sahip bir millet yaratmaya çalışmıştır. Bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Öte yandan da bu milliyetçilik projesi inşa ettiği kimlikler ve tarih anlayışıyla, değişen oranlarda Kürtleri, Alevileri, Çerkezleri, kadınları, kendi kimlik ve tercihleriyle makbul kabul etmemiş ve dışlamıştır. Eşit saygınlıkta vatandaşlardan oluşan bir halk tanımlayabildiği ölçüde müspet milliyetçilik ortaya çıkar ve demokrasi olasılığı artar. “Makbul olan olmayan” ayrımı yaptığı veya birilerini tamamen dışarıda bıraktığı ölçüdeyse menfi ve tutucu milliyetçilik gelişir ve demokrasi eksiği derinleşir. Dolayısıyla müspet milliyetçilik için dinamik ve geleceğe yönelik bir kimlik tanımı önemli. Çünkü özellikle demokratik bir toplumda zaman içinde yeni gruplar ve kimlikler eşitlik talep edeceklerdir. Ortak kimliğin bunları karşılayabilmesi gerekir. Bu nedenle müspet miliyetçilik için milletin sınırlarını belirleyen standartlar vatandaşlık, toprak (ikâmet), ortak siyasal ülkü (örneğin bizde çağdaşlaşma böyle bir ülküdür, belki 2023’de “tam demokrasi” de bunun parçası olur), duygusal bağ ve kamu yararı gibi dinamik kriterlerdir. Bu da farklı kimlik ve koşullardan vatandaşların hem baştan hem de zaman içinde kapsanmasını mümkün kılar. Zamanla değişen demografik, ideolojik ve siyasal koşullara uyumu mümkün kılar ve demokrasiyi kolaylaştırır. Bu kriterler arasında bizim gibi imparatorluk sonrası/ardılı milletler için önemli biri de devlet aidiyeti. Hatta bu bu tür müspet milliyetçiliklere ulus-devlet değil de devlet-ulus[5] denilebiliyor ve Türkiye’de Milli Mücadele döneminde şekillenen (ama Cumhuriyet’in kuruluşu sonrası kısmen uzaklaşılan) milliyetçilik de bu devlet-ulus milliyetçiliği tanımına uyuyor.[6] Menfi milliyetçilik ise etnisite, din, mezhep, tarihin belli bir yorumu ve siyasal ideoloji gibi mutaka birilerini dışlamak zorunda kalacak ve zamana uyum sağlamakta zorlanacak statik kriterlere dayanır. İkinci soruya (yönetme hakkının kaynağı neden halk olmalı?) verilen yanıt da son derece önemlidir. Bu sorunun yanıtı kamu yararı (milletin yararı) gibi somut ve ölçülebilen bir kriter olduğu sürece demokrasi daha olası hâle gelir.[7] Çünkü o zaman kamunun yani milletin yararını ortaya çıkaracak, gözetecek ve denetleyecek (parlamentodan seçimlere, Anayasa Mahkemesi’ne, özerk Merkez Bankası’na ve Sayıştay’a) kurumların ve mekanizmaların gereği ortaya çıkar ve milletin egemenliği bunlar aracılığıyla kullanılan bir hak olarak anlaşılır. Eğer verilen yanıt kimlik, tarihin belli bir yorumu, din gibi soyut kavramlar ise, o zaman bu tür demokratik kurum ve mekanizmalara gerek olmayabilir. Millet egemenliği millet adına hareket etme iddiasında olan otoriter bir yönetim ile de tecelli edebilir, veya ettiği iddia edilebilir. Örneğin milleti temsil ettiğini veya milletten sınırsız yetki aldığını iddia eden bir kişi, aile, veya parti eliyle. Milliyetçilik bu durumda muhafazakârlık ve tutuculuk kadar, kısmen sanal bir elitler grubunun karşısına halkı çıkararak siyaset yapan popülist otoriterlikle ortaklık kurmaya eğilimli olur. TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ Dünyada belirsizliklerin, güvenlik kaygılarının (sadece askeri değil enerji, iklim, gıda, ekonomi vb) ve milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemdeyiz. Türkiye’nin geleceğini 6’lı Masa’yı oluşturan partilerin ve HDP’nin geçmişe bakan ve dar görüşlü değil geleceğe bakan ve müspet bir milliyetçiliği tercih etmeleri belirleyebilir. --- [1] https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores. Bu skorlar ve skorlama metodolojileri elbette eleştirilebilir ve çok fazla güvenilmemeli. Ama bütün farklı değerlendirmeler benzer düşüşlere işaret ediyorsa demek ki orada ölçenden çok ölçülenin bir sorunu söz konusudur. Gerçek dost yalan değil acı söyleyendir. [2] Somer, Murat. Return to Point Zero: The Turkish-Kurdish Question and How Politics and Ideas (Re-)Make Empires, Nations and States (New York: SUNY Press, 2022) Somer, Murat. Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi (Istanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2015; 2. Baskı, 2016). [3] Billig, Michael. Banal Nationalism. London: Sage, 1995. [4] Miller, David. On Nationality. Oxford: Clarendon Press, 1995. [5] Stepan, Alfred, Juan J. Linz ve Yogendra Yadav, Crafting State Nations: India and Other Multinational Democracies (Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 2011). [6] Somer, Murat. Return to Point Zero: The Turkish-Kurdish Question and How Politics and Ideas (Re-)Make Empires, Nations and States (New York: SUNY Press, 2022). [7] Tamir, Yael. Liberal Nationalism. Princeton: Princeton University Press, 1993.