Bu dönüşümü sağlamanın tek bir taşla mümkün olmayacağını görüyorum, o nedenle hep birlikte bu suya taş atabilirsek bu farkındalığı da birlikte sağlayabiliriz. Süregiden sistemi birlikte değiştirebiliriz. Tarihine 2023 Haziran deniliyor ancak seçim tarihine 1 seneden fazla zaman olduğu halde ülkeyi kapsayan seçim atmosferini hissetmeyen kalmamıştır.  Millet ittifakı partileri ülkenin durdurulamaz ekonomik gidişine ve vatandaşın kaderine terk edilişine tepki olarak “çözüm erken seçim” çağrılarını uzunca süredir yapıyorlar. İktidar her ne kadar seçim yok dese de seçim hazırlığına başlandığı görülüyor. Medyayı zapturapt altına alma arzuları da, hukuksuz mahkeme kararları ile toplumda korku iklimini hâkim kılma arzuları da, geçici sığınmacılara yönelik politikalarda nabza göre şerbet vermeleri de seçim atmosferinin bir etkisi olarak siyasete yansıyor. İktidarın işinin kolay olmayacağını söylemek zor değil, dile kolay 20 senedir gücü elinde bulunduran kesimin azımsanmayacak bir süre muktedir olup, ülkeyi ekonomik ve sosyal bir iflasa sürüklemesinin izahı giderek zorlaşıyor. Hak ve özgürlüklerden yana olma iddiası ile iktidara gelen ve hatta yola çıktığı siyasi geleneği “daha fazla demokrasi (!)” uğruna terk ederek AKP’yi kuran Erdoğan’ın yıllar içinde yaşadığı dönüşüm başka bir yazımın konusu olsun.  “Muhafazakâr demokrat” olarak yola çıkan, günümüzde topluma yasakları dayatmaları, adaletin terazisini bozmaları ile eş görülen iktidarın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın görünürlük açısından “milliyetçi muhafazakâr” a dönüştüğü bir dönemdeyiz. 20 sene öncesinin Türkiye’sinde eleştirip karşı durduklarını 2022 Türkiye’sinde topluma ve kendi partilerine bile dayatmıyorlar mı sizce de? AKP’nin seçmene anlatacağı hikâyelere geldiğimizde; yıllar boyu seçimlerde 2023 atıfları yapıldı çünkü vadesine çokça zaman olan 2023 hikâyeleri üzerinden Türkiye hayali kurmak kolaydı onlar için. 2023’te Ay’a gideceğimizin manşetleri atılmadı mı bu ülkede? Ekonomide şahlanacağız denilmedi mi? Hukuk reformu ile gökteki yıldızlara erişeceğimiz söylenmedi mi? Başkanlık sistemine geçelim dünyaya örnek olacağız, istikrarı sağlayacağız denilmedi mi? 2023 tarihi yaklaştıkça hedeflerin vadesini 2071 gibi olabildiğince uzak tarihlere ertelediler. Neden? Çünkü ütopik vaatleri gerçekleştiremeyeceklerini onlar da biliyorlar. Çünkü kendilerinin dahi inanmadığı vaatleri gerçekleştirecek ne zamanları var ne de kadroları. 2023’te ekonomimiz şahlanacak denilirken aynı masal şimdilerde 2023’ten sonra ilk 10 ekonomiye gireceğimiz şeklinde revize edildi. Artık övünecek bir hikâyeleri kalmadı, bugüne dair umut vermenin gerçekçi olmayacağını fark ettikleri için uzun vadeli hikâyeleri tekrardan dinlemeye başladık. Beka, güvenlik politikaları, dış güçler ve benzeri tüm söylemler… Seçmene hesap vermemek adına işlerin sorumlusu olarak muhatap gösterilebilecek tüm özneler ve tüm bahaneler tüketildi. Özellikle ekonominin herkesin canını derinden yaktığı günlerde, güvenlik politikası üzerinden türeyen söylemlerin toplumun karnını doyurmayacağı bir gerçek. Önümüzdeki seçimler Türkiye için birçok açıdan belirleyici olacak. AKP’nin kaybetmesi halinde bir devrin kapandığı, topluma olağanüstü hâl döneminde bir şekilde dayattıkları Türk tipi başkanlık sisteminin tıkandığı, bu tıkanıklığa iktidarın çözüm üretemediğinin tescili olacak, diğer yandan toplum hukuksuzluklara, keyfiyete, bunca yoksulluk varken sarayda lüks içinde yaşayan bir anlayışa da dur diyecek. AKP’nin ve tek adamın sınırsız yetkileri ile kaybetmemesi ihtimali benim şimdilik distopik senaryom olarak kalsın. 2023 seçimleri iyilik ve kötülüğün, gerçek ile yalanın, çare arayan ile sorumluluktan kaçanın seçimi olacak. İyilik ve kötülük tanımlaması lütfen kimseyi rahatsız etmesin.
İktidar ve yandaşlarının yıllardan beri muhalefeti ve liderini zayıf gösterme arzusuyla temcit pilavı gibi “başarısızlık” algısının yeniden hâkim kılınmak isteniyor. Oysa muhalefet lideri sabırla ve ilmek ilmek bir süreç inşa etti.
Toplumu açlığa, işsizliğe, geleceksizliğe, mutsuzluğa mahkûm ediyor olmak; çözüm üreten kesimi ısrarla ötekileştirmek kötülük değil de nedir? Hukuku araçsallaştırıp, muhaliflerine yargı kararları ile gözdağı vermek, siyaset dışında bırakmak, temek hak ve özgürlükleri yok etmek, yargıyı adeta bir sopa gibi kullanmak kötülük değil de nedir? Kurumları ve kavramları itibarsızlaştıran bu sistemde, yolsuzluk iddialarının ve suç örgütleri ile yan yana gelen isimlerinin soruşturulmuyor olması kötülük değil de nedir? Dış politikanın diplomasiden uzaklaşarak, kişisel dostluk ya da kişisel düşmanlık üzerinden günlük olarak değişiyor olması kötülük değil de nedir? Kamu kaynaklarını hesap vermeksizin harcamak, bacası tüten fabrikaları bir bir satmak, sadece beton siyaseti ile övünmek kötülük değil de nedir? İşte iyilik ve kötülüğün sandıkta kıyaslanacağı bu dönemde tercihler de ülke kaderini belirliyor olacak. “Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezer… Buradaki taş yığınını? Ey insanoğlu. Bunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnız, bir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulur ve ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği erinç, ne de kuru taş su sesi verir.” diyor şair. Suya atılan taşlar ses versin diye bir çaba bendeki. Bu bozuk gidişattan çıkabilmek adına doğru tartışma konusuna odaklanabilmek için kaleme alıyorum yazımı. Suya attığım taş bugün içinde bulunduğumuz gerçeği birden değiştirmese bile suyun durgunluğunu şu an için bozsun isterim. Bu dönüşümü sağlamanın tek bir taşla mümkün olmayacağını görüyorum, o nedenle hep birlikte bu suya taş atabilirsek bu farkındalığı da birlikte sağlayabiliriz. Süregiden sistemi birlikte değiştirebiliriz. Bu inanç ile suya taşımı atıyorum belki bir hare ya da ses verir diye. Böylece esas tartışmamız gereken noktaya yani adaylık ölçütlerini belirleme aşamasına gelebiliriz diye. Aday kim olacak tartışması üzerinden uzunca süredir isimleri değerlendiriyor olsak da esas olanın ilkelerin belirlenmesi ve siyasi partilerin bu ilkeler çerçevesinde pozisyon alması gerektiğini uzunca zamandır savunuyorum. Öyle bir seçim yaşayacağız ki, bu seçim sadece yönetilemeyen bir sürece dur demek olmayacak, beraberinde sistem değişimini, ülkede yok edilen ve geriye sadece adı kalan demokrasinin yeniden inşası olacak. Muhalefetin adayı kim olacak tartışmasında öne çıkan tüm isimleri ısrarla eleştiren bir kesim gördükçe kaygılanıyorum. Bu eleştirilerin kötü niyetle yapıldığını düşünmüyorum ama ölçütlerde uzlaşılan bir zeminde muhalefetin adayı kim olursa olsun desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü gücü kötüye kullanmayacak, liyakati esas alacak, topluma nefes aldıracak, önceliği koltuğu değil vatanı olacak, zorbalığa eğilimi olmayacak bir liderin yöneteceği Türkiye’ye hasretiz.
Aday kim olacak tartışması üzerinden uzunca süredir isimleri değerlendiriyor olsak da esas olanın ilkelerin belirlenmesi ve siyasi partilerin bu ilkeler çerçevesinde pozisyon alması gerektiğini uzunca zamandır savunuyorum.
Seçimlere ve muhtemel adaylara döndüğümüzde; Tüm partiler anket yaptırıyor ve yaptırmaya da devam edecekler. Gelen sonuçlara göre seçim stratejilerini netleştirecekler. İttifakın adayı bu analizlerin ardından belirlenecek. Muhalefet cephesinde Cumhurbaşkanı adayı olarak adı geçen her isim bu ülkenin bir değeri, iddia sahibi olan siyasiler. Birini öne çıkarırken diğerini değersizleştirmek muhtemel adaylara ve sürece zarar verir. O nedenle önceliğimiz ilkeler olmalı. Biz öncelikle ilkelere oy vereceğiz. Başka türlü bu garabet düzenden kurtulmak mümkün değil. Muhtemel aday isimleri konuşulurken merkez medyanın en çok tartıştığı isme dikkat çekmek istiyorum; Kemal Kılıçdaroğlu. Muhalefet liderinin tarihe geçen bütçe konuşmasının ardından “Kılıçdaroğlu aday mı?” sorusu daha çok sorgulanır oldu. Ardından toplumsal barışın inşası için çıktığı helalleşme yolculuğu ve ülkede derinleşen sorunlara gözünü kapatan kurumlara yaptığı dikkat çeken ziyaretleri, iktidarı sorumluluk almaya sevk eden adımları ve “biz kazanacağız ve ben hiç değişmeyeceğim.” mesajları aslında toplumun bu adımları  “Cumhurbaşkanlığı adaylığı” sinyali olarak okumasını haklı çıkarır oldu. Süreç ne getirir bilemiyorum ancak Kılıçdaroğlu’nun adı geçtiği gibi birtakım siyasi ezberlerle kendisini haksız yere eleştirenlere birtakım hatırlatmalar yapmak istiyorum. İktidar ve yandaşlarının yıllardan beri muhalefeti ve liderini zayıf gösterme arzusuyla temcit pilavı gibi “başarısızlık” algısının yeniden hâkim kılınmak istendiğini seziyorum. Oysa muhalefet lideri sabırla ve ilmek ilmek bir süreç inşa etti; 15 milletvekilini İyi Parti’ye grup kurması için göndererek mecliste daha demokratik ve çok sesli bir yasama organı oluşmasını önceledi. Benzer fedakârlığı Saadet Partisi’nin mecliste temsil edilmesi için de yaptı. 2019 yerel seçimlerinde “yenilmez” görülen AKP imajını yerle bir etti. Yine eleştirdiğiniz bu lider, birbirinden farklı düşünen ve senelerdir aynı masa etrafında oturması imkânsız görünen isimlerin bir araya gelmesinde büyük bir sorumluluk üstlendi, aslında tüm bu adımlarını izlediğimizde sadece CHP’ye değil, muhalefete de liderlik eden bir kapsayıcılığı yakaladı. Ülke karanlığa sürüklenmesin diye atılan bu adımların görmezden gelinmemesi gerekir. Bu siyasi adımlar ve bilinçli adımlar dikkate alındığında dahi Cumhurbaşkanlığı’nı en çok hak eden isim de Kemal Kılıçdaroğlu olarak karşımıza çıkıyor. Yine de son kararı 6’lı masa uzlaşı ile verecektir. O zamana kadar biz nasıl bir Cumhurbaşkanı istediğimizi tahayyül edelim. Nasıl bir aday profili hayal ediyorum? Memleketin başında güveneceğim ve sözünden şüphe etmeyeceğim bir lider istiyorum. Çalışkan, erdemli, yolsuzlukla adı anılmamış ve anılmayacağına inandığım bir lider istiyorum. Halk için çalışan, kendini değil, vatanı önceleyen bir lider istiyorum. Kamu kaynaklarını israf için değil, toplum için değerlendiren bir lider istiyorum. Hiçbir yakınına torpil yapmayacağına emin olduğum, toplumu ikna eden ve kucaklayan bir lider istiyorum. Peki ya siz, nasıl bir lider istiyorsunuz?