Artık muhalefetin elinde kalan son silah bu iktidarın karşısına konulacak sandık olacak. İktidarı bir an evvel erken seçime zorlamak da muhalefet partilerinin görevi olacak. Erdoğan yönetimi artık sorunları çözmeye çalışmak yerine o sorunların algılanma şeklini idare etmeye ve nasıl konuşulacağının sınırlarını belirlemeye odaklanıyor. Örneğin, geçtiğimiz hafta içinde TÜİK’in yıllık enflasyonu yüzde 21 olarak açıklaması hiçbir bağımsız iktisatçıyı tatmin etmedi. Kur krizinin tetiklediği yüksek enflasyonu düşürmekte yetersiz kalan iktidar, siyaseten kontrol ettiği TÜİK aracılığıyla enflasyon oranını düşük göstererek ülkedeki iktisadi krizi olduğundan daha hafif olarak yansıtmaya çalışıyor. Yaratılan bu algının yetersiz kaldığı durumlarda bir taraftan dış güçler veya ekonomik aktörleri suçlarken, öte yandan konunun gündeme gelmesini ve muhalefet tarafından tartışılmasını engelliyor. Günümüz Türkiye siyasetinde artık neredeyse her konu milli güvenlik alanına sıkıştırılarak eleştiriden muaf hale getirildi. Örneğin, bölgesinde yalnızlaşan ve ciddi güvenlik sorunlarıyla boğuşan hükümetin son MGK toplantısında ana gündem konularından bir tanesi ekonomiydi. HESAP VERMEME HALI Giderek ağırlaşan ekonomik tablo nedeniyle Erdoğan yönetimi muhalefet karşısında sertleşiyor. Yaklaşık 10 gün önce MHP Ankara İl Başkanı'nın yönlendirmesiyle bir grup ülkücü Alparslan Türkeş Vakfı'nın düzenlediği Türkeş anmasını basarak MHP'ye muhalif Türk milliyetçisi grupla kavga etti. Bir haftadan fazla süre geçmesine karşın olayın failleri hakkında soruşturma bile açılmadı. Bu hesap vermeme durumu iktidar ortakları tarafından artık neredeyse kanıksanmış durumda. Geçtiğimiz hafta grup toplantısı sonrasında basın mensuplarıyla bir araya gelen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkeş anmasıyla ilgili gördüğü Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ı üstü kapalı tehdit etmekten çekinmedi. Artık iktidar temsilcileri muhalefet partilerine hesap vermemenin ötesine geçerek, onları kendilerine muhatap bile kabul etmeme noktasına geldiler. Bu hafta içinde TÜİK'i ziyaret etmek isteyen Kılıçdaroğlu'na randevu verilmemesi ve hatta kurumun kapılarının CHP heyetine kapatılması bu muhatapsızlık durumunun çarpıcı bir örneğiydi. Dün akşam Kılıçdaroğlu'nun yaptığı 2022 bütçe konuşmasında gündeme getirdiği eleştirilerin hiçbirisine cevap veremeyen iktidar partisi vekilleri Genel Kurul'da söz atarak ve kavga çıkararak konuyu geçiştirmeye çalıştılar. ERDOĞAN DIŞINDA MUHATAP BULUNAMAYAN REJIM Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bütün gücü tek adam rejimi olarak Erdoğan'ın elinde toplamakla kalmıyor, aynı zamanda onun muhalefet karşısında sorumsuz bir şekilde hareket etmesine de imkan sağlıyor. Kamu görevlileri, bakanlar ve milletvekilleri de kendilerini sadece Erdoğan'a karşı sorumlu hissettikleri için Erdoğan'ın desteği devam ettiği sürece muhalefeti muhatap olarak bile kabul etmiyor. Kılıçdaroğlu'nun TÜİK ziyareti böyle bir sistemde muhalefet hesap sormaya başladığında Erdoğan dışında kalan rejim aktörlerinin kapalı kapılar ardında saklanmaktan başka çareleri kalmadığını da gösterdi. Daha önce Merkez Bankası ve Türk Hava Kurumu'nu ziyaret eden Kılıçdaroğlu, bu kurumlardaki sorumlularla en azından görüşebilmişti. Yaşanan ağır ekonomik tabloda artık buna bile imkan kalmadı. Aldığı kararların sorumluluğunu üstlenmeyen ve haalkta yarattığı etkileri farketmeyen bir rejimle karşı karşıyayız. Ne yazık ki, yaşanan bu tablo Türkiye'de uzun süredir devam eden rekabetçi otoriter rejimin artık giderek seçmen bağının zayıflaması ve siyasi gücün tek bir kişinin elinde toplanmasının sonucu gerçekleşiyor. Seçimlerin düzenli yapılıyor olması Türkiye'yi demokratik olarak nitelendirmek için yeterli değil. Çünkü Türkiye'de artık serbest ve adil koşullarda seçim yapılması ve siyasi aktörlerin birbirleriyle aynı zeminde rekabet edebilmesi mümkün değil. Devlet kurumlarını partizan şekilde kontrol eden iktidar, kamu kaynaklarını partizan şekilde kendi destekçilerine dağıtıyor. Dolayısıyla aldığı siyasi ve iktisadi kararlar kendi destekçilerini zenginleştirmek üzerine kurulu. Bu nedenle kamu kurumları, kamunun çıkarlarını gözetmek yerine ancak bu partizan programı takip ediyorlar. REKABETÇİ OTORİTER REJİMDE İKTİDARIN ŞAHSİLEŞMESİ Rejimin rekabetçi otoriter karakteri aslında en azından 2015 yılına kadar götürülebilir. Fakat Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle birlikte bu rejimin tek ve tartışmasız lideri Erdoğan haline geldiği için bu partizan kurumlar da artık sadece ona bağlı olarak çalışıyor. Önceki senelerde rejimin hala seçim kazanma kaygısı ön planda olduğu için en azından seçmenlere yönelik bazı hesap verebilme mekanizmaları vardı. Bu mekanizmalar bir taraftan Meclis'i, öte yandan partiler arası rekabeti önemli halde tutuyordu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi altında bu mekanizmaların hepsi çökmüş haldeler. Bu rejimde iktidarda kalmanın yolu seçmenlere hesap vermek yerine milli güvenlik vurgusu üzerinden eleştiri sınırlarını giderek daraltmaktan ve iktidar partisi ve kamu kurumlarını Erdoğan'ın güdümüne sokmaktan geçiyor. Bu duruma karşı sivil toplumun verdiği tepkiyi de Erdoğan yönetimi arkasına aldığı emniyet güçleri, politize olan yargı veya ortağı olan MHP'nin şiddete yatkın tabanı aracılığıyla bastırmaya hazır. Artık muhalefetin elinde kalan son silah bu iktidarın karşısına konulacak sandık olacak. İktidarı bir an evvel erken seçime zorlamak da muhalefet partilerinin görevi olacak.