Altaylı’nın yazısından hareketle yazdığım eğer Davutoğlu ve Babacan tabanı ikna edebilirse, Kılıçdaroğlu pekâlâ Millet İttifakı’nın ortak adayı olabilir, yazıma çok sevdiğim bir siyaset bilimi profesörü arkadaşımdan eleştiri geldi. Fatih Altaylı’nın yazısından  hareketle yazdığım “eğer Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan tabanı ikna edebilirse, Kemal Kılıçdaroğlu pekâlâ Millet İttifakı’nın ortak adayı olabilir,” yazıma çok sevdiğim bir siyaset bilimi profesörü arkadaşımdan eleştiri geldi. Eğer bu yolda gidersek benim Fatih Altaylı’ya bir takım  elbise kaybedeceğimi, bu esnada da Türkiye’nin dönüşü olmayan bir yola savrulacağını söyledi. Bir kere, hiçbir şekilde “koşullu” bir önermeyle aday seçilmemesi gerektiğini vurgularken, “eğer şöyle olursa olabilir,” demenin büyük bir risk içerdiğinin de altını çizdi. Diyor ki, “özellikle İç Anadolu seçmeninin tevarüs ettiği ‘CHP zihniyetine’ oy vermesi şu anki koşullarda çok güç bir ihtimal, seçimi riske atabileceğimiz günlerde değiliz, doğru aday Ekrem İmamoğlu’dur.” O yazıda “Nass” ve Hayrettin Karaman’ın “Aleviden kız alınmaz” sözlerinin “seçim atmosferini Sünnileştirme” çabası olarak düşündüğümü yazmıştım. Benim iddiam, misal Ahmet Davutoğlu’nu çok seven Konya’daki seçmene bizzat Davutoğlu’nun “Gelecek Partisi’nin iktidara gelebilmesi için” bu seçimde Kılıçdaroğlu’na -veya benzeri bir adaya- oy vermeye ikna edebileceğiydi. Endişeli muhafazakârların özellikle bu üç ismi -Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu- iktidarın- ittifakın- bir parçası görmelerinin endişelerin giderilmesinde yardımcı olacağını varsaymıştım. Kazanımların yitirilmeyeceğinin en büyük garantisi bizzat dindarlıkları su götürmez bu isimlerin iktidarda yer almasıydı. Dolayısıyla, “Müslümanların” iktidarı yaklaşık çeyrek asır sonra CHP’lilere değil, her kesimden insanın yer aldığı ittifaka geçecek. Ben bu yumuşak geçişin için muhafazakâr kesimin ikna edilebileceğini düşünüyorum. DEVA’nın ve Gelecek’in ulaştığı partili üye sayısı da bu hesabımda önemli bir yer tutuyor. Fakat arkadaşım bunun büyük risk içerdiğini ve bütün sorunlara rağmen İç Anadolu’nun “gene de CHP gelmesin” diyebileceğini öngördüğünü söyledi. Aynı koşullu önermenin Mansur Yavaş’ın adaylığı için geçerli olduğunu, Kürtlerin sandığa gitmeme ihtimalinin de aynı ölçüde risk içerdiğini söylerken gene de Kürtlerin daha örgütlü olduğunu ve bir parti kararı alınırsa uyabileceklerini ifade etti. Yazıda ben de Ekrem İmamoğlu’nun şu anki ortamda en yüksek oyu alacak siyasetçi olduğunu iddia etmiş, hangi seçime girse kazanır demiştim. Ama bu seçimde “yapmaması, yetkilerini devretmesi” üzerine birini seçeceğimiz için şartların ona uymayabileceğini söylediğimde de şöyle cevap verdi: “O zaman şartlar Ekrem İmamoğlu’na göre yeniden oluşturulur, diğer bütün tercihler risk barındırıyor, akla ve şartlara en uygun olan bu.” Çok değil, birkaç sene öncesine kadar bence en iyi aday mevki görmüş ve geçirmişliği ve her kesimden oy alabilme potansiyeli en yüksek isim olduğu için Abdullah Gül’dü. Gül’ün olası adaylığını da konuştuk. Hem fikir olduğum yanıtını da yazayım: “Susarak siyaset yapılmaz, sustuğu için kaybetti o fırsatları,” dedi, “kaçtı o tren.” Ben hâlâ Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına “koşullu” desteğimi sürdürüyorum. Konya, Sivas, Siirt, Erzurum, Diyarbakır… Altı liderin bir araya gelerek yarattıkları sinerjinin halka geçirilebileceğini düşünüyorum. Ama arkadaşımın endişelerini de çok önemli bulduğum için bugün köşeyi ona ayırmak istedim. Riske hiç yer olmayan bir seçim bu.