Siyaset, aklın hakimiyet sahasının dışında gerçekleşemez. Gerçekleştirmeye kalktığınızda bazı şeyler eksik olacaktır. Bunun böyle olduğunu ancak hayatın dinamikleri içerisinde sınayabilirsiniz. Esasen yazının başlığını Solun Duygusallıkla Sınavı olarak belirlemiştim. Bunun en önemli sebebi hayli uzunca süredir –belki de iktidar deneyiminden uzak kalınan dönemin uzunluğundan kaynaklı- genişçe bir sol kitlenin ajite bir üslubun esiri olmasıdır. Üslup dememin en önemli gerekçesi ise bu halin bir süre sonra her davranışa sirayet eder hale gelmesidir. Belki toplumsal yapımızdan belki sosyolojimizden belki de ‘gelişmekte oluşumuzdan’ kaynaklanan sebeplerle neyi nerde yapacağımızı pek beceremiyoruz. Kavramları, olguları, düşünceleri ve hatta kelimeleri birbiri ile bilinçsiz bir karmaşaya mecbur kılıyoruz. Akıl ile yapılması gereken işleri duygu ile yapıyoruz yahut tam tersi. Siyaset birkaç nedenle akıl işidir. İlkin siyaset, çıkarların konuştuğu bir saha olarak akli hamleleri içermek zarureti taşır. Oyunu kurallarıyla oynamazsanız minderin dışına itilirsiniz. O yüzden mantık ve rasyonalite siyasetin mütemmim cüzüdür. İkinci olarak siyaseti kamuyu yönetme edimi şeklinde düşündüğümüzde, bir toplumun tüm ihtiyaçlarının gözetilerek gerçekleşecek her fiil aklı ve aklın mutlak hegemonyasını gerektirecektir. Dolayısıyla siyaset, aklın hakimiyet sahasının dışında gerçekleşemez. Gerçekleştirmeye kalktığınızda bazı şeyler eksik olacaktır. Bunun böyle olduğunu ancak hayatın dinamikleri içerisinde sınayabilirsiniz. Siyasetin akıl ile yapılması bahsinde dikkat çekmemiz gereken bir husus daha var. Şair Terentius’un bir sözü vardır: “İnsanım, insancıl olan hiçbir şey bana yabancı olamaz.” Evet, insanın insanla ve insan için yaptıklarının insana ait olan birçok hissi içinde barındırması gayet doğaldır. Ama oyundan maksat ütmekse taşları yerli yerine koymakta fayda var. İktidar perspektifi, sol-sosyalist literatürün en azından pratikte unuttuğu ve sol öznelerin ise görünüşte çoktan vazgeçtiği bir kavramdır. Zira iktidar olabilmek için, iktidar gibi düşünmek gerekir. İktidar yolunun köşe taşları sanki hali hazırda iktidarmışsınız gibi özenle planlanır. Bu durum kimi zaman evdeki hesabın çarşıya uymadığı tablolar ortaya çıkartır. Hatta kendinizi hiç istemediğimiz süreçlerin parçası olarak bulabilirsiniz. Bundan korkarak, sakınarak bazı hamleleri yapmazsanız moda tabirle adaya veda edersiniz. 12 Eylül darbesinin bilhassa sol siyasetin arabesk bir ruh haline bürünmesinde büyük bir payı vardır. Bu ruh hali hüsranın yanı sıra umutsuzluğu da perçinler. Sistemin devrimcilere, solculara, Atatürkçülere uyguladığı mezalimi başka hiçbir siyasal kesime uygulamadığı ortadadır. Ama bunun bir mücadele olduğunun ayırdına varmazsak yol alamayız. Sonuç olarak sola karşı konumlanmak kapitalizmin ve egemen güçlerin kendilerini korumak güdüsünün doğal sonucudur. O halde bu hissin muhatabı olan sol siyasetin de bu duruma karşı, kabullenişin dışında yeni bir siyaset etme biçimi geliştirmesi gereklidir. Tam da burada hakkı verilmesi gereken bir özne ortaya çıkıyor. Türkiye’nin tüm eleştirilere rağmen sol ve kitle partisi olan CHP uzun bir sürenin ardından sıra dışı, ezberleri bozan, iktidar bakış açısı ortaya koyan ve öngörülmesi zor bir politik hattı inşa ediyor. Kurulan ortaklıklar alışılmışın dışında olduğu kadar toplumun gerçek ihtiyaçlarına da karşılık verir bir şekil alıyor. İşte tam da burada anıların, Türkiye’nin yaşanmışlıklarının, toplumsal belleğin, kişisel deneyimlerin hülasa insana ait olan her şeyin duygusal boyutlarının, siyaset sahnesine taşınması istenebilir. Müttefiklik ilişkisinde olunan siyasi kesimlerle ülkenin siyasi geçmişinden ötürü yaşananlar mevzubahis edilebilir. Nitekim yakın geçmişte edildi de. Ama bu kökleşmiş alışkanlıklar zor da olsa kırıldı. Hala etkisi olsa da günden güne duygunun yerini akla bıraktığını gözlemliyoruz. Bunun kendiliğinden olduğunu iddia edecek değilim. Bu sürecin çocuksu şikayetlerle, acıların yarıştırılmasıyla ya da hamasi söylemlerle ezilmesi riski her zaman vardır ama en aza indirilmesi önemlidir. Birbirine baktığında '80 öncesi köşe başında çatıştığı hasmını değil de ülkeyi ayağa kaldırmak için bir araya gelme iradesi göstermiş bir kardeşini gördüğümüz zaman işler değişecektir. Duygular insan ilişkisinin olmazsa olmazıdır. Fakat her hissiyatın olması gerektiği yer de anlamlıdır. Siyasetin hislerle yapıldığı durumlarda Türkiye gerçekliği sizlere daima yeni ve aşılamaz karşıtlıklar ürettirecektir. Türkiye budur, bu eğilimlerden mütevellittir. Geçmişi değiştiremeyeceğinize göre geleceği değiştirmelisiniz. İşin içine ille de duygu katılacaksa; affediciliği yüksek bir sevgi ve kapsayıcılığı yüksek bir vakar ile başlanmalıdır.