Siyasiler yaşadığımız renksiz hayatların güvencesi, vazgeçilmezleri oluveriyorlar birden bire. Böylece insanlık için herhangi bir değer üretmeden, ülke içinde kendi önemlerini kendileri üretebiliyorlar. Lise ve üniversite yıllarım 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı baskıcı ortamda geçti.  Gençlerin siyasetten uzak durmasını sağlayan baskılar bir yana, rejimin baş aktörlerinin ülkenin tek kanallı dünyasında her akşam karşımıza çıkıp, bizleri azarlaması ve sözüm ona yaptığımız hataları yüzümüze vurması dayanılır gibi değildi. Önce üniformalarıyla, ardından da “lacileriyle” meydan meydan gezerek yaptıkları konuşmalar bıkkınlık verecek derecede sıkıcıydı. Ama işe de yarıyordu. Yasalarla getirilen yasaklar ve siyasi söylemlerle, o günlerdeki hayatlarımız “renklerden” uzak olarak yaşandı ve bitti. İnsanlara sağlanan dar bir alanda yaşandı tüm hayatlar. Ama o günlerin önemli bir özelliği daha vardı. Tüm baskılara rağmen varlığını sürdüren bir basın sayesinde gençlerin daha çok okuması, daha çok politize olmaları teşvik edilebiliyordu. Belli muhalif gazeteler ve yazarlar ilgiyle takip ediliyor, akranlar arasında politikadan uzak kalmanın kusurları bizzat kendi arkadaşlarımızı tarafından birbirimizin suratına vurulabiliyordu. O koşullarda bile politik bir bilinç kazanmak mümkündü. Şimdi yaşım gereği o yaştaki gençler arasında neler yaşandığını bilebilmem çok zor. Ama uygulanan siyaset aynı. Yapılan söylemlerde herhangi bir değişme yok.
Yüzler değişse de konuşmalar 40 yılda hiç mi değişmez? Aynı beka söylemi. İktidarın yolundan sapanların terörist olarak yaftalanması. Yine de geçmişe göre bir fark var. “Laci” takımların yerini “ekose” takımlar aldı.
Yüzler değişse bile yapılan konuşmaların içerikleri 40 yılda bu kadar mı değişmez? Aynı “tekil” bakışın yansıması olan milliyetçi, “beka” söylemi. İktidarın yolundan sapanların terörist olarak yaftalanması. Kendi hayatlarının renksizliklerini tüm ülkeye dikte eden siyasi anlayış hala ülkede hâkim. Hayatımızın her kademesine hâkim olma gayreti tam gaz devam… Bunun son örneği de meclisten geçen “sansür yasası”. Yine de ülkemizdeki siyasette geçmişe göre bir fark var. “Laci” takımların yerini “ekose” takımlar aldı şimdi. Bugünün siyaseti ve siyasetçileri bazı açılardan gerçekten çok ilginç. Kendi iktidarlarının devamı için gerekli siyasi rıza üretebilmek maksadıyla, kendi dar gündemlerini vatandaşa dikte etmeye devam ediyorlar. Kırk yıl önce denenmiş bir taktiği tekrar gündeme getirerek sonuç almak istiyorlar. Hatta bunu yaparken, vatandaşın yaşam alanını daha da daraltıp, kontrol altına alarak, insanların hayatlarındaki renkleri çalıyorlar. Onların çizdiği hayatın dışına çıkmanın ahlaki baskısını söylemleriyle oluşturmaya çalışırken, buna yeltenenleri hala terörist olarak yaftalamaktan vaz geçmiyorlar. Bunu yaparak vatandaşta kendilerine karşı güvensizlik duygusu yaratıp, yaşamalarına karar verilen bir hayatı yaşayabilmek için siyasilere sıkı sıkıya sarılmaları sağlanıyor. Bazen vatandaş için “baba”, bazen de “ana” oluyorlar. Ama bir türlü “eşit” olamıyorlar. Siyasiler yaşadığımız renksiz hayatların güvencesi, vazgeçilmezleri oluveriyorlar birden bire. Böylece insanlık için herhangi bir değer üretmeden, ülke içinde kendi önemlerini kendileri üretebiliyorlar. Siyasilerin gündemine hapsolmak hayatlarımızı çölleştiriyor. Tek düze, renksiz, sürekliliği olmayan, görülmeyen bir tehlikeye karşı sürekli kamuoyu desteği isteyen bir siyaset hayatımızı rehin almış durumda. Hakları var mı buna? Bence hiç yok. Son zamanlarda yaptıklarıyla biraz da hadlerini aşmış durumdalar zaten. Önce kutuplaştırıcı söylemlerle farklı kesimleri birbirine düşmen ederken ve farklı yaşam tarzlarını birbirine yabancılaştırırken, aslında hayatımıza renk katan özellikleri de yok ediyorlar. Hiç durmadan, adım adım, hiç de hakları olmadan, hayatımızın her anına hâkim olmak istiyorlar. Aslında bunun bir nedeni kendilerine olan güvensizlikleri. Her şeyi kontrol ederek iktidarda kalabileceklerine yönelik ilkel bir bakış açısı. Siyasi körlük. Bu durumu veya bize dikte edilen hayat tarzını kabullenmek mümkün mü? Bunu yaptığınızda hayatı sorgulamaya başlamaktan alıkoyamıyorsunuz kendinizi. İşte bu sorgulamalarımız umutsuzluğumuzun da kaynağı oluveriyor birden. Her şeyi bırakıp, gitmek ve daha özgür bir ortamda, hayatımızın kendi renklerini oluşturarak bir hayat yaşama isteği çıkıveriyor ortaya. Hayatımızı nasıl yaşamak isteyeceğimize, neyi görmek isteyeceğimize siz karar vermek istiyorsunuz. Bugünün siyasetçilerinin “değersiz”, tek düze dünyası ülkemin insanlarına yaşama sevinci vermekten uzak. Onların görmek istedikleri, yapay dünyada yapmaya çalıştıkları, başarısız olduklarında size sundukları bu dünya içinde değersizleşiyor. İşte o noktada, “hamasi söylemlerle” kendi yaptıklarına ve hatalarına değer katmaya çalışıyorlar. Tabi o da kendi “vizyonları” ve “bilgileri” dâhilinde bir çaba oluyor maalesef. Dünyayı anlayabilme kapasitesitelerine bağlı olarak söylemleri şekilleniyor.
Farklılıklara tahammül edemiyorlar. Anlayamıyorlar da... Çareyi, iktidarın gücünü de kullanarak, acınası hayatlarını tüm topluma yaylamaya çalışıp, tekdüzeliklerini yasakların arkasında gizlemekte buluyorlar.
Aslında vizyonları ve bilgileri bakımından toplumun çoğunluğundan çok da farklı olmayan bu insanların kendileri de yarattıkları “yalan dünyanın” bir parçası oluyorlar sonunda. Sahip oldukları tek düze hayatlar onların kontrol edilmelerini kolaylaştırıyor. Tek boyutlu hayatlar, siyaseti de tek boyuta indirgeyerek siyasetçilere kolaylık sağlıyor. Farklılıkların yol açacağı “çoğulcu” yaşam tarzlarının yabancısı oldukları için farklılıklara tahammül edemiyorlar. Anlayamıyorlar da... Bu ortamda çareyi, iktidarın gücünü de kullanarak, kendi acınası hayatlarını tüm topluma yaylamaya çalışıp, kendi tekdüzeliklerini yasakların arkasında gizlemekte buluyorlar. Bunun için siyasileri eleştirmek yersiz. Kendi dar çevrelerinde maalesef böyle yetişmişler. Çölleşmiş olan yaşamlarında hayatları boyu bir vaha bulamamışlar. Ama böyle bir vaha arayışında bile bulunamamışlar. Zira böyle bir vahaya ulaşmaları tehdit olarak belletilmiş. Böyle gelmişler, böyle giderken, bizleri de kendilerine benzetmeyi amaç edinmişler. Bugünkü Türkiye’nin hali hayata tek pencereden bakmanın sonuçları.  Aydınlığın sadece o pencereden geleceğini beklemek yapılan. Oysa hayata bakmak için birçok pencere var bize sunulan. Böyle bir bakış çeşitliliği zenginleştiriyor insanı; değer katıyor ona. Hayat enerjisi, yaşama sevinci veriyor insanlara. Bu enerjiyi yakalamak bizlerin elinde. Yapmamız gereken sadece o farklı pencereleri görmek, onlardan bakmaya cesaret gösterebilmek sadece. Oysa hayat tüm renkleri gördüğümüzde güzel. Hayatın içinde gizli estetiği, müziği görebiliyorsanız hayat yaşamaya değer. Siyah ve beyaz arasındaki renkleri görebilmek mesela… Ülkemiz boş bir ülke değil farklı renkler açısında. Birçok değerimiz var siyasetçi olmayan. Onların bize sunduğu o kadar çok pencere var ki. Yazarlarımız var mesela. Çok yetenekli, hayatımıza renk getiren, farklı pencerelerin açılmasına aracılık eden birçok ressamımız var. Bilim insanlarımız var her şeye rağmen. Bugünkü ülke ortamında “önemli” görülmeseler de, uzun uzun konvoylarla seyahat etmeseler de, insanlık için değer üreten sanatçılarımız var.  Tek yapmamız gereken onları görmeye ve anlamaya çalışmak. Sığ siyasetçilerin ve siyasi tartışmaların onlara zarar vermesine izin vermemek. Hatta zaman zaman hakları olduğu gibi “şımartılmaları” gerek. Zira onlar farklı dünyaları bizlere sunanlar, insanlar arasındaki farklılıklar konusunda bizlerde farkındalık yaratanlardır. Onlar bizlere dikte edilen tek düze hayatlara karşı, farklı hayatların varlığını bizlere anımsatanlardır. Elbette en önemlisi onlar insan olduğumuzu bizlere hatırlatan ülkemizin değerleridir.