Arap Baharı’nın ilk çıkış yeri olan Tunus’ta, Zeynel Abidin Bin Ali’nin 30 yıla yaklaşan dikta yönetimi devrildikten sonra, muhalifler içinde öne çıkan Siyasal İslam eğilimleri  “Tunus’un AKP’si” olarak adlandırılan “En Nahda (Uyanış)” partisini iktidara taşıdı.  

En Nahda’nın uzun yıllar sürgünde yaşayan Lideri Raşid Gannuşi, 2011 yılında sürgünden dönerek En Nahda’nın başına geçerken, siyasi çizgilerini de “Siyasal İslam” olarak açıklamıştı. 

Ancak, iktidarları döneminde, din adına baskıcı uygulamaları, kadınlara yönelik kısıtlayıcı düzenlemeleri devreye sokan, yolsuzluklar ve yoksulluklar önlemediği için de halkın tepkisini dindiremeyen En Nahda, başta sol ve liberal partiler olmak üzere, Tunus’un laiklik yanlısı kesimlerini de baskı altına almaya girişince tepkiler daha da büyüdü. 

2014 Ekim’inde yapılan parlamento seçimlerini ve ardından gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini laiklerin oluşturduğu Nida Tunus partisi kazandı. Yenilgiyi ve yanlışlarını kabul ettiklerini ilan eden En Nahda, Mayıs sonunda yapılan parti kongresinde radikal bir karar alarak Siyasal İslam’ı terk etme kararı aldığını ilan etti. 

Partinin lideri Raşid Gannuşi “siyasal İslam’ı terk edeceklerini” ve kendilerini “İslamcı” değil, “Müslüman demokratlar” olarak konumlandırıp, tanımladıklarını belirterek “ Siyaset artık dini istismar edemeyecek, din de artık politikaya rehin olmayacak” diye özetlediği yeni siyasal çizgilerinin “demokrasi ve laikliğin korunmasını hedeflediğini, Demokrasi olmazsa İslam’ı yaşamanın da mümkün olamayacağını” dile getirdi. 

Arap Baharı’nın fitilini ateşleyen Tunus; Libya, Mısır, Suriye başta olmak üzere, diğer Arap ülkelerinde, kaos, iç savaş ve darbelerin yaşanmasına rağmen, toplumsal barışı korumayı, demokratik sistem içinde kalmayı başardı.  

Siyasal İslamcı En Nahda’nın iktidar olmasına karşın, Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek alarak bağımsız Tunus’u inşa eden, Tunus bayrağında bile Türkiye Cumhuriyeti bayrağından esinlenen, modern Tunus’un kurucusu Habib Burgiba’nın oluşturduğu Laik Cumhuriyet ve Demokrasi temelleri üzerinde, Tunus diğer ülkelerden farklı bir konumda kalmayı başardı. 

2014 seçimlerinde hem parlamentoda, hem Cumhurbaşkanlığında laikler ve demokrasi yanlıları karşısında yenilgiye uğrayan En Nahda, bir hafta önce gerçekleştirdiği büyük kongresinde, siyasal çizgisini ve duruşunu kökten değiştirdiğini ilan etti. 

Raşid Gannuşi, Arap Baharı sonrası oluşan siyasal ve toplumsal değerler ile demokratik Tunus’ta Siyasi İslam’a yer kalmadığını vurguladı. 

Gannuşi, “Tunus şimdi artık bir demokrasi. 2014 Anayasası, aşırı ve katı laiklik konusuna da, aşırı dine de, dinin siyasallaştırılmasına ve siyasi amaçla istismar edilmesine de sınırlar getirdi. Dini faaliyetlerin siyasi faaliyetlerden tamamen ayrı olmasını istiyoruz.” açıklamasını yaptı. 

Kendisi de Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den etkilenerek, 1981 yılında, Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu “İslami Eğilim Hareketi”ni kuran Gannuşi, 1989 yılında bu hareketi En Nahda adıyla partileştirince, Tunus’un diktatör yöneticisi Zeynel Abidin Bin Ali tarafından hapse atıldı. Daha sonra ise sürgüne gönderildi ve 22 yıl Londra’da sürgünde kaldıktan sonra Arap Baharı ardından 2011’de ülkesine döndü. 

Gannuşi ve En Nahda’nın bu çizgi değişikliği, Arap ülkelerindeki Siyasal İslamcı parti ve eğilimler açısından kritik önemde.  

Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Gannuşi’nin yaklaşımlarını ve açıklamalarını gündemlerine aldıklarını, siyasi çizgilerinde benzer yönde revizyona gidebileceklerini açıkladılar.  Arap Baharı’ndan sonra bu ikinci dalganın “demokrat Müslüman” hareketinin yayılması, Arap ülkelerinde ve Müslüman ülkelerde yeni bir süreci başlatabilir.  

Çıkış noktası yine Tunus olan bu yeni yaklaşım, pek çok Müslüman ülkede İslamiyet ve din adına yapılan, siyasi uygulamaların içini boşaltacağı gibi, kitleleri de yeni bir aşamaya geçirebilir. 

Burada şu noktaya dikkatinizi çekmek isterim.  

2002’de iktidara geldiklerinde kendilerini “Muhafazakâr Demokrat” olarak tanımlayan, AB, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, düşünce ve inanç özgürlüğü vb. kavramlarla insanları peşine takan AKP’nin samimiyetsizliği yaldızlarının dökülmesi ve dikta hevesinin belirginleşmesiyle artık apaçık ortada. 

En Nahda, 2011’de AKP’yi örnek ve model aldığını söylüyordu. Erdoğan ve Davutoğlu, Tunus’ta Gannuşi ile Büyükelçilikte bir araya gelirken, AKP hükümeti En Nahda’ya parasal yardımda da bulundu. Benzer şekilde Libya’da Abdülcelil’e, Mısır’da Müslüman Kardeşler ve Muhammed Mursi’ye aynı yaklaşımları gösterdiler. 

Siyasi samimiyetsizliğin daha fazla gizlenemediği süreçte,  Türkiye’de Muhafazakâr Demokrat görüntü sergileyip, diğer ülkelerde siyasal İslamcılara, Müslüman Kardeşlere, Selefi ve Vahabi hareketlere, en nihayet Suriye’de IŞİD ve El Nusra’ya destek ve yandaşlığa uzanan AKP’nin “İslamlaşma ve radikalleşme” çizgisi, şimdi başta En Nahda olmak üzere, ret edilme aşamasına geldi. 

AKP hızla demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden uzaklaşırken, Tunus’ta, Mısır’da siyasal İslamcılar demokrasinin, laikliğin, özgürlüklerin hayati önemini görüp, anlayarak Siyasal İslam’ı terk etme kararı alıyorlar. 

Tunus’ta, Ramazan’ın özgürce yaşanması, oruç ve yeme içme konusunda toplumun özgürlüklerine saygılı olunması benimsenirken, Türkiye’de Diyanet’e bağlı Kayseri Müftüsü çıkıp, Ramazan’da lokantaların, restoranların, fast food dükkanlarının kapatılması, yiyecek satılmaması fetvası veriyor, çağrısı yapıyor. 

En Nahda yeni siyasi çizgisinde kadın ve gençlerin öncelikli olacağını, kadınların ve gençlerin “Demokrat Müslümanlık” ilkesi çerçevesinde, özgür ve saygın bireyler olarak kabul edileceğini ilan ederken, Türkiye’de Cumhurbaşkanı dahil, AKP sözcüleri, Diyanet, Yandaş İlahiyatçılar, kadın bedeni üzerinden siyasi istismar ve ahlakçılık yapmayı öne çıkartıyorlar. 

İslami ahlâk ve eğitim adına kurulduğu iddia edilen vakıflar, okullar, yurtlar, din adına yapılan yoksulluk istismarıyla, ailelerin çocuklarına taciz, tecavüz merkezlerine dönüşürken, İslami ahlâk bir kenara atılıp, istismarların, tecavüzlerin üzeri örtülmeye çalışılıyor. 

En Nahda ve Müslüman Kardeşler, Din ve İslam’ın siyasi istismar konusu olmaktan çıkartılması çizgisine yönelirken, Türkiye’de AKP Kongresi’nde siyasi lidere adeta, dini lider statüsü verilerek, sözleri, mesajları kutsal bir şeymişçesine esas duruşta, ayakta dinleniyor. Bir siyasi parti ve binlerce üyesi, bakanları, delegeleri akıl ve bireysel varlıklarını, kişiliklerini, iradelerini tek kişiye ipotek edip, o kişinin emrine vererek, partiyi de “Tayyip Partisi” olarak adlandırıyorlar. 

Bir tarafta Siyasal İslamcı’lar, dinle siyaseti ayrı yaşama, “siyaseten dinden özgürleşmeye yönelme” kararı alırken, AKP iktidarı ve yönetici kadroları “Tek lider, tek dava, tek hareket, Tek Adam” şiarını adeta kutsallaştırıp, “siyaseten köleleşme, müridleşme” yoluna girerek, “tek adama tapınma” noktasına doğru hızla ilerliyorlar. 

Arap Baharı başladığında, ABD başta olmak üzere, bu ülkelere, Ilımlı İslam Demokrasisi modeli olarak gösterilen AKP iktidarı, hızla diktalaşma, otoriterleşme, baskıcı ve anti demokratik bir yapıya yönelmeye başlayınca, gözden düştü. Model olmaktan çıktı.  

Aksine bugün itibarıyla, AKP yönetimindeki Türkiye, Tunus demokrasisinin de gerisine düşmüş durumda. Tunus, AB ve Batı nezdinde, uygar dünya nezdinde, Türkiye’den daha muteber, daha çağdaş konumda değerlendiriliyor.