Zamanında Türkiye’de böyle bir yapılanmanın var olduğunu öğrenmek şaşırtıcı oldu. Hangi gerekçe ile ortadan kaldırıldığına dair araştırmam devam ediyor, ancak makul bir gerekçeye ulaşacağımı da hiç sanmıyorum.
Yazdığım en zor yazı. Söylenecek çok şey var ve hiçbir şey yok. Çok zorlanıyorum.
Kayıplarımızın acısı içimde, anlamlı bir şey üretmeye gayret ediyorum. Başarabildiğim düşüncesinde de değilim; her şey boş geliyor. Ama daha fazla canımız yitip gitmesin diye, en azından bu defa bir şeyleri değiştirebilelim diye, henüz olgunlaşmamış da olsa birkaç bilgiyi ve fikri paylaşmak istedim.
Şu anda tek bir konuyu, sivil savunma yapılanmasını ele alıyorum; ancak okumaya ve kayda değer bilgilere ulaştıkça da paylaşmaya devam edeceğim. Sonrasında bu bilgilerle kamuyla ve birlikte çalıştığımız STK’larla nasıl adımlar atabileceğimize bakacağım. Daha fazla durmak, susmak, eylemsiz kalmak istemiyorum. Çok ağır bir yük bu… Kaldıramıyorum.
Genel olarak en büyük problemimiz örgütsüzlük. Ancak zamanında -belki de siyasilerin halktan korkmak için daha az nedenleri varken– bunu başarmışız.
Karşılaştığım ilk enteresan gerçek, Türkiye’nin geçmiş yıllarda mahalle mahalle, sokak sokak yapılandırılmış bir sivil savunma sistemine sahip olması... Bu sistemin ne zaman ve hangi sebeplerle lağvedildiğine dair henüz bir bilgiye ulaşamadım. Ancak bazı kaynaklar 80 darbesini işaret ediyor.
Ulaşabildiğim bilgilere göre sivil savunma yapılanmasında, savaş, doğal afet ya da insan kaynaklı afetler gibi durumlarda gerekli koordinasyonu sağlayabilmek, acil müdahalede bulunabilmek, iletişim sağlamak ve halkı doğru yönlendirebilmek üzere sokak, mahalle ve bölge (ilçe) temsilcilikleri kurgulanmış. Belirlenen temsilcilere gerekli eğitimler veriliyor.
Bu eğitimlerin bir kısmı da eğiticinin eğitimi kapsamında; temsilciler aynı zamanda eğitici rolü üstlenerek sokak ve mahallelerinde yaşayan kişilere aldıkları eğitimleri aktarmakla mesuller. Zamanın teknolojisi doğrultusunda kendilerine acil müdahale ve iletişim için gerekli ekipmanlar sağlanıyor.
Bu kişiler hem bilgi hem araç anlamında donatılarak, gerekli durumda en hızlı şekilde müdahale edilmesini sağlıyorlar. Mahalleli de bir afet durumunda kimin koordinasyonunda ilerleyeceği bilgisine sahip. Mahalle temsilcilerinin evlerinin girişinde “Sivil Savunma Temsilcisi” tabelası asılı duruyor; o zamanlarda bu, çok saygıdeğer bir unvan olarak kabul ediliyor.
Hem afet öncesi hem de sonrası süreçte çok aktif bir rol alarak toplumsal bilinçlenmenin yaygınlaşmasına ve afet sonrası süreçlerin en iyi şekilde yönetilmesine katkıda bulunuyorlar. Merkezi yönetimle doğrudan bağlantıda olan temsilciler, verilen talimatlar doğrultusunda arama kurtarma ekiplerinin yönlendirilmesinden, alınacak bireysel tedbirlerin kontrolüne kadar her durumu yöneterek afet sonrası sürecin en az hasarla atlatılmasını sağlamaya çalışıyorlar. Afet sürecinde bir temsilcinin hayatını kaybetmesi ya da görevini yapamayacak durumda olmasına karşı da bir yedekleme sistemi geliştirilmiş; bu kişilerin görevi, en yakın temsilciye devrediliyor.
Neden, neden, neden? Hangi gerekçe ile? Mantık arayıp duruyorum ama beyhude bir çaba bu, farkındayım. Önce vicdanı ve utanma duygusu olmayanların inşa ettikleri mikro ve makro “yapı”ların, sonra da kendi mantıksızlığımızın kurbanıyız.
Zamanında Türkiye’de böyle bir yapılanmanın var olduğunu öğrenmek şaşırtıcı oldu. Hangi gerekçe ile ortadan kaldırıldığına dair araştırmam devam ediyor, ancak makul bir gerekçeye ulaşacağımı da hiç sanmıyorum. Bu yapılanma bu depremde aktif olsaydı kaç canımızı kurtarabilirdik diye düşünmeden edemiyorum. Üzüntü, isyan, utanç birbirine karışıyor.
Dünya üzerinde örnek gösterilen sivil savunma sistemlerini incelediğimde de meselenin çok boyutluluğu ile karşılaştım. Ülkenin büyüklüğü ve nüfusu, gelişmişlik düzeyi, karşı karşıya olduğu tehditlerin türü vb. faktörlere bağlı olması dolayısıyla ideal bir sistem belirlemek mümkün değil. Her ülkenin kendine has bir sistem geliştirmesi gerekiyor. Ancak bazı ortak noktalar var.
Sivil savunma sistemleri arasında örnek teşkil edenler genellikle İsviçre, Japonya ve İsveç sistemleri olarak geçiyor. İsviçre, yer altı sığınakları, tahliye yolları ağı ve düzenli afet tatbikatlarını içeren kapsamlı bir sivil savunma sistemine sahip. Ülke insanları hem doğal hem de insan kaynaklı afetlere karşı temel hayatta kalma becerileri konusunda ilkokuldan itibaren hayat boyu süren eğitimler alıyorlar.
Japonya, depremler ve tayfunlar için kapsamlı bir erken uyarı sistemi de dahil olmak üzere iyi gelişmiş bir afet müdahale altyapısına sahip. Ayrıca afet riskine ilişkin inşa edilen güçlü kamu bilinci ile yerleşik bir sivil savunma kültürleri var. İsveç'in de savaş, terör veya doğal afetlerde halkı korumak için tasarlanmış güçlü bir altyapısı (kamu sığınakları ağı, tahliye planları vb.) olduğu ifade ediliyor. Temsilcilik ağı geniş ve yetkin kişilerden oluşuyor. Bu ağ da altyapının çok önemli bir parçası olarak görülüyor.
Biz bu bilgiye sahip değil miyiz? Sahibiz. En iyi örgütlenme biçiminin yerel temsilcilikler üzerinden işleyen bir yapı olduğu tüm siyasi partilerin malumu olacak ki, hemen hepsinin mahalle ve hatta sokak temsilcilikleri var. Ancak nedense (!) sivil savunma alanında bu sistem ortadan kaldırılmış.
Ülkenin dört bir yanında hiç durmayan deprem aktiviteleri gerçekleşmeye devam ediyor. İzmir beşik gibi sallanıyor, yaşadığım şehir, İstanbul, herkesin korkulu rüyası… Bir sonraki için ne kadar zamanımız var, bilmiyoruz... Ve ben artık utanmak istemiyorum.
Neden, neden, neden? Hangi gerekçe ile? Mantık arayıp duruyorum ama beyhude bir çaba bu, farkındayım. Önce vicdanı ve utanma duygusu olmayanların inşa ettikleri mikro ve makro “yapı”ların, sonra da kendi mantıksızlığımızın kurbanıyız.
Bizim gibi büyük nüfuslu bir deprem ülkesinde “yetkinlik sahibi ve eğitimli” insan gücünün ve ekipman ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak çağdaş bir sivil savunma sisteminin kurulması şart. Bu kişileri en ileri teknolojik ekipmanlar (termal kameralar, dinleme sistemleri, haberleşme donanım ve yazılımları) ile donatmak şart. Gerekli eğitimleri almalarını sağlamak şart. Ve tüm bu unsurların sürekli yenilenmesi, güncellenmesi şart. Örgütlülük korkulacak bir şey değil. Örgütlülük, çevresindeki canlı cansız pek çok tehdide karşın insan türünün hayatta kalabilmesinin yegâne sebebi!
Bu yazıyı kırk defa yazıp sildim; zira şu anda edilen her kelam çok boş ve anlamsız geliyor. Çok büyük bir acı içindeyiz; nasıl iyileşilir bilmiyorum…
Fakat ülkenin dört bir yanında hiç durmayan deprem aktiviteleri gerçekleşmeye devam ediyor. İzmir beşik gibi sallanıyor, yaşadığım şehir, İstanbul, herkesin korkulu rüyası… Bir sonraki için ne kadar zamanımız var, bilmiyoruz... Ve ben artık utanmak istemiyorum. Çaresizlik içinde ağlamak istemiyorum. Elimden hiçbir şey gelmediği için kahrolmak istemiyorum. Artık elimizden bir şeyler gelmek zorunda; boynumuzun borcu, insan olmanın gereği…