Çözüm sürecinin bitmesiyle Türkler ile Kürtler arasındaki ‘yatay eşitsizlik’ azalmıştır. Bu azalış, Kürtlerin gelirlerindeki artıştan değil, Türklerin gelirlerindeki azalışın Kürtlerinkinden daha fazla olmasından kaynaklanmıştır. Sosyalistler ve sosyal demokratlar ekonomik eşitsizlik, sömürü, yoksulluk gibi kavramlar konusunda diğer ideolojik pozisyonlara göre çok daha fazla duyarlıdırlar. Çünkü onlar adil, eşitsizliklerin ve sömürünün olmadığı özgür bir toplum hayali peşindedirler. Bu kesimlerin bu duyarlılıklarının en derinlerinde Marksist bir toplum analizi yatar. Bilindiği gibi Marks, kapitalizmin ücretli emek yaratarak işçilerle üretim araçlarına sahip olanlar arasında (burjuvalar) bir sömürü mekanizması oluşturduğunu söyler. İşte değişmesi gereken düzen bu düzendir. Çünkü çağımızda bütün eşitsizliklerin ve sömürünün ortaya çıkmasına neden olan bu düzen yani kapitalizmdir. Burada ayrıntısına girmemiz gerekmeyen birçok gelişme sonrasında bu dünya görüşünde olanlar arasında farklar ortaya çıkmış, kimileri sömürünün ve eşitsizliklerin olmadığı bir dünyanın ancak sosyal bir devrimle olacağına inanırken, kimileri de kapitalizmde bazı reformlar yaparak arzu edilen amaca ulaşılabileceğine inandılar. Bu tartışma tabii ki bitmiş değil. Hala sürmekte. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlarla emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanlar arasındaki mücadele daha teknik olarak “Dikey eşitsizlik” konusunu ekonomide de siyasette de önemli bir konu haline getirmiştir. Ülkelerin gelir ve servet dağılımı bakımından ne kadar eşitsiz olduğunu ölçmek için çeşitli endeksler geliştirilmiş ve eşitsizlik konusu günümüz ekonomi politiğin önemli bir konusu haline gelmiştir. Öyle ki bundan hemen hemen 10 yıl önce Thomas Piketty “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” adlı eseriyle konuyu yeniden gündeme getirmiş, gerek ülkeler içinde ve gerekse de ülkeler arasında gelir eşitsizliklerinin arttığına dikkati çekerek muhtemel tehlikelere karşı bütün dünyayı uyarmıştı.
Sol cenahtaki arkadaşlar yatay eşitsizlik konusunun farkında değiller. Ulus devlet çatısı altında, farklı etnik, dini, kültürel meseleler bakımından ayrı yaşayan kimlik grupları arasındaki gelir eşitsizliklerinden söz ediyorum.
Ama dikkat ediyorum da bizim sol cenahtaki arkadaşlar bu eşitsizlik konusunda, yani çalışanlarla işverenler arasındaki gelir ve servet eşitsizlikleri konusunda bu kadar duyarlı olmalarına rağmen bir başka eşitsizlik konusunun ya farkında değiller ya da farkında olanlar varsa onlar da bu konuda çok heyecanlı değiller. “Yatay eşitsizlik”den sözediyorum. Son yıllarda özellikle  ulus devlet çatısı altında, farklı etnik, dini, kültürel meseleler bakımından ayrı yaşayan kimlik grupları arasındaki gelir eşitsizliklerinden söz ediyorum. Bu gerçek hemen bütün ulus devlet yapılarında gözlenen bir gerçek. Öyle ki ulus devlet içinde bazı çatışma olaylarında bu eşitsizliğin, yatay eşitsizliğin, önemli payı olduğuna inanılıyor. İleriki yazılarımda yine bu konulara döneceğim ama bu yazımdaki muradıma gelecek olursam bizim sol mahallenin ilgisini pek çekmiyor olsa da özellikle Kürt sorununun bir kimlik sorunu olduğu kadar bir eşitsizlik sorunu olduğunun altını çizmek. Aşağıdaki grafik bunu açıkça gösteriyor. 2013 yılına, yani görece barışın olduğu yıllara kadar her iki kimliğin kişi başına gelirlerinde artış olduğu ve yatay eşitsizliğin de az da olsa artmakta olduğunu gözlemlemek mümkün. Özellikle 2014-2105 yıllarında çözüm sürecinin bitmesiyle ortaya çıkan çatışmacı dönemde ise her iki kimliğin gelirlerinde de azalış olduğu yine grafikten görülmektedir. Grafikten görülen en çarpıcı gelişme çözüm sürecinin bozulmasıyla yatay eşitsizliğin de azalmakta olduğudur. Yatay eşitsizliğin azalmasının nedeni ise ilginçtir, Kürt illerinde yaşayanların gelirlerinde artış olmasından değil, Türklerin gelirlerindeki azalışın Kürtlerin gelirlerindekinden daha fazla olmasından kaynaklanmıştır. Bir başka ifadeyle çözüm sürecinden vazgeçmenin sonucunda her iki kimliğin gelirlerinde azalış olmuştur ama Türklerin gelirlerindeki azalış çok daha büyük olmuştur. Özetle, sol ve sosyal demokratların işçi-işveren çelişkisinden yola çıkarak özgürlük mücadelesini yalnızca sınıf mücadelesi olarak görmekten vazgeçip ezen ve ezilen kimlik konularına da dikkat etmeleri gerekir. Gerçekten sömürüsüz, eşitliğin olduğu özgür bir toplum ancak bu iki alanda verilecek mücadelelerle yaratılabilir. Not: “Kürt illeri”ni Kürtlerin yoğun yaşadığı iller anlamında; “Türk illeri”ni de Türklerin yoğun yaşadığı iller anlamında kullandım.