İki büyük dünya savaşı arasında İtalya örneği, denge ve tarafsızlık politikasının riskini göstermektedir. Türkiye, ABD-Rusya rekabetinin nereye gideceğini öngörmeye çalışıp tarafını kriz çıkmadan belirlemelidir. Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemde Türk dış politikasının 6 temel ilkesinden bahsederken asıl vurguyu komşularla sıfır sorun ilkesi üzerine yapmıştı. Bu dönemin üstünden yaklaşık 8 sene geçti ve şu anda etrafımızdaki hemen hemen her ülkeyle dış politikada sorunu olan bir ülke haline dönmüş durumdayız. Böyle bir dış politika daha ne kadar sürdürülebilir? Öncelikle dış politikada sorun yaşadığımız ülkelerin Türkiye üzerindeki etkileri her zaman farklı düzeyde oluyor. Bu noktada iki ayrım üzerinde durabiliriz. İlki askeri ve ekonomik güçlerine göre ülkeleri ayırmak. ABD ve Rusya gibi ülkelerle yaşadığımız sorunların Mısır ya da Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle yaşadığımız sorunlara göre ülkemizin gidişatını daha çok etkilediğini söylemek mümkün. Dolayısıyla uluslararası sistem içindeki daha güçlü devletlerle dış politikada anlaşabilmek diğer devletlere göre daha önemli duruma geliyor. İkinci bir kriter ise coğrafi yakınlık. Devletlere karşı tehditlerin ilk etapta sınır komşularından gelme ihtimali daha yüksek olduğundan dış politika yapımında bu devletlerle olan ilişkiler daha önemli hale geliyor. Türk dış politikasına baktığımızda ise her iki kritere göre de birçok sorun ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz ki ABD-Rusya eksenindeki en büyük dış politika sorunumuz S-400 ve F-35 konusu. Tabii ki ABD’yle ülkenin otoriterleşmesi, Rahip Brunson ve İran’ın Türkiye üzerinden kara para aklaması gibi birçok sorun yaşandı. Benzer şekilde Rusya’yla büyükelçinin öldürülmesi, Rus uçağının düşürülmesi gibi sorunlar da yaşandı. Fakat, S-400 konusuna baktığımızda bu bahsettiğim sorunlar ikinci plana itiliyor. Bunun ilk sebebi NATO’nun en güçlü devletlerinden birinin NATO’nun kurulma sebebi olan ülkeyle girdiği yakın askeri ilişkiler. Bunun bir uzantısı olarak ise bir zamanlar Orta Doğu’da rol model olarak görülen müttefik ülkenin otoriterleşerek diğer otoriter ülkelerle yakın ilişkiye girmeye başlaması ki , bizim konumuzdaki asıl örnek Türkiye-Rusya ilişkileri. YENİ BİR SOĞUK SAVAŞA TÜRKİYE HAZIR DEĞİL Bu noktada asıl odaklanmamız gereken konu ise Türkiye-ABD ilişkileri ya da Türkiye-Rusya ilişkilerindense ABD-Rusya ilişkilerinin nasıl bir noktaya doğru gittiği... Genel olarak iki ülke arasındaki ilişkiler belli dönemlerde kötü gidebilir sonra iyileşebilir. Bu dış politikada sık sık gördüğümüz bir fenomen. Fakat iki süper güç arasındaki ilişkilerde bu tarz değişimler çok daha az gerçekleşiyor. ABD-Rusya rekabeti 2.Dünya Savaşı’nın sonrasına denk geliyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde iki ülke arasında çok büyük krizler olmasa da onları hiçbir zaman müttefik gibi düşünmek mümkün olmadı. Burada Türkiye için olası en büyük sıkıntı ise ABD-Rusya arasında Soğuk Savaş dönemine benzer bir krizin ortaya çıkması ihtimali. ABD-Rusya ilişkileri böyle ilerlediği sürece Türk dış politikasının gidişatı bu seyrinde ilerleyebilir. Genel bir grand stratejinin olduğunu söyleyemesek bile ya da dış politikanın çok profesyonel bürokratlar tarafında yönetildiğini iddia edemesek de, bir süredir Türkiye bu iki ülke arasında bir denge bulmaya çalışıyoruz. Şu an içinde bulunduğumuz dengeler ışığında bu dengeyi rölantide götürmek mümkün olsa bile herhangi bir Amerikan-Rus krizi durumunda Türkiye bir taraf seçmek zorunda kalabilir. İki süper güç arasında bu tarz bir dış politika yönlendirmeye çalışıp da sonucunu çok kötü bir şekilde ödemek zorunda kalan İtalya örneği oldukça çarpıcı. 1. Dünya Savaşı’nda ve sonraki süreçte İtalya sistem içindeki süper güçler arasında taraf seçmemeye çalışarak belli bir denge kurmaya çalıştı ve bunun sonucu 2. Dünya Savaşı’ndaki büyük yenilgi oldu. 21. uluslararası siyaseti o dönemin siyasetinden çok farklı ama süper güçlerle bu tarz riskli dış politika hamlelerinin içine girmenin riski o kadar da farklı değil. NE KADAR SÜRDÜRÜLEBİLİR? NE YAPILMASI GEREKİR? Bu konuda ne yapılabilir? Öncelikle kabul edilmesi gereken bir gerçek var ise o da dış politikaya bir bütün olarak bakılmaması gerektiği. Bir ülkeye karşı tamamen iyi ya da kötü ilişkiler geliştirmeye çalışmak çok mümkün değil çünkü iki ülke arasındaki ilişkiler genelde askeri, ekonomik, teknolojik vs. birçok seviyede ilerliyor. Her bir dış politika alanı ve her bir ülke için farklı bir politika vizyonu belirlenmesi şu andaki durumdan çıkışın yollarından birisi olabilir. Örnek vermek gerekirse ABD ve Çin arasındaki rekabetin herkes farkında. Fakat bu ilki ülke birbirini tamamen düşman görmekten kaçınıyor ve stratejik bir şekilde muğlak bir dış politika sürdürüyor. Askeri alandaki rekabet ekonomik alana pek yansımıyor çünkü her iki ülke de ekonomik olarak birbirine bağımlı olduğunun farkında. Dolayısıyla farklı seviyelerde farklı dış politikalar uyguluyorlar. Ne yapılması gerektiğiyle alakalı ikinci bir husus ise ABD-Rusya rekabetinin nereye gideceğini öngörmeye çalışıp tarafı kriz çıkmadan belirlemek. Bu tarz süper güçler arasındaki kriz anlarında sistem içerisindeki belirsizlik artabilir ki bu da o an için yapılacak hamleleri daha zor duruma getirebilir. Türkiye en azından kendi açısından bu belirsizliği azaltmak için bir tarafa şimdiden yönelmeye başlasa kriz anından daha az zararla çıkabilir. MUHALEFET DIŞ POLİTİKA VİZYONU SUNAMIYOR Bu anlattıklarım aslında şu andaki AKP hükümetinden ziyade yeni gelecek hükümetin planlaması gereken şeyler. AKP her alanda olduğu gibi dış politikada da belli bir yola girmiş durumda ve buradan çıkması çok zor görünüyor. Muhalefet partilerinin ise bir an önce Türkiye’yi bu girdaptan çıkaracak belli bir dış politika vizyonuyla halkın önüne çıkması gerekiyor. İç siyasete yönelik planlar ülkeyi AKP sonrasında bir noktaya kadar getirebilir ama uzun vadede ülkenin kalkınmasını sağlayabilmek için diğer ülkelerle aramızı düzeltecek ve süper güç savaşında doğru tarafı seçmemizi sağlayacak bir dış politika vizyonuna ihtiyacımız var. Ne yazık ki hiçbir muhalefet partisi bu konuda henüz realist bir dış politika vizyonu sunabilmiş değil.